Dinimiz ve müntesibleri en büyük sarsıntıyı bir “vuslât” ile yaşadı.
Efendiler Efendisi (sav) rûhunun ufkuna yürürken Sahâbe-i Kirâm arasında dalgalanmalar oluyordu, Hz. Ömer’in başı dönmüş, ne yapacağını bilemiyordu, fakat Hz. Ebubekir Efendimiz onu kenara çekti, ezelden kopup gelen bir sözle, intibâha getirdi “yâ Ömer, eğer Allâh Resûlü’ne tapıyorsan bil ki o ölmüştür, eğer Allâh’a tapıyorsan, bil ki o bâkidir.”
Rabbimiz kitâbında der ki (Âl-i İmrân 144) “Efendiniz Hz.Muhammed (sav) ancak bir resûldür. Ondan önce de resûller gelip geçti. Eğer o ölür ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geri mi döneceksiniz ? Kim topukları üzerinde gerisin geri dönerse, Allâh’a hiçbir zarâr veremez. Allâh, şükredenleri ödüllendirecektir.”
Kimse geriye dönmedi, aksine kısa zamanda cihânın yedi iklimine dağıldılar.
Efendimiz (sav) ve ulvî hakîkâti, hiç bir şahısla kıyas edilemez, O’nu (sav) ve diğer Peygamberlerimiz’i (as) hak ve ihrâz ettikleri kudsî makâmda tutup dünyâmıza şöyle bakabiliriz; Evet, davalara, hakîkâtlere bağlanmak lâzım şahıslara değil, lâkin şahıslar fâni, hakîkâtler, dâvâlar bâkidir.
Allâh bâkidir.
Bununla berâber, Hadîs’le varlıkları sâbit olan, İbnüzzamân diyebileceğimiz, Allâh’ın izni ve inâyetiyle, zamânın gereklerini teşhis ile ilacını keşfeden, dîne yeni renk veren müceddîdler, Şâfiiler, Gazzâliler, İmâm Rabbâniler, Mevlâna Hâlidler, Bedîüzzamânlar gibi büyüklerimiz peygamber vârisleridir.
Müceddîdlere “Sâhibüzzmân” da diyebiliriz.
Ferd-i Ferîd makâmını ihrâz etmiş bu kâmil insânların peşinden fikir, fikriyât, teşhîs, tedâvi ve devâ önerileri için güvenle gidilebilir.
Bu güzel insânların ufak-tefek hatâlar yapabileceğini, insân olduklarını, peygamberler gibi “ismet” sıfâtı ile muttasıf olmadıklarını kabûl ile berâber, ortaya koydukları ulvî hakîkat, sistem ve yol âdâbına itimâdla girilebilir, peşlerinden emniyetle yürünebilir.
Efendimiz (sav) “Ümmetimin âlimleri Beni İsrâil peygamberleri gibidir”demiştir, onlar için ne büyük saadet.
Onlar Efendimiz’den (sav) aldıkları ışıkla, fırtınalı gecelerde, “Deniz Feneri”, hattâ “Kutub Yıldızı” gibidirler, güzergâhımızı onlara göre ayarlarsak, güzergâh emniyetini (neredeyse) tam olarak sağlamış oluruz.
Hadîs ile nazara verilmelerinin en büyük sebebi budur.Fakatunutmamak lâzım, şahıslar fâni dâvâlar-hakîkâtler bakidir.
Allâh bâkidir.
Bizim payımıza düşen asrın dertliside “Biz, evde öldük; “Acaba câmide bir dirilişe erebilir miyiz?” deyip oraya gittik; baktık ki imâm ölmüş, vâiz ölmüş, hatîb ölmüş, cemaât ölmüş; sonra mektebe ve tekyeye koştuk ama heyhât hepsini yokluğa mahkûmgördük!..” deyip yola çıkmış.
Kıştan sonra bir bahâr yaşatmak için, “Yitirdiklerimizi nasıl bulup yenileyebiliriz ? Bu duyguyu yitirmemiz en büyük yitiğimizdir.” Cehd ve gayretiyle “Yeni bir ba’s-u ba’de’l-mevt, diriliş mümkün müdür ?” arayışına girmiştir.
Ve muvaffâk olmuştur.
Fakat yol uzun, akabeler çetin, düşmân kavi, dost bî vefâ, tâlih “bâzen” zebûndur.
Hayırlı işlerin muzır mânileri çoktur.
Asır, enâniyet asrı, nifâk asrı, bilerek dünyâyı ahirete tercih etme asrıdır, âhirzamândır.
Bu hengâmede dostlar gıbta, haset ve benzer sâiklerle, düşmân gayz ve nifâkla üzerinize gelebilir, nitekim geldilerde.
Belkide islâm Târihi’nin en karanlık gunlerini yaşıyoruz.
Düşmân kavî, dost bî vefâ !Herkes makâm, mevkî, şöhret, para, pul ve benzerleri ile değişme turnikesine girebilir, gaflete düşebilir, herkes değişebilir, nitekim bir çok insân değişti-değişiyor.
Ve biz ki, mü’miniz hüsn-ü zanlarımızda aldanırız, fakat hiçbir şekilde aldatmayız.
Gelin görün ki, aldandık. Eyvâh ki eyvâh ! gerçekten aldandık.
Bahâr çiçeklerimizi kar, tipi, boran, fırtına vurdu.
Herkes “niye bu hale düştük ?” derken, ben sizlerle “içine düştüğümüz bu durumdan nasıl kurtulabiliriz ?” sorusuna cevap aramak istiyorum.
Öncelikle, “Yitirilmiş cennetimizi yeniden nasıl imâr ederiz” cehd, gayret ve ümidiyle toparlanmalı, kenetlenmeliyiz.
Üstâd Bedîüzzamân “Kur’ân’ın mutlak hakimiyetine giden yol, bütün vâsıtâların devreden çıkarılması, herkesin sâdece ve sâdece Kur’ân’ı göstermesi ile mümkündür” der.
Rabbimizin mutlak hakimiyetine giden yol da, yine bizlerin her şeyi devreden çıkarmamız, sâdece ve sâdece O’na dönmemiz, O’nu göstermemizle mümkündür.
İşte adanmışlık, tam da budur.Her alanda nefy-i nefis ile isbât-ı vâcîb.
Bizler yokuz, O (cc) var.Her şeyden ferâgatle, herşeyi geride bırakıp, yanlızca Rabbimizi ille-i gâyie edinmek lâzım.
Ayağa kalkmamızın ilk şartı budur, Rabbimize dönmek.
Bu ifritten dönemin meyvesi “Tevhidnâme“ varlıktan, sebeblerden sıyrılarak, Likâullâh’a sığınma nidâsıdır..
Bizlere bu meyvâyı idrâkle, tekrâr bir “tecdîd“ lâzım.
Muhâsebe, murâkabe, nefisle yüzleşme, yenilenme-tecdîd imkânı verir, kendimizi hesâba çekmemiz lâzım.
Bu seyr-i sülük bir rehber gözetimi gerektirir, rehberimize,rehberlerimize itimâd lâzım.
Fenâ ve fâni muhâtablara da takılmamak lâzım.
Hizmetimiz için,
- Ne olursa olsun aslâ durmamalı,
- Bir birbirimize muâvenetle (maddi-manevi) yardımcı olmalı,
- Gecelerde ve her zamân çokça duâ etmeliyiz.
Canlı kalmamız için,
• Tefekkür
• Tezekkür
• Kardeşlerimizle birliktelik
• Kardeşlerimizi ve Hizmet Müesseseleri’ni ziyâret etmek
• Devamlı hizmet ile iştigâl etmek
“Bence canlı kalmanın en güzel yolları bunlar”
Ferec için,
- Kafa kafaya verip, beynimizi burnumuzdan kusup, bu süreci nasıl atlatırız diye ortak aklı harekete geçirmemiz, istişâre lâzım.
- Aktif sabır ve aktif ümitle,
- Atf-ı cürüm yapmadan,
- Söyleyende, dinleyende hakkın hatırını âli tutarak (ihlâsla) konuşmak lâzım.
Müsbet hareket için,
Hizmetimiz bugüne kadar süregeldiği gibi bugünden sonrada,
Kânuni,
Ahlâki,
Yanlış algıya sebebiyet vermeyen,
Globâl bir hareket olarak yol amalı.
Muânenet için,
Mağdûr, mazlûm, mehcûr, mahkûm, mescûn, müstantak olan kardeşlerimizin dertlerini maddi, manevi paylaşmak, her anı onlarla, onlar gibi yaşamak lazım…
İşte bu onlarla berâber olmanın ve öbür tarafta da onlarla beraber Cennet’e girmenin sırlı anahtarıdır.
Geleceğimiz için,
- Tekrâr, yeniden îmân
- Tekrâr, yeniden hizmet.
- Kendi kaynaklarımıza dönmek.
- Geçmişten ders alarak geleceği planlamak lazım.
Sebeplere müracât, gayret için,
a- ar-ge platformları, hâlin teşhisi ve tedâvi çareleri,
b- in-ka çalışmaları, bütün dünyaya yayılan insanımızı en verimli şekilde nasıl değerlendirebiliriz, nasıl istihdâm edebiliriz ?
c- Lobi ve tanıtım faaliyetleri lâzım…
Şunlara ise aslâ gecit vermemeliyiz,
- Ümitsizlik,
- İşi birbirimize bırakmak,
- Meyl üt-tevakkuf, birbirimize üstün gelme düşüncesi, gurûr,
- Acûliyet, acelecilik
- “Ben” benlik düşüncesi,
- Başkaları yapmıyor ben niçin yapayım,
- Allâh’ın vazifesine müdâhale etmek…
Rabbimiz en kısa zamânda insanlığa ferec ve mahrec ile, bizlerede bu yolda istihdâm olunmayı nasîb eylesin.
mansurturgutk@gmail.com