İstanbul’da, fakat tam bir Anadolu âilesinde büyüdüm.Babamın doğruluktan ayrıldığını, hakkı söylemekten çekindiğini aslâ görmedim.
Bizlere tavsiyesi de, herzamân doğruyu dile getirmek, aslâ hakkı söylemekten korkmamak ve her şartta hakkımızı savunabilmemiz yönündeydi.
Belki memleketim itibârıyla, belki de kültürümün çocuğu olmam hasebiyle, kendimce hakkı söylerken genellikle üslûb noktasında sıkıntılar yaşadım, fakat inandığım hakkı, hakikâti söylerken çekinmedim ve geri adım atmadım.
Bende, kardeşlerimde bundan ötürü çok defâ sıkıntılar yaşadık.
Hattâ ara ara babama, lezzetle, “yaşadığımız sıkıntıların sebebi, senin verdiğin öğütlerdir” diye takılırım.
Belki de bunun için Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’nin “Hakkın hatırı âlidir, hiçbir şeye fedâ edilmez” ifâdesini çok severim.
Evet, Hakk’ın hatırı âlidir. Bu âli olan hatır, ne pahasına olursa olsun, hiçbir şeye fedâ edilmemelidir, “Temiz Topluma Doğru” yol almanın, ön şartlarından birisi budur.
Unutmadan söyleyeyim, akla gelebilir “Dâima doğruyu söylemek lâzım, ama her doğru, her yerde söylenmez” ifâdesi kesinlikle hakkın hatırını âli tutmaya mütenâkız, çelişik değildir.
Şöyle ifâde edilebilir “Hak; hatırının ulviyeti için, olur olmaz her yerde değil, heder edilip, ayağa düşmeyeceği, hakikâtinin takdir edileceği meclislerde yüksek imân, yüksek sesle dile getirilmelidir.”
Fakat unutmamak lâzım, hak dile getirilirken, dirlik ve düzenimizi bozacak şeylerden olabildiğince kaçınmak, Üstâd Hazretleri’nin “Zamanımızda münâkaşa eden, haklı dahi olsa haksızdır.” veciz beyânını hayât düsturu yapmak gereklidir.
Hocaefendi’ye “hakkâniyetli davranacağım düşüncesiyle, hakkı söyleme isteğiyle, arkadaşlarımızı kırmak, kırılmalarına vesîle olmak doğru mudur ?” diye sorulmuştu, Büyüğümüz “kat’iyyen hayır, böyle bir şey tecvîz edilemez” diye cevap vermişti.
“Seviyeli temsil” ve inâyet-i ilâhiyeyi celbi düşünüyor-istiyorsanız, tevfîk-i ilâhînin en büyük teminâtı ve bizim, Allâh katında kabul gören en büyük fiilî duâmız, ittifâkımızdır.
Hakk’ın hatırı âlîdir ama meşrep ve mîzaç farklılıkları fıtratın muktezâsıdır, kırgınlığa sebebiyet verilmemelidir.
Asrın Getirdiği Tereddütler’e cevâb aranırken denir ki, “Hakikâti ortaya koyan hakîkât erleri, Hak’la fevkalâde bir münâsebet içinde bulundukları gibi, iddiâ ve tefâhürden de fevkalâde uzaktırlar. Bin bir harika şeyler ortaya döker, bin bir güzel mesâj sunarlar, ama kat’iyen iddiâya sapmazlar. Hepsinin dilinden düşürmediği tek şey, “İşin doğrusunu Allah bilir.” kelimesidir.”
Yine aynı yerde “Eğer bir meseleyi bizim anlatmamız bir kısım vicdânlarda reaksiyon ve tepkiye sebep olacaksa, “Hakkın hatırı âlidir.” diyerek o meseleyi bir başkasına anlattırmak hoşumuza gitmelidir” tavsiyesi salık verilir.
“Hizmet insanlarının başına musallat olmuş dünyâ kadar imtihân çeşitleri var. Mühim olan, hakîkât erlerinin bunun farkında ve şuurunda olarak, kulluğun gerektirdiği tavrı takınabilmeleridir” karşımıza çıkan “İmtihân Unsurları” bu şekilde aşılabilir.
Bununla berâber “Hizmet Erleri” Hakk’ın hatırının söz konusu olduğu yerde,
• tarafgirlik,
• grupçuluk,
• neme lâzımcılık
gibi soldan yanaşmalara,
• büyüğe karşı
“saygı” gereği susmak,
• sorgulamadan itaât,
• fitneye sebep olmamak
perdesi arkasına saklanarak,
• haksızlıklara karşı başkaldırmamak,
• “büyüklerin bildiği, ama bizim bilmediğimiz şeyler vardır” düşüncesinden kaynaklanan,
• akıl ve hikmeti iptâl etmek,
gibi sağdan yanaşmalara
prim vermeyecekler.
Ve her firsatta “üslûbuna da riâyet ederek hak ve hakîkâti insâfla ifâde” edeceklerdir.
Uslubunca, yâhut nasıl olursa olsun, hak için aktarılan görüşlere “muhatâb” olanlar da, müsâmahâ ile “Mütekebbir, herkesi tasmalı köle gördüğünden en küçük muhâlefeti ihânet sayar!“ fehvâsından ödü patlayarak insâfla hareket etmeli,
• hele hele “savunma psikolojisine girerek”
• muhataplarını “ötekileştirme” ile kardeş katline meyletmemelidir.
Bizler “Her söylediğimi mihenge vurun, altın çıktıysa alın, bakır çıktıysa gıybetle arkamdan gönderin” diyen bir Üstâd’ın takipçileriyiz.
Müdâvele-i efkâr yollarını açmalı, hakikâtin tecellisine hep berâber hizmet etmeliyiz.
Bizde herkes Hakk için söyler, Hakk için dinler.
Söylerkende, dinlerkende temel dayanağımız ihlâstır, Hakk’ın rızâsıdır. İhlâs’ın olduğu yerde, yalan, kin, nefret, gayz, haset, fesât, inât olmaz, ihlâs hepsini temizler, yok eder.
Nefsin mırmırı olan yıkıcı eleştiriler değil, hakkın hatırını âli tutan dopdolu tavsiye ve çözümlere yönelmeliyiz.
Gıyabta konuşmanın, sosyal medyada bas bas bağırmanın, “ben demiştim” hezeyânlarının, içinde bulunduğumuz şu dönemde bizlere kazandıracağı çok şey olduğuna inanmıyorum.
Hakkın hatırı için, hadiseler ilgililerince, ilgililerine ulaştırılan problemler dikkatlice, masaya yatırılmalı, hep beraber yapıcı bir şekilde çözülmeli.
Yoksa yapılanlar, yapalım derken, (Allâh korusun) yıkım hamlesine dönebilir.
Olduralım derken, soldurabiliriz.
Bana göre, yaşadığımız felâkette “Suç varsa, (ki yok) hepimiz suçluyuz” ayrışarak dağılmamalı, aksine birleşmeli, kenetlenmeliyiz, hakkın gücü bizleri birleştirmeli.
Başımıza gelen musîbeti katlamadan, ikileştirmeden böyle çözüp, böyle yenebiliriz.
Söylemekten ve dinlemekten korkmayan, kararlı, güçlü, uyanık bireyleri, aklı, fikri, vicdânı hür nesilleri bu şekilde yetiştirebilir, karanlığı mağlûb edebiliriz.
mansurturgutk@gmail.com