Geçenlerde Hıyanet İşleri Başkanı Ali (Ş)Erbaş denen zevat, erinmemiş, yorulmamış, tam 15 bin km yol katedip Avustralya’ya “birtakım temas”larda bulunmak üzere gelmiş.
Görünüşte gelme amacı Yeni Zelanda’daki alçak saldırıdan sonra Avustralya’da yaşayan başta Türk toplumu olmak üzere Müslüman topluma moral vermek, destek olmakmış. Bu amaçla da Melbourne ve Sydney’de bazı toplantılara katılıp konuşmuş, Melbourne Belediye Başkanını falan ziyaret etmiş.
Anlayacağınız devletin kasasından gelmiş, gezmiş, yemiş, içmiş, bir camide akşam namazı kıldırmış, ardından da cemaate birazdan aktaracağım herzeleri anlatıp geldiği Hırsızlar Diyarına defolup dönmüş.
Daha önce Yeni Zelanda terör mağdurlarını ziyarete giden iki bakanın yaptığı gibi devletin kasasından milyonları harcayıp kendisine tahsis edilen özel uçakla mı yoksa tarifeli uçakla mı geldi buraya bilmiyorum. Zırhlı mersedesle gezip jakuzili lüks konutunda kalırken bunları düşünüp düşünmediğinden emin değilim, neyse nasıl geldiğiyle fazla ilgilenmiyorum.
Beni asıl ilgilendiren bu Hırsız’ın DİB’inin buradaki cemaate ettiği nasihatler. Şerbaş denen bu zat yaptığı konuşmada “Kuran ve Sünnet çizgisinde talebe yetiştirirsek İslamofobiacılara malzeme vermemiş oluruz.” demiş.
Sanki bağlı bulunduğu Hırsız’ın vermediği malzeme kalmamış gibi bunu söylemesi tabii ki bizi şaşırtmadı. Hizmetin okul, üniversite, dershane, yurt ve okuma salonlarına harami gibi çöküp, el koyup kapattıktan sonra ülkenin eğitim ve ahlak seviyesinin geldiği nokta ortada.
Namaz kılmayı geç deist olduğunu savunan imam hatip öğrencileri, Sansar Vakfı iş birliğiyle tecavüz ve tacize uğrayan erkek-kız çocukları, besmeleyle camide rüşvet alan memurlar, imam odasında tecavüze uğrayan kadınlar, kurban için toplanan paraları iç edip kaçan müezzinler ve daha kim bilir ne rezillikler zaten hep sizin Kuran ve Sünnet çizgisinde yetiştirdiğiniz nesillerin vermediği malzemeler değil mi?
Bu arsızın DİB’i konuşmasının devamında “Zulme uğrayan bütün insanların yanında yer almalıyız.” diyerek ne kadar insancıl bir ikiyüzlü olduğunu da sergilemiş.
Ülkede işsiz bırakılan yüz binler, hapse atılan on binler, bebekleriyle zindanlara tıkılan kadınlar, tedavi edilmelerine izin verilmeyip demir parmaklıklar ardında yaşamını yitiren masumlar, zulümden kaçmak isterken Meriç’in karanlık ve soğuk sularında yiten garipler ve daha niceleri sanki Patagonya’da yaşıyormuş gibi utanmadan, sıkılmadan kafasında sarık sırtında cübbeyle üstelik bir camide bunları söyleyebiliyor.
Hangi zulmü gördün de bugüne kadar ağzını açıp tek kelime ettin be hey Dilsiz Şeytan, Ahir Zamanın Taylasanlı Süfyan Yardakçısı…
Bir de “Müslüman terörist olmaz.” diye beylik cümleler savurmayı da ihmal etmemiş. Doğru, Müslümandan terörist olmaz ama içli köfte, mantı ve sarma yapıp parasını fakir çocuklara veren ablalardan, yaşlı teyzelerden terörist olur.
Akşama kadar köfte arabasıyla sokak sokak dolaşıp köfte satarak yurt yaptıran, eve zar zor götürdüğü ekmekten kısıp himmet ederek şu okulun bir tuğlası da benden olsun diyen seksenlik aksakallı dedelerden terörist olur.
Tek işi matematik, fizik, coğrafya gibi ders anlatmak olup kendini öğrencilerine adayan öğretmenlerden silahlı terör örgütü mensubu olur velhasıl bağlı olduğun Hırsız’ın pisliklerini ortaya çıkaran polislerden, savcılardan terörist olur ama Müslümandan terörist olmaz, öyle mi?
Sizin gibi tufeyli satılık mahluklar varken başka teröriste ihtiyaç mı var, düşün milletin yakasından yeter, bir de pisliklerinizi kendi lağımlarınızda bırakın, ta buralara kadar taşımayın…yilmazhepcakar@gmail.com