Tarihi eser olarak anılan Hüsnü’l-Muhadare fi Tarihi’l-Mısr ve’l-Kahire kitabını, biraz tanıtmak istiyorum: Süyuti bu kitabında, Mısır’la alakalı Kuran-ı Kerim’de açıkça, işaret edilerek ve kinaye türünden 18 ayet tespit etmiş ve kısaca bunları tefsir etmiştir. (adı geçen eser 12-16)
Aynı konu ile alakalı onlarca Hadis-i Şerif tespit etmiş ve onları tahlil etmiştir. (a.g.e. 16-26).
Eski ve yeni Mısır tarihini, coğrafyasını, coğrafi bölgeleri ve özelliklerini, tabii afetlerin öncesini ve sonrasını, ev sahipliği yaptığı Allah’ın Nebi ve Resullerini, Nuh Tufanının öncesini ve sonrasını tarihi ve sosyal yönleriyle inceden inceye anlatmıştır. (age. 27-97)
İmam Muhammed b. Rabi, Mısır’a gelmiş olan sahabeleri bir ciltlik bir kitapta toplayarak, yüz kırk küsur sahabe ismi tespit etmiştir. Ayrıca, İbn Sad, Tabakatında, İbn Abdulhakem ve İbn Yunus da yazdıkları tarihlerinde aynı sahabe isimlerini zikretmişlerdir. Fakat Süyuti, Hüsnü’l-Muhadere adlı kitabında Mısıra gelmiş olan 300’den fazla sahabeyi derlemiştir. Bunlardan birkaçını zikredelim:
Cibril’in zaman zaman Allah Resulüne, onun suretinde indiği ve yüzünün güzelliğiyle dillere destan olan Hz. Dıhye Mısır’a, Allah Resulünün Mukavkıs’a yazdığı mektubu ulaştırmak üzere elçi olarak gönderilmiştir. (a.g.e. 150)
Mukavkıs’a mektup götürenlerden biri de Hatip b. Beltaa’dır.
Zübeyr b. Avvam, servetinin çokluğuyla bilinirdi. Yanında dünyalık çok şey tutmaz, onları tasadduk ederdi. Mısır fethinde hazır bulunmuş bir sahabedir.
Sad b. Ebi Vakkas, ensardan Cabir b. Abdullah b. Amr gibi zatlar Mısır fethinde bulunmuşlardır.
Abdullah b. Amr b. As da Mısır fethine katılmış ve burada vefat etmiştir.
Cahiliye döneminde, Hz. Ömer ve Hz. Osman b. Affan da ticaret için Mısır’a gelmiş ve Hz. Osman bir müddet İskenderiye’de kalmıştır.
Süyuti bu kitabında, birkaçının ismini yazdığım, bayan sahabelerden de birkaç ismin olduğu 357 sahabeyi, kim olduklarını, nerelerde vefat edip kabirlerinin nerelerde olduğunu açıkça yazmıştır.
Süyuti, bu eserinde ayrıca hadis rivayet eden tabiinin meşhurlarını da teker teker tespit etmiş ve kısaca onların hayat hikayelerini vermiştir. Bunların sayısı da 70 kadardır. Ancak fazla meşhur olmayanlar ile tebei tabiinin meşhur olanlarını da ilave ettiğimizde tam 271 şahsı kısa hayat hikayeleriyle kayıt altına almıştır. O günün şartlarını düşünürsek, bu kadar ismi tayin ve tespit etmek için birkaç mahir insanın, yüzlerce cilt el yazma kitabı karıştırması ve incelemesi gerekmektedir.
Süyuti, gerek kendi meşhur hocası Bulkini gibi müçtehitlik mertebesine gelmiş, ve gerekse İmam Şafii gibi mezhep müçtehidi olan 76 zatı kısa hayat hikayeleriyle tanıtmıştır. Ayrıca ilim ve hadis erbabı için çok önemli olan bir şey daha yapmıştır ki bu da ciddi bir çalışma mahsulüdür. Mısırda bulunan veya yetişen, yüzbinin üzerinde hadisi şerifi metin ve ravileriyle birlikte ezberlemiş olan 102 hadis hafızını da tanıtmıştır ki cidden bu olağan üstü bir çalışmadır. Kadı’l-Kudat İbn Hacer el-Askalani, Nureddin Hafız el-Heysemi gibi zatlar bunların meşhurlarındandır.
Süyuti, Mısır’da onlarca kitap yazmış, müftülük ve kadılık yapmış, talebe yetiştirmiş ve irşad vazifesinde bulunmuş büyük Şafii alimlerinden 102 zatı da ele almış ve kısaca onların biyografilerini vermiştir. Bununla beraber 92 Maliki, 58 Hanefi ve 21 Hanbeli fakihini de tanıtmıştır.
Kuran hadimi olan Süyuti, haliyle Kuran’la alakalı Kıraat alimlerini terk edemezdi. Nitekim 135 kadar, kıraat imamı olan zevatı yazmıştır. Mısır’da salih, zahid ve tasavvuf erbabı sufilerden 91 ismi kısa hal tercümeleriyle tanıtmıştır. Arap Dili ve edebiyatı ile ilgili Büyük Nahiv ve Lügat üstatlarından 29 şahsı tanıtmıştır. Mısırda bulunan akil insanlar, evvelkilerin ilimlerini bilen Hükema, Tabipler ve Müneccimlerden 55 kişiyi tanıttığı gibi, büyük tarihçilerden 27 kişiyi, şair ve ediplerden de 92 kişiyi tanıtmıştır. Bunlardan meşhur Şair Mütenebbi ile İskenderiye’de kabri bulunan Kaside-i Bürde sahibini anmamak mümkün değildir.
Süyuti’nin hadis ilmine olan vukufiyetine ve ehil kişiliğine Risale-i Nur’da da işaret edilmektedir. Bediüzzaman hazretleri kendisinden, “uyanık iken, çok defa sohbet-i Nebeviyeye mazhar olan” (Sözler, s. 451), ve “sahih hadislerin elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan ayırt eden” insan olarak bahseder. (Mektubat, s. 114). Bediüzzaman, Mucizat-ı Ahmediye Risalesi’nde hadislerin nasıl bir süzgeçten geçtiğini, İslam alimlerinin ne kadar hassas davrandıklarını ve başta mezhep imamları olmak üzere asırlar boyunca bu alanda yapılan titiz çalışmayı örnekleriyle aktarmaktadır. Bu hususla alakalı olarak, “… Ehl-i keşfin tasdikiyle, yetmiş defa Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselam temessül edip, yakaza halinde onun sohbetiyle müşerref olan Celaleddin Süyuti gibi veli alimler ve muhakkikler, ahadis-i sahihanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan ayırt ettiler” ifadelerine yer vermektedir. (Mektubat, s. 114) Bu ifadelerle, Süyuti’nin hadis konusunda yapmış olduğu tebrike şayan çalışmasına işaret edilmektedir.
Süyuti, tasavvuf alanında da önemli bir yere sahiptir. Büyük velilerin sahabelere yetişememesinin izahı yapılırken, Risale-i Nur’da kendisinin adı da geçmektedir: “Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar olan bir zat, senelerle seyr ü süluka mukabil hakikat nurlarına mazhar olur. Çünkü, sohbette insibağ ve inikas vardır. Malumdur ki, inikas ve tebaiyetle, o nur-ı azam-ı nübüvvetle beraber en azim bir mertebeye çıkabilir. Nasıl ki, bir sultanın hizmetkarı ve onun tebaiyeti ile öyle bir mevkiye çıkar ki, bir şah çıkamaz.
“İşte şu sırdandır ki, en büyük veliler Sahabe derecesine çıkamıyorlar. Hatta, Celaleddin Süyuti gibi uyanık iken, çok defa sohbet-i Nebeviyeye mazhar olan veliler, Resul-i Ekrem (a.s.m.) ile uyanıkken görüşseler ve şu alemde sohbetine müşerref olsalar, yine Sahabeye yetişemiyorlar. Çünkü, Sahabenin sohbeti, nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.) nuruyla, yani nebi olarak onunla sohbet ediyorlardı; veliler ise, vefat-ı nebeviden sonra Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamı görmeleri, velayet-i Ahmediye (a.s.m.) nuruyla sohbettir. Demek, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamın onların nazarlarına temessül ve tezahür etmesi, velayet-i Ahmediye (a.s.m.) cihetindedir, nübüvvet itibariyle değildir. Madem öyledir; nübüvvet derecesi velayet derecesinden ne kadar yüksek ise, o iki sohbet de o derece tefavüt etmek lazım gelir.” (Sözler, s. 451)
Süyuti’nin isminin zikredildiği konulardan birisi de, eskiden kahinlik adı verilen ve günümüzde medyumluk olarak devam eden, insanlara çok büyük zararlar verebilen meslekle ilgilidir. Bu meslek felsefe kökenli olup iman ehline büyük zarar verebilmekte, su istimallere uğramaktadır. Bu konudaki bir doğru söze on yanlış kelam katılmakta ve doğru-yanlış birbirinden ayırt edilememektedir. Bir ölçü olmadığından ötürü kötü ruhlu ve şeytanlara yardım eden cinler, bu işle meşgul olanların kalbine ve İslamiyet’e zarar verebilmektedir. Çünkü, maneviyat adına İslam hakikatleri ve genel kurallara aykırı haberler verilmekte, kötü ruhlar kendilerini iyi ruh olarak lanse etmektedirler. Dolayısıyla kendilerini büyük veli zanneden kimseler, İslam esaslarına aykırı sözler sarf edip gerçekleri değiştirmek suretiyle bazı safdilleri kandırabilmektedirler:
“Evet, dinden gelmeyen, belki felsefenin hassasiyetinden gelen ruh çağırma da, gerçek olmayan edep dışı bir harekettir. Çünkü ala-yı illiyyinde ve kudsi makamlarda olanları esfeli safilin hükmündeki konuma ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek gibi tam bir ihanettir ve bir hürmetsizliktir. Adeta bir padişahı kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir. Belki bizzat hakikat ve edep ve hürmet ve istifade odur ki, Celaleddin Süyuti, Celaleddin Rumi ve İmam Rabbani gibi zatların seyrü süluk-i ruhanileri gibi seyrü süluk ile yükselerek o kudsi zatlara yanaşmak ve istifade etmektir.” (Emirdağ Lahikası, s. 379-380)
Süyuti, aynı zamanda ilmi kariyerinin yanında örnek ahlakı ile de herkesin sevgisini kazandı. Kimseden ihsan ve hediye talep etmediği gibi kabül de etmedi. Çok büyük geçim sıkıntısı çektiği zaman, çok zengin olan kütüphanesinden bazı kitaplarını satma pahasına da olsa hediye kabul etmemeyi tercih etti. 1505 yılında Mısır’da Hakk’ın rahmetine kavuştu. Türbesi, Kahire’de Babü’l-Karafe civarındadır.
Eserleri
Celaleddin Süyuti’nin yazdığı kitaplar, hem sahalarına göre hem sayı olarak bir makalede anlatılamayacak kadar çoktur. Onları evvela ana başlıklarıyla vermeye çalışalım: Kuran İlimleri, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Usul (metodoloji), Tarih, Tabakat (tefsir, hadis, fıkıh, vs kitap yazanların tanıtılması), Biyografi, Seyahatler, Lügat, Nahiv, Belagat, Edep, Tasavvuf, Tıp vs. gibi onlarca ilim dalında yüzlerce kitap yazmıştır. Süyuti’nin Hayatını müstakil kitap halinde yazanlar bu eserleri teker teker tanıtmışlardır. Mahmud Şelebi bu zatın, muhtelif ilim dallarında altı yüze yakın eser yazdığını ve bunları bizzat gördüğünü bildirmektedir. Eserlerinin önemli bir kısmının derleme olması ve değişik kaynaklardan aldıklarını aktarması, çalışmalarına bir eksiklik getirmediği gibi, bazı konuların günümüze kadar ulaştırılıp insanların istifadesine sunulmasında önemli katkısı olmuştur. Çünkü Süyuti, hemen her konuda eser yazmış olan velud bir zattır. Yukarıda bahsi geçen Tefsirül-Celaleyn adlı eseri, Osmanlı coğrafyasında da asırlarca tanınmış ve ders kitabı olarak okutulmuştur. Başlıca eserlerinden birkaçı da şunlardır:
el-İtkan fi ulumi’l-Kuran
Ed-Dürrü’l-Mensur fi’t-Tefsir bi’l-Mesur
Lübabü’n-Nukul fi Esbabi’n-Nüzul
el-Elfiye fi’l-Kırati’l-Aşere
Tedribü’r-Ravi fi-Şerhi Takribi’n-Nevevi
el-Hadisü’n-Nebeviyy’ü-Şerif ve Ulumihi
Tabakatü’l-Huffaz
Caniu’l-Ahadis
Makaleyi hazırlarken istifade etti ğim kaynaklar:
” İlahiyat Akademi Dergisi, Suyuti’nin Hadis Tenkitçiliği, Recep Aslan
Hüsnü’l-Muhadara fi Tarihi’l-Mısr ve’l-Kahire
El-İmam Suyuti, Dr. Mahmud Şelebi