Mansur Yavaş’ın 2014 yılında da kazandığından hareketle Ankara’da yarışmayı yine önde bitireceğini birçok kişi gibi tahmin etmiştim hatta seçim süreci boyunca yapılan kara propaganda Yavaş’ın yarışta önde olduğunun bir nevi habercisiydi.
Ancak İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun kazanacağına hiç ihtimal vermiyordum. Hatta Ankara için adeta çırpınan Erdoğan’ın İstanbul için o kadar endişeli görünmüyor oluşu da dikkat çekiciydi.
İmamoğlu’nun kazanamayacağındaki en temel saikim, Erdoğan’ın İstanbul’u asla kaybetmeyi göze alamayacağından hareketle mutlaka buna yönelik masabaşı önlemleri alacaklarını düşünüyordum. Dün Binali Yıldırım’ın basın açıklamasını izlediyseniz ve buna Erdoğan’ın balkon konuşmasını da eklerseniz İstanbul ile ilgili sürecin tamamlanmamış olduğunu ve geçersiz oylar üzerinden yine bir film çevrileceğini görmüşsünüzdür.
İmamoğlu’nun AKP’nin agresif, kaba ve yalanlar üzerine kurulu seçim propagandasına karşılık çok şirin kalacağını ve Binali Yıldırım gibi başbakanlık da yapmış kamuoyunun tanıdığı bir isme karşılık kimsenin tanımadığı bir aday olarak şansı olmadığını düşünmüştüm. Hatta İmamoğlu’nun adaylığı ilan edildiği zamanki alttan alan hatta Binali Yıldırım’ın istifa etmemesini bile eleştirmeyen tavrının işe yaramayacağını sanmıştım.
Peki büyük dezavantajlara rağmen, birçoğumuzu da yanıltarak İmamoğlu neden kazandı?
Öncelikle aritmetiği değiştiren olguyu en başta zikretmek lazım: HDP’nin İstanbul’da aday çıkarmaması ve tabanının önemli bir kısmının İmamoğlu’na oy vermesi. Nasıl 2014 yılında HDP’nin hem de Sırrı Süreyya Önder gibi ağır bi topu aday göstererek AKP lehine bir icraat yapmış olduğu yorumları yapıldıysa bu kez da aday göstermeyerek AKP’nin aleyhine vurucu bir karar almıştı. Ekrem İmamoğlu seçim süreci boyunca yapılan kirli propagandanın gazına gelmeyerek kendisine seçim kazandıracak olan stratejik HDP oylarını kaybettirecek bir hata yapmadı. İstanbul’da AKP’ye kaybettirmek üzerine plan yapan HDP de 7 Haziran’da baraj geçmesi için kendisine emanet gelen oylara vefasını hem de büyükşehir belediye başkanlığı hediye ederek göstermiş oldu. Hoş Demirtaş o gece daha sonra Kandil’in azarını yeme pahasına emanet oylara teşekkür etmişti ama dünden beri kimse HDP’yi ağzına almaya cesaret edemiyor.
Aslında tarihin tekerrür ettiği bir anı yaşadık evvelsi akşam. Hani tam oturmasa da “Geldikleri gibi gittiler” tarzı bir film seyrettik. 1994 yılında İstanbul’u ve Ankara’yı Refah Partisi nasıl kazandıysa benzer sahneler yaşandı hem seçim akşamı hem de seçim sürecinde. Erdoğan ve Gökçek belediye başkanı seçildiklerinde sabaha kadar sandıkların peşinde koşmuşlar, o zamanki onlara pek pas vermeyen medyanın rakiplerini kazanan ilan etmesine aldırmadan tutanakların peşinde koşmuşlardı. AKP medyası kadar kadar iğrenç ve mide bulandırıcı olmasa da o zaman da medya Erdoğan ve Gökçek’e karşıydı. Şimdi ne akım kaldı ne medya. Halbuki Gökçek ve Erdoğan o zaman dahi diğer adaylarla defalarca televizyonda programa çıkmışlardı.
Erdoğan’ın orantısız güç kullanmasına, medyasından yapılan iftiralara karşı İmamoğlu sakinliğini bozmadı. Hele hele havuz medyasındaki kibir abidesi konuşmacılar öyle bir sürreal tablo çizdiler ki İmamoğlu mağdur ve haksızlık yapılan bir adaya dönüştü. Zaten iki kez havuz medyasına çıktı ve seçimi kazandı. Bir tanesinde Turgay Güler denen zeka özürlü diğerinde de Kılıçdaroğlu karşısından sevimsiz kahkahalar atan kadının programına. Eğer bu iki programı izleyen ve fanatik derecede bir angajmana sahip olmayan kim olsa İmamoğlu’nun duruşu ile kendisini fark ettirdiğini görebilirdi.
İmamoğlu’na kazandıran en büyük gerçeklik ise sahada olması oldu. Seçim akşamı bazıları gibi kafayı çekmedi, arazi olmadı, korkmadı ve gece boyunca seçmeni ile iletişim halinde oldu. Ve bu iletişimi gerçek kılan şey de sandıklarda kurduğu ağ idi. “Elimde ıslak imzalı tutanaklar var, rakamları biliyorum” demeseydi sistem durduğu zaman aynı geçen seçimde Ankara’da olduğu gibi fişi çekip manipülasyonu yapacaklar ve tekrar fişi taktıklarında işi bitirmiş olacaklardı. Hala geçersiz oylar üzerinden bir şeyler deneyeceklerini bir kez daha hatırlayalım.
Şimdi gelelim esas soruya…Türkiye’nin kaderinin, devletin rejiminin değiştiği ve bütün bu mutlak gücün kayıt altına alınarak Erdoğan’ın ellerine verilmesini sağlayan 17 Nisan referandumundaki CHP ihaneti dünkü seçim zaferinden sonra bir kez daha kendisini göstermiştir. CHP ve Kılıçdaroğlu referandum akşamı ayyuka çıkan, pervasız oy hırsızlığı ve mühürsüz oylar üzerinden yapılan katakulliye karşı en ufak bir direnç göstermediler ve buna karşılık hiçbir hazırlıklarının olmadığını çaresizce insanlara izlettiler. Hele Kılıçdaroğlu’nun o gece yapmış olduğu basın toplantısı ancak AKP tarafından görevlendirilen biri olsa o derece konuşurdu. Ama dün İstanbul’da neye tanık olduk? Demek ki isteyince olabiliyormuş. 17 Nisan ve 24 haziranda bu kadar teyakkuzda olmayışları İmamoğlu’nun İstanbul için kurduğu sistemi bütün teşkilatları ile kuramamış olmaları bu ülkeye yapmış oldukları ihanetten başka bir şeye karşılık gelmiyor.
Seçimi İmamoğlu’na kazandıran başka bir etkenin de Saadet Partisi olduğunu düşünüyorum. Saadet Partisi İstanbul’da büyükşehir başkan adayı çıkararak büyük bir stratejik hamle yapmıştır. Nasıl mı? Eğer Saadet kendi adayını çıkarmamış olsaydı geçen seçimlerden hareketle biliyoruz ki Saadet tabanında CHP’ye yöneliş hiçbir zaman masa başındaki planlamalar gibi olmuyor. Kemik Saadet tabanı bütün hakaretlere rağmen son anda bir CHP’liye oy vermektense gidip AKP’ye oy vermeye daha yatkın. Siyasal İslamcılık geni bu. Hatta sabah saatlerinde Malatya’daki cinayet üzerine Erdoğan’ın neredeyse ağlamaklı, derinden üzülmüş gibi konuşmasının altında bu gerçek yatıyor. Ama Saadet tabanı kendi adayı olduğu için ne AKP’ye ne CHP’ye, an azından kendi adayına oy vererek kendisine bir alternatif bulmuş oldu. DSP yönetiminin de bu seçimde epey bir gelir elde ettiğini not düşelim. Ama bu gelir kurumsaldan ziyade kişisel gibi duruyor.
Sonuç olarak İstanbul’da ve Ankara’da kavl-i leyin mi kazandı? Tek başına değil ama şüphesiz etkisi oldu. Bunda herkes için dersler var. Ama bahar geldi saçmalıklarına da pek itibar etmemek gerekiyor. Bundan sonra olası iç siyasi tahminlerini de bir sonraki yazıya bırakalım.