İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Edirne cezaevinde tutuklu olarak bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile ilgili olarak,
Siyasette aktif olduğu dönemde çizdiği çizgiyi beğenenlerden biriydim. Gerçekten de barışçıl, uzlaşmacı ve evrensel değerleri öne çıkaran dili vardı. Bundan da çok mutluluk duydum. Hatta kendi adıma bunun Türkiye için bir fırsat olabileceğini ve birçok duvarı yıkabileceğini de dile getirdim. Bugün de hala aynı kanaatteyim” dedi.Erbil merkezli Rudaw’a konuşan İmamoğlu, belediyenin kültür programlarında Kürtçenin de görülebileceğini ifade etti.İmamoğlu’nun verdiği bazı cevaplar şöyle:
Seçim kampanyasına başlayacağız zaman, adaylığınız ilan edildikten sonra kampanyanızın ana momenti olarak neyi seçtiniz? Ne eksikti kazanmak için ya da İstanbul’u değiştirmek için?
Bana göre İstanbul’un ve Türkiye’nin en büyük sorunu partizanlık. Yani şu anda İstanbul’u yöneten kişiler partisi için çalışıyor. Hata belki partisinin yöneticileri için çalışıyor. Kendisi için çalışıyor. Bence bu anlayış değişmeli. Partiler siyasal süreçte birer hizmet aracıdır. Yönetime geldiğiniz andan itibaren sizi oraya getiren halkı düşünmeli ve onlara hizmet etmelisiniz, aldatmamalısınız. Kazanmak için her yol mubahtır dememelisiniz. İnsanı kazanmanın, insanların rahatını sağlamanın en önemli unsur olmasını sağlamalısınız. Dolayısıyla dayanak olarak en başta bunu seçtim. Partizanlığı yok edeceğim, herkesi kucaklayacağım dedim.
Bazı şeyleri söylemek kolay değildir, cesaret ister. Ortada bir Partiniz var, ittifakınız var İyi Parti, ama ben “İstanbul ittifakının oyuna talibim” dedim ilk gün. Bu tamamen özgün ve kişisel fikrimdi. İstanbul ittifakı içinde herkes vardı. Ben daha iyi bir şehirde yaşamak istiyorum, sosyal çevresi kuvvetli olsun istiyorum, anlayışı ne olursa olsun kentte mutlu olmak istiyorum. Toleransı yüksek bir şehirde olmak istiyorum, herkesin bir birine saygı duyduğu, özgürlüğün ve mutluluğun hâkim olduğu, çocukların iyi eğitim aldığı, herkesin eşitlenebildiği bir kentte yasamak istiyorum ki kentler aslında eşitlik duygusunu besleyen merkezlerdir. Yani insanlar kırsaldan kente göç ederken yaşadıkları en büyük motivasyon duygusu eşitlenme duygusudur. Dolayısıyla bütün bu unsurları ruhunda hisseden kişi işte benim bahsettiğim İstanbul ittifakıdır. Bakmıyorum ki A, B, C, D, partisine. Bu bakımdan bu özgün ruh bence kampanya sürecinin en ana gövdesini oluşturdu. Elbette daha sonra ihtiyaç duyulan alanları belirleyip insanların ihtiyaçlarına daha mikro ölçekte dokunduk ama yola çıkışımızın hattı ve ana çizgisi bu kurgu üzerinden yürüdü diyebilirim.
Toplumun ihtiyacı olan her unsuru karşılamakla yükümlüsünüz
Elimizdeki verilere göre İstanbul’da yaklaşık 6 milyon civarında Kürt var. Kürt seçmenlerin büyük bir kısmı size oy verdi gibi görünüyor. Ebetteki yol, köprü ve altyapı hizmetleri herkes için yapılıyor ama Kürtlerin farklı beklentileri var, bu kapsamda size dönük başka sorumluluklar yükleniyor haberiniz var ya da yok bilemiyorum, ne vadediyorsunuz kolektif haklar konusunda, özellikle belediyenin yapabilecekleri konusunda?
Öncelikle şunu söyleyeyim İstanbul kentini oluşturan nüfusla ilgili herkesin bir iddiaları var. Ama bu beni ilgilendirmiyor. Beni 16 milyon insan ve bu insanların duyguları ilgilendiriyor. Bunun içerisinde inanç özgürlüğü çok temel bir şey. Yani bir inanç grubunun hâkimiyeti değil, her inanç grubun kendi alanında özgürce inancını yerine getirebilme özgürlüğü çok önemli bir şey. Yaşam özgürlüğü çok önemli. Bu yaşam özgürlüğünden bahsederken ebette ki şehrin kurallarına uyacaksınız, ebetteki şehrin prensiplerine sahip çıkacaksınız ama yaşam alanlarınız da kendinize özgün, haklarıyla yaşamınızı sürdüreceksiniz. Çevre, eğitim vs. bütün bu kavramlar herkes için geçerli. Yani benim Kürt hemşerilerin çocuğu için ayrı bir gelecek tasarlayacağım veya Türk hemşerimin çocukları için ayrı, ya da başka bir etnik köken için ayrı bir gelecek tasarlayacağım mümkün değil. Böyle bir anlayışı zaten şehirde yaşatamazsınız. Sosyolojik ihtiyaçları olabilir ki şu bir realite.
Özellikle son dönemlerde yakın dönem büyük göçlerin belli bir kısmını Kürt vatandaşlarımızın göçü. Belirli sebeplerden dolayı tabi. Burada çok önemli bir şey var. Kesinlikle intibak meselesi var ve bunu aşmamız lazım. En başta kim burada sıkıntı çekiyor kadınlar ve çocuklar çekiyor. Sıkıntıyı çeken kitlelerle ilgili, intibak sürecini hızlandırıcı, kente uyum sağlayan ve uyum sağlarken kentle birleşebilen örneğin kadınların iş gücüne katılmasını sağlamak gibi. Veya çocuklarının daha iyi eğitim almalarına fırsat tanımak gibi. Yaptığımız araştırmalarda okul öncesi eğitime en az katılan özellikle şehrin varoş diye tabir edilen bölgelerinden olduğunu görüyoruz ki ben İstanbul’da böyle tarif edilen yerler kalsın istemiyorum. Dolayısıyla biz onları da hayat tutundurmalıyız. Bu tür problemleri aşmak benim Kürt hemşerime de hizmet etmem anlamına geliyor.
Kürt hemşerimin başka ihtiyaçları da vardır. Bana diyorlar ki “biz dilimizi öğrenmek istiyoruz”. Gayet doğal tabi. Kendi ilçemizde bile bu talepte bulunan insanların Belediyenin yapabileceği bir kurstur bir eğitimdir bunda hiçbir sıkıntı yok ki. Bırakın benim Kürt vatandaşlarımı. Nijeryalısı geliyor diyor ki ben şu dili öğrenmek istiyorum. Yine ilçemde yaşadığım bir konu ev ziyaretleri esnasında üç dört kadın grubuna katıldım, oy da aldığımız bir kitle değildi. Dediler ki, “Başkanım Arapça kursuna ihtiyacımız var” dediler. Bilmiyordum Neden diye sordum ilahiyat okuduklarını söylediler. Açık öğretimde ilahiyat olduğunu gerçekten bilmiyordum ama üç yıldır Beylükdüzü’nde Arapça kurslarımız var. Toplumun ihtiyacı olan her unsuru karşılamakla yükümlüsünüz.
Kürtçe de söyleyebilir, Lazca da, Ermenice de söyleyebilir
Belediyenin kültür programlarında Kürtçeyi de görebilecek miyiz?
Niye olmasın? Bir kültür programında Kürtçe şarkı söyleyen bir gurubun gelip orda şarkı söylemesine kim mani olabilir? Kürtçe de söyleyebilir, Lazca da, Ermenice de söyleyebilir. Bu şehirde biz dünyanın her bölgesinden insanları getirip onların kültürlerini sahneliyorsak benim vatandaşımın diliyle orada bir kültürel faaliyette bulunamasa neden karşı olalım? Bunları aşmamız lazım. Bu toplum bunları aşarsa inanın en büyük kardeşlik, en büyük birlik orda olur. Benim ana unsurlarım var. Ben vatanımı ve milletimi çok seviyorum, topraklarımı çok seviyorum, her karışını ayrı seviyorum. Ben bu vatanın insanlarına hayranım. Diyarbakır’a, Muş’a, Erzurum’a da hayranım. Rize’ye de Sinop’a da, Kastamonu’ya da hayranım. Her yerin ayrı bir rengi, ayrı bir sıcaklığı var. Biz kısıtlayarak kardeşliği yaratamayız. O kardeşliği yaratmak için insanların özgürlüğü hissetmeleri lazım. Gerçekten ihmal etiğimiz, sıkıntı çektiğimiz taraflar var. Geçmişte yapılan hatalar var. Olabilir, biz hatalarımızla bir aradayız. Biz niye 2019 yılındayız e o zaman 1700 küsülerde yaşayalım bu mümkün değil. 2019’da yaşıyorsak geçmişten bu güne gelen tecrübelerle bu günün mükemmelini yakalamakla ve geleceğe daha iyi bir Türkiye bırakmakla mükellefiz. Ben bu ülkenin bölünmez bütünlüğüne sahip çıkmaktayım, ben bu ülkenin bayrağına ve milli birliğine sahip çıkmaktayım. Milli birlikten kastım burada yaşayan insanların halkların birlikteliğinden bahsediyoruz.
CHP Kürt sorununun çözümünü programına da aldı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak sizin biraz da bu şehri aşan bir konumunuz da bulunuyor. Kürt sorunu hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıl bakıyorsunuz?
Aslında olaya etnik tanım üzerinden “sorun” dediğiniz zaman sanki Kürt vatandaşlarıma haksızlık yapılıyormuş gibi bir hisse kapılıyorum. Aslında olaya “Kürt sorunu” gibi değil de biraz daha insani gözle bakmak gerekiyor. Baktığınızda aslında o zaman etkinleştirirsek işi bazı konular aslında hepimizi ilgilendiriyor. Örneğin bu ülkede gelir adaletsizliği var mı? Evet var. Bu temel sorunlardan bir tanesi, e bunun Kürt sorunu ile hiç bağlantısı yok kardeşim dediklerinde, sadece Kürt kardeşimin dilini mi konuşacağız, hayır bağlantısı var ekonomik bağlantıları var, eğitimsel bağlantıları var. Dolayısıyla “Kürt sorunu” dediğimiz zaman o bile ayrımcılık başlatıyor. Hâlbuki eşitlenme duygusu yurttaş eşitliğinden bahsetmeliyiz. Diğer türlü başka etnik kavramlar ürettikçe bu vatanı bölmeye başlıyorsunuz. Her etnik kavram başka etnik grupların içerisinde kendine has değerlere kitlenmesine veya orada kendine muhafaza alanı üretmesine neden olur ki bu sefer tepki doğuran başka bir gurubun varlığını sanki tanımlamış olur. Ben buna karşıyım. Ben İstanbul ittifakı, 16 milyon yurtsever insanın ittifakı diyorum. 16 milyon bu şehire bağlı yurttaş diyorum. Bu kavramları bu şehirde canlı tutuğunuz zaman ki benim tabirini kabul etmediğim Kürt sorununu da çözmüş olursunuz, başka sorunları da çözmüş olursunuz. Eşitlenme duygusu çok değerli bir şey. Bu aslında evrensel demokrasinin değerlerini bu şehre ya da bu ülkeye yansıtabilmektir. Uluslararası düzeyde ve başka ülkelerde bunun uygulanmış biçimleri var. Ama işi bu kadar mikro guruplara, etnik kökenlere, hata bazen inanç gruplarına dağıttığınız an sorunu büyütüyorsunuz, çözüm de çıkmıyor oradan.
Demirtaş’ın barışçıl, uzlaşmacı ve evrensel değerleri öne çıkaran dili vardı
Seçimlerden önce Selahattin Demirtaş’ın bir twit attığı ve böylece Kürt seçmenin oylarını size konsolide ettiği belirtiliyor. Bunu duyduğunuzda ne hissettiniz? Bir de Türkiye’de açlık grevleri konusu var ve kritik aşamaya ulaşmış durumda. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ben hukukun üstünlüğüne inanan biriyim. Hukukun yavaş işlediği ya da hukukta çifte standarttın oluştuğu yerde süreçlerin topluma bir fayda getirmeyeceği kanaatindeyim. Ben Sayın Demirtaş’la ilgili süreci birebir irdeledim, araştırdım ve bu konuda fikir sahibiyim dersem sizi de yanıltmış olurum. Ancak suçların netleşmediği ve insanların fikirleri nedeniyle ya da söyledikleri bazı sözlerden dolayı suçlandığında yaşadığı ızdırapları bu ülke geçmişte çokça çekti. Eğer örnek verirsek bunu yaşayanlardan biri de Sayın Cumhurbaşkanı. Dolayısıyla Sayın Demirtaş’ın siyasette aktif olduğu dönemde çizdiği çizgiyi beğenenlerden biriydim. Gerçekten de barışçıl, uzlaşmacı ve evrensel değerleri öne çıkaran dili vardı. Bundan da çok mutluluk duydum. Hatta kendi adıma bunun Türkiye için bir fırsat olabileceğini ve birçok duvarı yıkabileceğini de dile getirdim. Bugün de hala aynı kanaatteyim. O dilin geçerli olduğu bu ülkede çok daha mutlu olabileceğimizi görüyorum. Bu bağlamda böyle siyasi bir çizgisi olan bir insanın benim hakkımda pozitif bir şey söylemesi elbette beni mutlu etmiştir. Tabi bu söylem seçmende ne kadar etkili olur, olmaz bu benim tespit edebileceğim bir şey değil. Ama elbette beni mutlu etmiştir.
Sosyal medyada sizinle röportaj yapacağımızı duyurduğumuzda Erbil’den bir arkadaşımız, “İstanbul’un Erbil’i kardeş şehir seçmesini isteriz, bu olur mu?” sorusunu size sormamızı istedi. Ne bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Olabilir tabi, konuşuruz. Tabi kardeş şehir politikaları sürdürülebilir olmalı. İlçe düzeyinde de bunu yaparken çok araştırdık. Çünkü bazen anlık karar veriyorsunuz ama çok işlemiyor. İlk önce kardeş kent politikaları ne durumda, neler yapılmış, onları analiz edeceğiz. Ama Erbil artık o bölgenin önemli bir kenti ve önemli bir ticaret merkezi. Orada ticaret yapan çok arkadaşım var ve beklentileri oldukça yüksek. Erbil’in hızlı geliştiğini de biliyorum. Bu bağlamda mutlaka düşünürüz. Karşılıklı diyaloglar kurar, konuşur ve hep birlikte karar veririz.