SEMİH ARDIÇ-TR724.COM
31 Mart 2019 Pazar günü yapılan Mahallî İdareler Genel Seçimi’nde İstanbul, Ankara, Antalya gibi büyükşehirleri kaybeden Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın sandıktan çıkan mesajı anlamış gibi yapıp bildiğini okuması Türkiye için esas beka meselesidir.
Erdoğan’ın “yedek lastiği” Devlet Bahçeli’nin “Sandıktan çıktı diye kabul edecek değiliz.” hezeyanı da tesis ettikleri ittifakın sadece isminin cumhur olduğunu göstermiştir.
YENİ BİR TERTİP Mİ?
Halkın iradesinin tıpkı 7 Haziran 2015 tarihli Milletvekilliği Genel Seçimi’nin akabinde yapıldığı gibi suni bir şekilde tırmandırılan terör ve şiddet hâdiseleri üzerinden ters yüz edilmesi gibi bir teşebbüsün neticeleri bu defa çok ağır ve hazin olabilir.
21 Nisan 2019 Pazar günü Ankara Çubuk’ta Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef alan saldırı, mafya lideri Sedat Peker’in seçimden evvel yaptığı “göreve hazırız” mesajlarını hatırlattı.
Menfir hâdisenin teferruatına girmeden bir iki tespit ve hatırlatma:
Sokakta gerilimi tırmandırıp halkın iradesini “İktidara ver kurtul” diye baskı altına almak ateşle oynamaktır.
HALK NEFRET DİLİNDEN BIKTI USANDI
31 Mart’ta sandıktan çıkan mesaj “dışlayan değil kucaklayan bir siyaset” hasretinin mücessem haliydi.
Halkın mührü AKP’den alıp kendisine takdim ettiği muhalefete düşen vazife bu mesajın izini sürmek ve o iradeye sımsıkı sarılmaktır.
Mahallî idarelerde 25 sene, merkezi idarede 17 sene boyuncu inşâ ettikleri rüşvet havuzunu ve rant nizamını ayakta tutamayacağını anlayan AKP cenahı özel harp taktiklerine sarılacağını beyan ve fiilleri kendisi ortaya koydu.
Demokrasiyi bir sonraki durakta inilecek tramvay olarak görenlerin kaybettikleri seçimi hazmetmeleri kolay olmayacak.
AKP, İSTANBUL’DA ATEŞE ODUN TAŞIYOR
Üç haftadır İstanbul’da bahane üzerine bahane ile Ekrem İmamoğlu’nun demokratik bir mücadelede elde ettiği zafere şaibe düşürme gayretinin arka planında AKP tabanını CHP’ye karşı bileme gayretleri dikkatten kaçmıyor.
O bahanelerden nihai olanı AKP’nin demokrasiden ve seçme hakkından ne anladığını cümle âleme ispat etti.
AKP tarafından 20 Nisan’da Yüksek Seçim Kurulu’na verilen dilekçeye iliştirilen 13 bin civarında kişinin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile memuriyetten ihraç edildiği belirtildi.
KHK MAĞDURUNU GAZ ODASINA ATIN KURTULUN!
Neymiş efendim! KHK’lılar oy kullanamazmış! Seçim Kanunu’nda olmayan bir hükmü icat ederek mağdur ettikleri on binlerce insanı bu defa seçme hakkından mahrum bırakmak istiyorlar.
İdarî bir karar seçme hakkının önüne nasıl geçebilir? Müteakip adımda fiilen ölüme terk ettiğiniz KHK mağdurlarını 1939-1945 seneleri arasında Adolf Hitler’in yaptığı gibi gaz odalarına mı atacaksınız?
Zulmün menbaı zulümmüş. AKP’ye bakınca bunu anlıyoruz.
DEMİR NASIL SOĞUYACAK?
AKP lideri Erdoğan her ne kadar “Demiri soğutma vakti.” dese de demiri kızdıran ve nefret siyaseti üzerine taht kuran birinin bu sözleri yalancı çobanı hatırlatıyor.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu hedef gösteren beyanları “Devletemiz vazife verirse hazırız. Silahlanın.” diyen güruh tarafından emir telakki edildi.
Maalesef Türkiye, Ankara’nın Çubuk ilçesinde 2’nci 7 Haziran terbiti ile karşılaştı. Kılıçdaroğlu, Hakkari’de şehit düşen askerin cenaze namazı için geldiği mahallede linç edilmek istendi.
Tekme ve yumruklarla saldıran gruba polis ve jandarmanın müsamahakâr tavrı Sivas Madımak katliamını seyreden güvenlik güçlerini hatırlattı.
LİNÇ NE VAKİTTEN BERİ PROTESTO OLDU?
İnsanlıktan çıkmış güruha Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar elinde megafon, “Arkadaşlar mesajınızı verdiniz. Artık yeter!” diye seslendi. Linç ne zamandan beri mesaj vermek, tepki göstermek oldu?
Ankara Valiliği’nin saldırıya dair beyanatı Akar’ın hezeyanını mumla aratacak kadar vahim. Valilik, Kılıçdaroğlu’na saldıran azgın kalabalığı “protestocu grup” diye niteledi.
Saldırının fâillerinin kimliği henüz meçhul. Köylülerin “Bu köyden değiller.” sözleri ciddiyetle tahkik edilmeli.
YAKIN O EVİ YAKIN!
Polisin Kılıçdaroğlu’nu apar topar götüdüğü evin etrafını ablukaya alan saldırganların “Yakın o evi yakın!” sözlerini duydukça dehşete düşmemek mümkün mü? Neyse ki Kemal Bey o can pazarından sağ salim kurtuldu.
Kılıçdaroğlu’nun makam arabasını taşlayanlar AKP lideri Erdoğan’ın ve onun emrindeki gazete ve televizyonların “terörist, vatan haini” sloganlarını tekrarlıyordu.
Erdoğan’ın üç rey fazla almak için ektiği nefret tohumları ana muhalefet partisi liderinin canına mâl oluyordu.
BAŞTAN SONA ZAFİYET
Kılıçdaroğlu’nu zırhlı polis taşıtı ile o evden çıkaran Ankara Emniyet Müdürlüğü ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) organize saldırıya dair hiç mi istihbarat almadı? İstihbarî bilgi alındıysa niye böyle bir saldırıya mani olunmadı?
KHK mağdurlarının eylemine yüzlerce polis ve TOMA ordusu ile müdahale eden, anayasanın verdiği toplantı ve yürüyüş hakkını kullanmak isteyenlerin başına balyoz gibi inen Emniyet teşkilatı Kılıçdaroğlu’nun linç edilmesinden birinci derecede mesuldür.
En hafif tabiriyle zafiyet her safhada kendini ele vermiştir.
KADINLARI İTİP KAKAN POLİS ÇUBUK’TA NEZAKET ABİDESİ
Kocaeli Gebze’de çocukları açlık grevinde olan annelerin demokratik eylemine müdahale eden, kadınları itip kakan, tartaklayan polis Ankara Çubuk’ta gözü dönmüş bir güruha karşı nezaket abidesiydi.
Şehit yakınlarının acısını istismar edenlere gösterilen müsamaha Çubuk saldırısının yeni bir tertip olabileceğini akıllara getirdi.
Saldırının akabinde “hak, hukuk ve adalet” mücadelesinde kendisini yıldırmak isteyen iktidara boyun eğmeyeceğini tekrar eden Kılıçdaroğlu, “Ankara Büyükşehir’den bindirilmiş kıtaları Çubuk’a kimlerin götürdüğünü biliyorum. Hepsinin hesabını soracağım. O köylülerin kabahati yok.” sözleri ile köylülerin, “Dışarıdan geldiler.” beyanatı bildik karanlık ele işaret ediyor.
O KARANLIK EL HİÇ YABANCI DEĞİL!
O “karanlık el” Ankara’nın dehlizlerinde neşvü nema bulmuş özel harp zihniyetidir. O el, 6-7 Eylül 1955’te İstanbul Beyoğlu’nda, 1980’den evvel Çorum ve Kahramanmaraş katliamlarında, 1990’larda 33 insanın diri diri yakıldığı Sivas Madımak’ta ve İstanbul Gazi Mahallesi’nde ve daha nice karanlık hâdisede tetiği çeken, fitili ateşleyen eldi.
Erdoğan’ın gözünü kan bürümüş oportünist bir siyasetçi olduğu 7 Haziran 2015 hezimetinin akabinde Türkiye’nin içine düştüğü şiddet sarmalında esefle müşahede edilmişti.
15 TEMMUZ DA ARTIK PRİM YAPMIYOR
1 Kasım 2015’te o kirli taktiğin işe yaradığını gördüğünde 15 Temmuz 2016’nın vizesini de almış oldu. Ne vakit köşeye sıkışsa o karanlık eli tutuyor. O karanlık elden medet umuyor.
Üç senedir 15 Temmuz yalanları ile iktidarının bütün kir ve pasını halkın nazarından kaçırmaya muvaffak oldu.
31 Mart’ta o tiyatro çadırının başına yıkıldığını görünce tekrar o karanlık elle el sıkıştı. Muhalefeti marjinalleştirecek tertiplerin ilki Çubuk’ta icra olundu.
ÖMER EL BEŞİR’İN ZULASINDA ÇIKAN 140 MİLYON DOLAR
Bir parantez: Sudan’da devrik lider Ömer-el Beşir’in zulalarından 140 milyon dolar çıktı. Sudan’da Hizmet Hareketi okullarının kapatılması için Maarif Vakfı’nın dağıttığı rüşvetler bile olabilir çuval ve bavullardan çıkan dolarlar.
Daha bir ay evve sağ tarafında darbenin 1 numarası general oturuyordu.
Ömer-el Beşir’in bileklerine kelepçeyi takmaya gelen askerlerin başında o general vardı. Şimdi Sudan’ın devrik liderinin bütün yolsuzlukları tek tek teşhir ediliyor.
BÖYLE BİR İKLİMDE KRİZDEN ÇIKMAK MÜMKÜN DEĞİL
Alçakça senaryolarda halihazırda Erdoğan’a destek veriyormuş gibi görünen o karanlık elin günün sonunda kimin elinden tutacağı tam bir muammadır.
Türkiye’nin mevcut krizinin üzerine böylesini ucuz ve kirli tertiplerle iç karışıklık da ilave edilirse krizden suhuletle çıkmak mümkün değildir.
Türkiye’nin risk primine yarından itibaren iç karışıklık riski de ilave edilecek maalesef.
Körükledikleri ateş evvela iktidarlarını yakıp kül edecek.
Siz de insaftan eser kalmadığını herkes biliyor.
Mamafih yine de tekrar ediyorum: Kıymayın Efendiler, bu memlekete kıymayın!