Uluslararası İlişkiler ve Sosyal Bilimler profesörü ANWAR ALAM 370 sayfalık bir kitap yazarak Hizmeti ve M. Fethullah Gülen Hocaefendi’yi tanıtmaya çalıştı. Soldan birisi olarak on sene çalışarak bu eserini ortaya koydu. Dünyanın pek çok yerinde kitabın tanıtımını yapıyor ve yapmaya devam edecek.
Kendisine bu tanıtım sırasında bilhassa kitabını inceleyen akademisyenler tarafından çeşitli sorular soruluyor. O da cevaplar veriyor. Mesela, “Niçin on sene bekledin?” sorusuna, “On sene içinde Hizmetin başına öyle şeyler geldi ki, onları da inceleyip tahlil etmem gerekti ve böyle kitabın bitirilip tamamlanması geri kaldı.” Dedi.
“Niçin ‘Allah’ rızası” tabirini kullandınız? ‘God’ kelimesini kullanabilirdiniz?” sorusuna “Hizmet içinde böyle söyleniyor. Hizmet mensuplarını motive eden bir söz ve tabir olduğu için…” dedi…
Gerçekten de bazı şeyler özel isim gibidir, değiştirilemez. Ezan’daki kelimeler de böyledir. Onlar “Tanrı uludur” gibi kelimelerle değiştirilemez. 1971’de İzmir Sıkıyönetim Mahkemesinde ifade verirken ben hep “Bediüzzaman” diyordum. Savcı Nurettin Soyer ise, Mahkeme Heyetine “Bu sanık, burada bile ‘Said’ diyeceğine “Bediüzzaman” diyerek yani “Çağın Harikası” demek suretiyle propaganda yapıyor, dikkatinizi çekerim!” deyince, avukatımız Latif İslam Bey söz alarak, “Bediüzzaman ismi has (özel isim) dir. Mesela sayın savcı beyin ismi Nureddin, mânası da dinin nuru demektir. Şimdi gerçekten öyle midir?” dedi. Malum savcı dine, dindarlara karşı bir anlayışa sahipti. Avukatımızın bir izahına karşı sustu.
Bir soru da şöyle idi: “Kitabınızı son elli sayfasına kadar akademik tarafsızlığınızı korumuşsunuz. Ama ondan sonra artık Hizmet Hareketinin bir mensubu gibi ifadeler kullanmışsınız, neden?”
Cevaben: “Evet doğru… İtiraf edeyim ki, bu on sene içinde okuduklarım, gördüklerim ve yaşadıklarım bana o kadar tesir etti ki, sonunda kendimi bu iyi niyetli, mağdur ve mazlumların yanında buldum ve son bölümü o hissiyatla yazdım.” dedi.
Bu hususu bir yerde anlatıyordum, Gaziantepli bir esnafımız dedi ki:
“Bizim oraya da gelmişti. Bir ara gözlerinin yaşarmasına hâkim olmayarak şöyle dedi: “Ben sol anlayışa sahip birisiyim. Müslüman bir aileden geliyorum. Ama pek bir ilgim yoktu. Hocaefendi’nin kitaplarını okuyup siz samimi Müslümanları tanıdıktan sonra gerçekten Müslüman oldum. Çünkü Müslümanlığın güzelliğini idrak ettim.”
Bizim arkadaşlarla samimi bir ortamda sohbet ederken de şu tavsiyelerde bulundu:
“Bu hareket şu dört şeyi hiç terk etmemesi gerekir: “Âbilik ve ablalık devam etmelidir. Bu samimi ve fıtri bir hava veriyor. İnsan kendisinin iyiliğine vesile olan kimselere sevgi ve bağlılık hisseder. Kamplarınız devam etmeli. Başkaları da kamp yapıyor. Ama siz kamplarda kitap okuyor, ilmî fikri müzâkereler yapıyorsunuz. Bu husus, Hizmete özel… Sohbet-i cânânlarınız devam etmeli. Bu da Hizmetin özelliklerinden. Bir de maklûbe gibi kültürlerinizi terk etmemeniz lâzım, bu artık Hizmetin bir şiarı gibi olmuş. Böyle şeyler âidiyet duygusunu pekiştirir.”
Elmalılı Hamdi Yazır Alak Suresini tefsir ederken “Allah insanı alaktan yarattı” âyeti için farklı bir izah da getiriyor ve Allah’ın insanı alâkalardan yarattığını ifade ediyor. Sosyolojik, psikolojik alâkalara dikkat çekiyor. Onun için namazın cemaatle kılınması, Ramazan orucun toplu halde bir ayda eda edilmesi ve Hacda ihramlara bürünmüş bütün dünya Müslümanlarının beraber bir arada namazlarını, telbiyelerini edâ etmesinin bir hikmeti de bu İslâmî âidiyeti pekleştirmek olduğu âşikârdır.
aaymaz@samanyoluhaber.com