Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda hâlâ iyimser olan var mı? Bu kadar aksi gelişmeye rağmen aranızda iflah olmaz saflar varsa şu hikayeyi dinleyin. İlhan İşbilen, eski bir AKP milletvekili ve Hizmet Hareketini hedef alan ana davada yargılanıp ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi, onun da içinde bulunduğu sanıklarla ilgili 1308 sayfalık gerekçeli kararını 15 Ocak 2019’da tamamlayıp yayınladı. İşbilen, “FETÖ Çatı Davası” diye anılan davadaki işlemler hakkında “Gerekçesiz tutuklandığı, kişi hürriyetinin engellendiği, adil yargılama hakkının ihlal edildiği” gibi gerekçelerle, Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
AYM’nin Adalet Bakanlığı’ndan istediği görüş 20 sayfa olarak 7 Ocak 2019’da mahkemeye ulaştı. Tuhaflık burada başlıyor; zira 15 Ocak’ta tamamlanan gerekçeli kararın İlhan İşbilen’le ilgili bölümü aynen aktarılıyor. Aynı mahkemede başka bir dosyadan yargılanan İşbilen’in avukatları bu duruma tepki göstererek reddi hakim talebinde bulundu.
İşbilen’in Avukatı Uğur Poyraz, Adalet Bakanlığı’nın yazısındaki tarihin 7 Ocak, gerekçeli karar tarihinin 15 Ocak olmasına dikkat çekip reddi hakim istedi. Bakanlığın söz konusu karardan 8 gün önce nasıl haberdar olduğunu açıklayamayan Başkan Selfet Giray: “biz kimseye karar göndermedik” diyerek talebi reddetti.
Bakanlık zaman makinesini icat edip gelecekte seyahat yapamıyorsa bunun izahı şu: kararlar önce bakanlığın onayına sunuluyor; beğenilirse işleme konuyor. Tersi de mümkün, mahkemeler gerekçe yazmak zahmetine de katlanmıyorlar; kararla gerekçe paket halinde geliyor. Söylediklerim hayali bir şey değil, fazlasıyla örneği ve delili olan bir uygulama. Biraz hafıza tazelemesi yapalım.
TAHLİYE İÇİN HSK’YA SORUN TALİMATI
Mart 2018’de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında Adalet Bakanlığı’nın hakim ve savcılara eğitim kitapçığı dağıttığını açıkladı. Kitapçıkta ‘tahliye konusunda HSK ile mutlaka istişarede bulunulduktan sonra irade oluşturulacaktır’ deniliyordu. Açıkça ‘Bırakın son kararı, tahliyeyi bile bize sormadan veremezsiniz’ anlamına gelen kitapçığı önce Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit doğruladı. Hakimler Savcılar Kurulu Başkanvekili Yılmaz ile konu hakkında görüştüğünü söyleyen Cirit, konunun asıl muhatabının HSK olduğunu vurguladı. Yılmaz ise, “Belki kaleme alınırken o ilk zamanlarda dağınıklık, sıkıntılı uygulamaları gidermek ve bütünlüğü sağlamak için yapılan davranışlardır” cevabıyla talimatı doğruladı. Yılmaz, bilhassa yargılanan hakim ve savcılarla ilgili mahkemelerde olmayıp kendi havuzlarında bulunan bilgilerden dolayı bu talebi yaptıklarını savundu. Doğruysa bu da suç! Delil varsa herhangi bir idari kurulun havuzunda değil mahkeme dosyasında bulunur.
KAÇ İSMAİL KAÇ İLE BAŞLAYAN UYGULAMA
Filmi biraz daha başa saralım. Mahkemelere talimat servisinin suçüstü yakalandığı ilk olay ‘tarihe kaç İsmail kaç’ hadisesi olarak geçti. 17-25 Aralık soruşturmalarını yapan polislerin gözaltı süreleri bitmesine rağmen karar bir türlü verilemiyordu.
Avukat Ömer Kavili olayı gazetelere şöyle anlatmıştı: “Mahkemede ifade alma işlemleri devam ederken Hâkim İslam Çiçek, duruşmaya 5 dakika ara verdiğini söyledi. Sonra beklemeye başladık. Aradan 2 saate yakın zaman geçti. Avukat arkadaşlar ve CHP Milletvekili Mahmut Tanal ile Hâkim Bey’in odasına gittik. İçeri girdiğimizde odada 5 kişi vardı. Hâkim bize ‘güvenlik toplantısı’ yaptıklarını söyleyerek odadan çıkmamızı istedi. Mahmut Bey de kendisini tanıtarak açıklama yapılmasını talep etti. Bu sırada duruşmalar devam ederken toplantının kimlerle yapıldığını sorduk. ‘Kaç İsmail’ denilen kişi de odada ayakta duruyordu. Oturan kişilere kim olduklarını sorduk. Polis olduklarını söylediler. Ayakta duran kişiye sorduğumuzda ‘Ben polis değilim’ dedi. Arkadaşlarımız ‘Kimsin’ diye sordular ama kişi ismini söylemedi. Bu sırada Hâkim İslam Çiçek, ‘Kaç İsmail Kaç’ diye bağırdı. İsmail de hemen odadan çıktı ve koşmaya başladı. Arkadaşlarımız engel olmaya çalışırken kaçan kişi belindeki silahı tuttu. Hakimin duruşma sırasında kimliğini açıklamayan kişilerle konuşması normal değildir.” İradesini İsmail’e teslim eden yargıç Çiçek ödülünü Yargıtay’a seçilerek aldı.
İlhan İşbilen’le ilgili skandala imza atan mahkeme Başkanı Selfet Giray’ın ismi 28 Şubat yargı brifinglerini hatırlatan bir olayda daha geçmişti. Ekim 2017’de Polis Akademisi’nde Çalıştay düzenlenmişti. Hizmet Hareketini hedef alan davalarda görev yapan hakim ve savcıların katıldığı çalıştayda Giray da vardı. 28 Şubat Darbesi’nde hakim ve savcıları toplayıp nasıl karar vermeleri gerektiğini dikte edenler gibi, aynı uygulama bu dönemde daha sistematik yapılıyor.
Hakimlerin bu toplantıya katılması doğrudan ihsası rey anlamına geliyor. Hakimin yargıladığı kişilere karşı nötr olması olumlu veya olumsuz duygu taşımaması gerekiyor. Oysa Polis Akademisi’nde yaşanan tam şeytanlaştırma ayini. Bu ayine katılan yargıcın tarafsız kalması insan doğasına aykırı. Öfkeyle doldurulmuş yargıç bir kişiye bile fazladan bir gün ceza verse adalet yara alır. Kaldı ki yukarıda anlatılan olay hadisenin boyutlarını göstermeye yetiyor.
Söz açılmışken adı geçen çalıştaya dair bazı notlarımı da paylaşayım. ‘FETÖ Çalıştay raporu’ tek kelimeyle evlere şenlik. Ortaya çıkan metinde Şafak Ertan Çomaklı’nın kendini kurtarma çabası hissediliyor. Akın İpek’in şirketlerine el konulması için yazdığı bilirkişi raporu alay konusu olan Çomaklı’nın da moderatör olduğu toplantıdan çıkan kararlardan biri şu: “Bürokrasi klasik yöntemlerle bu mücadeleyi sürdürdüğü için FETÖ’ye bağlı şirketlerde yapılan incelemelerden fazla bir şey elde edilememektedir. Örneğin, Koza İpek ile ilgili MASAK ve Maliye Bakanlığının incelemelerinde hiçbir şey elde edilememiştir. Ayrıca, 15 Temmuz yaşandıktan bir ay sonra çıkan vergi affı ile FETÖ şirketlerinin geçmişe dönük 5 yıllık faaliyetlerinin üstü kapatılmıştır. Darbe girişimi olduktan sonra vergi affı “vergi barışı’’ olarak çıkarıldı ve tam tespitler yapılmadan sicil affı ile FETÖ kuruluşlarının hepsi vergilerinden kurtulmuş oldu. Şu anda geriye dönük FETÖ yapılanması ile ilgili hiçbir şirket ile ilgili vergi incelemesi yapılamamaktadır.” Verilebilecek en büyük ceza verilmiş, şirketlere el konulmuş; sahipleri ağır hapis cezasıyla karşı karşıya.. herhalde raporu yazanlar bunun farkında değil, ya da yine Şirinler Köyü ve Himmet Dede türü bir komiklik var.
Bir yerde cemaatin dershane gelirlerinin 8 milyon TL olduğu yazıyor üç-beş sayfa sonra rakam 8 Milyar TL’ye çıkıyor. ‘Milyor’ yazsa tashih der çıkarsınız ama o kadar basit görünmüyor, Çomaklı’daki arıza büyük!
Hakkında hiçbir delil bulunamayan ve kripto olarak adlandırılan kişilerin hayatı sosyologlar ve psikologlar aracılığı ile dakika dakika incelenip raporlanması da öneriler arasında. Bunun adı delil olacak!
‘İdare hukuku yönünden bakıldığında eğer şüphe varsa bu durumdan devlet istifade etmelidir.’ türü incilerin yanında, şu paragraftaki gibi hukuk cinayetleri de var: “FETÖ davalarında sanık sayısının oldukça fazla olduğu bilinmektedir. Şu an için 500 bin kişinin cezaevine konulması imkânı bulunmadığı gibi büyük kısmı Ankara ve İstanbul gibi büyükşehirlerde bulunan 500 bin kişinin yargılama imkânı da bulunmamaktadır. Bu konuyla ilgili bir strateji belirlenmeli ve bu stratejide örgütün üst düzey yetkililerinin belirlenerek, bu kişilerden başlayıp aşağı doğru inilmesi gerekmektedir.” 500 bin kişiyi kafadan suçlu ilan etmek onlara cezaevi hazırlamak…
Raporun en komik kısmı şurası: “27 Mart 2015 tarihde Polis Yüksek Öğrenim Kanunu’nda büyük değişiklikler yapılmıştır. Bu değişimin en büyük etkisi 15 Temmuz gecesi polis gücünün seçilmiş siyasî iktidarın ve millî iradenin yanında saf tutmasıyla görülmüştür.” Nasıl bir sihirli değnekmiş, yeni akademi kanunu bir yıl içinde bütün teşkilatı dönüştürmüş. Resmi rakamlara göre darbeye katılmamış ve direnmiş olmasına rağmen yaklaşık 41 bin polis ihraç edilmiş. 2 bin kişiyle yapıldığı iddia edilen darbeye bu 41 bin silahlı kişi katılsaydı sonuç ne olurdu? Benim yaptığımda iş mi, kalkmış bu adamlara mantıklı sorular soruyorum.
İsmail’i Adalet Bakanı yapsalar keşke; aradaki bürokrasi azalır, adalet hızlanır!