İşaret fişeğini dönemin AKP İstanbul il Başkanı Aziz Babuşçu atmıştı. Yeni bir süreç başlıyordu; daha doğrusu yeni bir evreye geçiliyordu.
2013’ün Nisanında Babuşcu, “10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde paydaş olanlar, gelecek 10 yılda olmayacaklar. …gelecek, inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak” dediğinde pek çok insan şaşırmıştı.
Bilhassa konuşmada zikrettiği ‘liberal kesim’ inanmak istemiyordu duyduklarına. Ama genelde siyasal İslamı, özelde Tayyip Erdoğan’ı yakın takip edenler için sürpriz değildi söylenenler. 1992’de Erdoğan’ın talebiyle Hayrettin Karaman öncülüğünde kurulan ekip bir yıl çalışıp rapor hazırlamıştı. Hazırlanan metne, Türkiye’deki siyasal islamın master planı diyebiliriz. O gün çizilen yol haritasında bir dönemeçti Babuşçu’nun sözleri. Aksaray’da bulunan ve sekreteryası da olan mekanda toplanan isimler şunlardı: Sabahattin Zaim, M. Akif Aydın, Mehmet Yazıcı, Ahmet Tabakoğlu, Ömer Dinçer, İrfan Gündüz, Raşid Küçük, Kerim Aytekin, Mehmet Erdoğan, Nazif Gürdoğan, Faruk Beşer, Abdülaziz Bayındır. Milli Görüş Hareketini ve Adil Düzen’i analiz edip siyasal islama format atan grubun lokomotifi Hayrettin Karaman’dı ve Erdoğanla birlikte projenin yüklenicisi olarak halen aktif.
Aslında filmi biraz daha başa sarıp bir İslam Hukuku (Fıkıh) hocası olan Karaman’a yakın çekimde bakmak gerekiyor. Henüz daha genç bir asistanken akranı olan ilahiyatçı akademisyenlerle beraber bir grup kuruyor. ‘Yeminliler Grubu’ diye bilinen ekip kendisini ‘Hizmet Nesli’ olarak tanımlıyor.
Karaman’ın ‘Bir varmış, bir yokmuş’ isimli hatıratından öğrendiğimize göre grubun amacı “İmam-hatiplerde sahih bir İslam’ı öğretmek ve öğrencileri eğitmek, sonra da bunlar vasıtasıyla halkımıza sahih İslam öğretim ve eğitimi yapmak.” Aralarındaki haberleşmeyi yazışma yoluyla değil, yılda iki kez İstanbul’da toplanarak sağlamayı planlarlar. Bu periyodun yetmeyeceği düşüncesiyle bir minibüs alıp, ‘kitap dergi dağıtımı’ perdesiyle şehirleri dolaşıp irtibatı temin etmeyi düşünürler. Ancak proje akim kalır. Ekip, Karaman’ın hayal ettiği performansı gösteremez ve o, yeminin peşinde neredeyse tek başına kalır. Tayyar Altıkulaç gibi isimler sosyal çabayı yeterli bulurken, Karaman siyasallaşmayı vazgeçilmez görür. Erdoğanla yolları kesiştiğinde yapışık ikizler gibi ayrılmamak üzere birleştiklerini biliyordu. ‘Yeminliler’in cemaat ve tarikatlar kadar etkin olamamasını karizma eksikliğine bağlıyordu. Aradığı karizma fazlasıyla Erdoğan’da vardı.
Bu arada Ensar Vakfı ve onun üzerinden Yenişafak gazetesini kontrolüne almayı başarır, Karaman. Ancak şansının gerçek anlamda döndüğü an Erdoğan’dan aldığı ‘Adil Düzeni’ revize teklifidir. Yukarda söz ettiğim ve mekandan dolayı Aksaray Grubu diyebileceğimiz ekibin hazırladığı Raporda “Parti Türkiye’de bir düzen değişikliği yapmak istiyorsa getireceği düzene geçiş aşamalarını tespit etmeli, ülkenin ve dünyanın içinde ilk aşamayı planlamalı, buna uygun bir parti programı oluşturmalıdır. İşte bu program İslami düzenin kendisi değil, ona götüren yolun başı, ona açılan kapı olacaktır.” Sonucuna varılmıştı. Bir anlamda AKP’nin temeli o raporla atılmıştı.
Karaman’ın 21 yıl sonra 25 Mayıs 2014’te Yenişafak’ta kaleme aldığı bir yazı o cümlelerin biraz daha açılmış hali gibidir. “İçinde bulunduğumuz şartlar, adım adım İslâm’a giderken bir aracın kullanılmasını zaruri kılarsa, o aracı kullanırız. Bu kavram olur, kurum olur, parti olur… O araç kullanıldığı zaman, amaca ulaşma açısından karşılaşılan netice önemlidir. Zaruret o aracı meşru kılar.” Erdoğan’ın ‘Gerekirse papaz elbisesi bile giyerim’ sözünün ilham kaynağı işte bu zihniyet. Makyavelizm tam da böyle bir şey.
Teorisyenliğini Karaman’ın yaptığı projenin hayata geçiricisi Erdoğan oldu ve süreç içindeki proaktif rolünü hiç elden bırakmadı. Bu yüzden ‘Makyavelist Kuklacı’ tanımlamasını fazlasıyla hak ediyor. Tıpkı İtalya’da Gladyo’yu yöneten P2 Locası gibi kuklacılığa soyunmuş durumda. Hedefe giden yolda ihtiyaç duyulan her türlü fetvayı üretmekle kalmıyor, Erdoğan ve icraatlarını meşrulaştırmak; olmuyorsa kafa karıştırmak için dini bilgisini kullanıyor. Devleti ve ona giden yolda araç olarak gördüğü partiyi kutsamaktan geri durmuyor.
STV ve Bankasya gibi pek çok kurumunda danışmanlık yaptığı Hizmet Hareketi’ni hep politik projesinin önündeki engel olarak gördü. Elini öpmeye gelen bürokratlara “Hani o ‘Cebrail gelip parti kursa desteklemem’ diyenler var ya onlara karşı uyanık olun” nasihatı vermekte sakınca görmedi.
Tam bu noktada yine Babuşcu’dan yardım alalım. Ne diyordu açık sözlü AKP’li Başkan: “AKP iktidarı 10 yılda çok şey yaptı, ancak yaptıkları devletin kurumsal hafızasına yazılmazsa bertaraf edilmesi çok kolay olur. Devletin kurumsal hafızasına düşülecek notlar açısından AK Parti çok daha uzun süre iktidarda olmak durumundadır” Tercümesi şu: iktidar olmak yetmez, devleti sıfırdan kurmamız gerekiyor. Hep eleştirdikleri cumhuriyet jakobenleri gibi, devlete tamamen hakim olmayı ve milleti adam etmeyi hedeflerine koydular. ‘Onların Köy Enstitüleri varsa bizim de İmam Hatiplerimiz var.’ dediler. Toplumu dönüştürmek için İHL’leri araçsallaştırıp yaygınlaştırdılar. İyiden iye bir ideolojiye çevirip içini boşalttıkları Politik İslam’ın taşıyıcısı zombiler yaratmak istediler her yaştan.
YOLSUZLUK HIRSIZLIK DEĞİLDİR
Konunun biraz daha vuzuha kavuşması için ‘Makyavelist Kuklacı’nın Erdoğan’ın yolundaki engelleri bertaraf etmek üzere ürettiği fetvalardan bir seçki yapmakta fayda var. Mesela belediyelerden İslamcı vakıf ve derneklere akıtılan dolaylı kaynakların rüşvet olmadığını iddia ediyor. Bunu eleştirenleri ‘Allahın nurunu söndürmeye çalışmakla’ suçluyor. “Devletle, belediyelerle işi olan kimseler, İslami hassasiyetleri olan yöneticilerin bilgisi dahilinde vakıflara bağışlarda bulunup sonra “iş ve ihale almak” gibi hususlarda bundan yararlanma amacı taşıyabilir. Bu amaç bilinmedikçe yöneticiyi ve vakfı hatalı görmek doğru olmaz. Buna rüşvet denmez.” Bu cümleler Karaman’a ait ve amiyane tabirle hoca ‘salağa yatıyor’. Paragraftaki önemli kelime ‘yöneticinin bilgisi dahilinde’. Sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek diye usul öğreten bir dinin mensupları, bağışlarını belediye yetkililerinin ‘bilgisi dahilinde’ yapıyor. Ama yöneticiler ve bağışı alan vakıf, adamın kalbini bilmediği için bu rüşvet olmuyor!
Başka bir örnek yolsuzluğun hırsızlık olmadığı iddiası. Karaman, yolsuzluk yapana hırsız diyeni ‘yalan söylemek, iftira etmekle’ itham ediyor. “Muhalif siyasetçilerin hedefi, her vasıtayı kullanarak iktidarı düşürmek olursa gerekli gördüklerinde abartıyı, yalanı, iftirayı, kumpası kullanırlar. Onlar, yolsuzluk yapan için bu kelimeyi kullanmak amaca hizmet etmezse daha yıpratıcı olan “hırsızlık” kelimesini kullanmakta sakınca görmezler. Ama dindar bir Müslümanın ağzından çıkan her sözün hesabının sorulacağı şuurunda olması ve buna göre davranması gerekir.” Burada sanatçı bir taşla iki kuş vuruyor. Teknik detaya boğarak ‘bizim çocuklara hırsız demeyin, günaha girersiniz’ tehdidinde bulunuyor. Ayrıca yolsuzluğun hırsızlıktan daha hafif olduğunu savunuyor. Oysa hırsızlıkta mağdur sınırlı sayıda iken yolsuzlukta bütün bir toplumdur. 80 milyondan çalmak nasıl bir kişiden çalmaktan daha hafif olabilir?
ŞAŞIRTAN YAZICIOĞLU ÖRNEĞİ
Karaman’ın en büyük gaflarından biri Muhsin Yazıcoğulu hakkında yazdıkları. Pireye kızıp yorgan yakılmaması gerektiğini anlattığı yazıyı hiç de bağlamı değilken şu cümlelerle bitirmişti: “Mecellemizin 26. Maddesi şöyle der: ‘Kamuya (ve bu arada ümmete) ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir.’ Siyasette olan selim akıl ve kalb sahiplerine de bu kuralı hatırlatıyor ve örnek olarak merhum şehid Muhsin Yazıcıoğlu’nu dua ile anıyorum.”
AKP ve Erdoğan, Yazıcıoğlu’nun ölümü üzerindeki şüphe bulutlarının dağılmasını engelleyici bir duruş sergiledi. Takipsizlik kararı veren savcı Habip Korkmaz terfi ettirildi, şu anda Kocaeli Başsavcısı; takipsizlik kararını kaldıran Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ahmet Maden önce tenzil ile Kayseri’ye sürüldü. 15 Temmuz’dan sonra da ihraç edilip tutuklandı. ‘Soruşturmayı Erdoğan engelliyor’ iddiaları ortadayken bu satırları yazmak tesadüf olmasa gerek. Karaman, itikat ve fıkıhta geleneğe ve mezhepçiliğe ne kadar karşı ise siyasette o ölçüde geleneği günümüze taşımakta beis görmedi. Kundaktaki şehzadelerin katline fetva veren selefleri gibi devlet uğruna her türlü hukuksuzluğu ve cinayeti tecviz etmeye devam ediyor.
Deniz Baykal’ın bir kaset kumpasıyla görevden düşürüldüğü günlerde Karaman, ‘Günah kasetleri ve teşhiri’ başlıklı bir yazı yazdı. “Kanunların izinsiz dinleme ve görüntüleri kaydetmeyi yasaklaması durumunda -aksine bir zaruret bulunmadıkça- bu yasağa uymak gerekir. İslam ahlakına göre de insanların gizledikleri davranışlarını bilmek ve görmek için teşebbüste bulunmak (tecessüs) menedilmiştir. Ama gizlenen kusur ve günah kamuyu ilgilendiriyor ve bilinmemesi kamuya zarar veriyorsa devreye ‘zaruret’ girer ve zaruri olarak tespit ve gerektiği kadar teşhir edilir.” Erdoğan miting meydanlarında ‘Ne özeli, genel genel’ diyerek skandalı siyasi ranta dönüştürürken, fetvacısı da görevinin hakkını vermiş! Makyavel’in dediği gibi hedefe giden her yol mübah nasılsa…
Kemalistlerin fetvacısı Sabih Kanadoğlu vardı; rejimin bekası için gerekirse Anayasayı kanırtabilen ya da Vural Savaş’ı vardı, başbakana bile ‘vampir’ diyecek kadar ileri giden. Erdoğan’ın ise Hayrettin Karaman’ı ve Diyanet’i var, ihtiyaca göre fetva üreten. Aradaki fark sadece sakal değil, birinciler hukuku çalıyordu, ikinciler hem hukuku hem dini çaldılar.