Deutsche Welle Türkçe’den Burcu Karakaş’ın haberine göre; üniversite ikinci sınıf öğrencisiyken tutuklu yargılandığı davada savunma yaparken mahkeme heyetine böyle seslenen gencin adı Mahir Mete Kul’du. 20 yaşındaki delikanlı, bir satranç turnuvasından evine dönerken polisin Genel Bilgi Toplama (GBT) sorgulaması için içinde bulunduğu aracı durduğu gün arandığını öğrendi.
2017 yılında GBT sorgusunun ardından gözaltına alınan gencin şaşkınlığı bununla bitmeyecekti: İzmir’de Gençlik Federasyonu adlı dernekte üç sene boyunca örgütsel faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderildi. Hücre arkadaşı da tutuklu bir öğrenciydi. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi Berkay Ustabaş’ın yalnız kaldığı hücreye getirilmesiyle iki genç birbirlerine yoldaş oldular.
“Okulum, mesleğim, her şeyim yarıda kaldı”
İki arkadaş, Silivri Cezaevi’nde 20 gün kaldıktan sonra Kırıkkale F Tipi Cezaevi’ne gönderildi. Mahir Mete Kul, koğuşa girdiklerinde arkadaşına cezaevi girişinde kıvırcık saçları uzun olduğu için kötü muameleye maruz kaldığını anlatmıştı. Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde dokuz ayı beraber geçirdiler. Kul’un aleyhine ifade veren tanık, İzmir’de 2011-2013 yıllarında örgütsel faaliyetlerde bulunduğunu iddia etmişti. Mahir Mete, çıktığı ilk duruşmada mahkeme heyetine bahsedilen tarihlerde ortaokul öğrencisi olduğunu hatırlatarak, “Hayatımda bir defa gittim İzmir’e, o da ağabeyimin nişanı için” diyebilmişti. Bahsedilen derneği ise keman kursu verildiği için birkaç kez ziyaret ettiğini ifade ederek eklemişti:
“Okulum, mesleğim, her şeyim yarıda kaldı. Şu an gidemediğim okulun parasını ailem ödüyor. Başka bir şey söylemeyeceğim.”
“Hayat dolu, coşkulu, sıradan bir gençti”
Mahir Mete, okul taksitlerini ödeyebilmek ve harçlık biriktirmek için satranç eğitmenliği yaptığını heyecan içinde hücre arkadaşı Berkay’a anlatıyordu. Onun için hayatın anlamı satrançtı. Maddi durumları iyi olmadığından çalışmak durumundaydı ama sevdiği işi yaptığı için zoruna gitmiyordu. Yunanistan’a gittiğinde de aklında para kazanmak adına satranç eğitmenliğine devam etmek vardı. Ancak cezaevinden çıktıktan sonra devam edemediği okulu gibi bu hayali de yarım kalacaktı.
Arkadaşı Berkay Ustabaş’ın anlatımıyla, coşkulu, hayat dolu, neşeli, moralini her daim yüksek tutmaya gayret eden, meraklı ve satranç sevdalısı bir çocuktu. DW Türkçe’ye konuşan arkadaşı Ustabaş, siyasi nedenlerle cezaevine girip çıkan bazı gençlere “marjinal” yakıştırması yapıldığını söyleyerek, en çok bu ön yargıya karşı bir çift söz etmek istiyor:
“Sıradan bir genç düşünün. Sıradan bir gencin güldüğü şeylere güler, sıradan bir gencin eğleneceği şeylerle eğlenirdi. Pop müzik de dinlerdi, türkü de… ‘Yüzüklerin Efendisi’ filmlerini severdi. En sevdiği kitap, Hasan İzzettin Dinamo’nun ‘Savaş ve Açlar’ romanıydı. Mektuplarında hep o kitaptan bahsederdi.”
22 yaşındaki gencin en sevdiği roman, savaş koşullarında yaşam mücadelesi veren ve yaşanan sıkıntılara göğüs germekte zorlanan bir ailenin dağılmaya giden sürecini anlatıyordu.
Cezaevinden çıktı, şampiyon oldu
Mahir Mete Kul, altı yaşında başladığı satrancı tutkuyla seviyordu. Turnuvalara lise yıllarında gitmeye başlamıştı. Cezaevine girmeden kısa bir süre önce katıldığı 29 Ekim Cumhuriyet Kupası Satranç Turnuvası’nda şampiyon olmuştu. Cezaevinde uygulanan kitap yasağı kalktıktan sonra istediği ilk kitaplar satranç üzerine olmuştu. Satranca içeride de olabildiği kadar çalışmaya çabalıyor, “paslanmaktan” korkuyordu. Bu endişesini arkadaşı Berkay’la dışarıda görüştüklerinde de paylaşmıştı.
“İmkânı olsaydı burada yaşamak isterdi”
Mahir Mete’nin yargılandığı dosyada ceza almasını gerektirecek somut deliller yoktu ancak içeriden çıktığından beri tedirginlik yaşıyordu. Bir daha cezaevine girmek istemiyor, diğer siyasi davalarda verilen yüksek cezaları görünce ürküyordu. Bu nedenle anne ve ağabeyin yanında Yunanistan’a gitmeye karar verdi. Gittiğini öğrendiğinde arkadaşları şaşırmadılar, gitmesini bekliyorlardı çünkü hapis cezası tehlikesinin yanı sıra, “Bu ülkeyi yaşanmaz kılıyorlar” düşüncesine sahip olduğunu da biliyorlardı. Yunanistan’a üç ay önce yerleşen ailesine maddi destek sağlamak istiyordu.
Mahir Mete Kul, bir arkadaşı ve kendilerini kıyının öte yanına geçirmek üzere botu kiralayan kişinin de bulunduğu botun 24 Mart’ta alabora olması sonucu kayboldu. Cansız bedenine ise iki gün önce ulaşıldı. Berkay Ustabaş, en zor zamanını beraber geçirdiği arkadaşını yitirmenin tarifsiz acısını yaşıyor. Aynı zamanda tepkili de:
“Bu hadise, münferit bir hadise değil. İnsanlara, ‘Ya sev ya terk et’ deniyor. Mete zorunda kaldığı için gitti. İmkânı olsaydı burada yaşamak isterdi…”
“Bizi bu koşullara sürükleyenler sorumlu”
nne Ünzile Araz, “Çocuğumun ölü ya da diri bulunmasını istiyorum” çağrısıyla sosyal medyadan sesini duyurmaya çalışıyordu. DW Türkçe’ye konuşan anne Araz, metanet içinde en küçük çocuğu olan Mahir Mete’yi şöyle anlatıyor:
“O benim en küçüğümdü. Benim çocuğum devrimcilerin içinde büyümüştü. Anadolu kültürüyle büyüdü. Satranç kupaları vardı, üniversite okuyordu. Sakin bir çocuktu, hırçın değildi. Hiç kötü bir şey yapmadı, hepsi güzel şeyler ne yaptıysa…”
Ünzile Araz, oğlunun kendisini çok özlediğini, aileyi birleştirmek istediklerini, yola umutla çıktığını söylüyor. “Yoksa”, diyor, “O yolun ölüm yolu olduğunu biz bilmiyor muyduk? Biz de biliyoruz. Bizi bu koşullara sürükleyenler sorumlu.”
Burcu Karakaş / Deutsche Welle Türkçe
Deutsche Welle Türkçe’den Burcu Karakaş’ın haberine göre; üniversite ikinci sınıf öğrencisiyken tutuklu yargılandığı davada savunma yaparken mahkeme heyetine böyle seslenen gencin adı Mahir Mete Kul’du. 20 yaşındaki delikanlı, bir satranç turnuvasından evine dönerken polisin Genel Bilgi Toplama (GBT) sorgulaması için içinde bulunduğu aracı durduğu gün arandığını öğrendi.
2017 yılında GBT sorgusunun ardından gözaltına alınan gencin şaşkınlığı bununla bitmeyecekti: İzmir’de Gençlik Federasyonu adlı dernekte üç sene boyunca örgütsel faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderildi. Hücre arkadaşı da tutuklu bir öğrenciydi. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi Berkay Ustabaş’ın yalnız kaldığı hücreye getirilmesiyle iki genç birbirlerine yoldaş oldular.
“Okulum, mesleğim, her şeyim yarıda kaldı”
İki arkadaş, Silivri Cezaevi’nde 20 gün kaldıktan sonra Kırıkkale F Tipi Cezaevi’ne gönderildi. Mahir Mete Kul, koğuşa girdiklerinde arkadaşına cezaevi girişinde kıvırcık saçları uzun olduğu için kötü muameleye maruz kaldığını anlatmıştı. Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde dokuz ayı beraber geçirdiler. Kul’un aleyhine ifade veren tanık, İzmir’de 2011-2013 yıllarında örgütsel faaliyetlerde bulunduğunu iddia etmişti. Mahir Mete, çıktığı ilk duruşmada mahkeme heyetine bahsedilen tarihlerde ortaokul öğrencisi olduğunu hatırlatarak, “Hayatımda bir defa gittim İzmir’e, o da ağabeyimin nişanı için” diyebilmişti. Bahsedilen derneği ise keman kursu verildiği için birkaç kez ziyaret ettiğini ifade ederek eklemişti:
“Okulum, mesleğim, her şeyim yarıda kaldı. Şu an gidemediğim okulun parasını ailem ödüyor. Başka bir şey söylemeyeceğim.”
“Hayat dolu, coşkulu, sıradan bir gençti”
Mahir Mete, okul taksitlerini ödeyebilmek ve harçlık biriktirmek için satranç eğitmenliği yaptığını heyecan içinde hücre arkadaşı Berkay’a anlatıyordu. Onun için hayatın anlamı satrançtı. Maddi durumları iyi olmadığından çalışmak durumundaydı ama sevdiği işi yaptığı için zoruna gitmiyordu. Yunanistan’a gittiğinde de aklında para kazanmak adına satranç eğitmenliğine devam etmek vardı. Ancak cezaevinden çıktıktan sonra devam edemediği okulu gibi bu hayali de yarım kalacaktı.
Arkadaşı Berkay Ustabaş’ın anlatımıyla, coşkulu, hayat dolu, neşeli, moralini her daim yüksek tutmaya gayret eden, meraklı ve satranç sevdalısı bir çocuktu. DW Türkçe’ye konuşan arkadaşı Ustabaş, siyasi nedenlerle cezaevine girip çıkan bazı gençlere “marjinal” yakıştırması yapıldığını söyleyerek, en çok bu ön yargıya karşı bir çift söz etmek istiyor:
“Sıradan bir genç düşünün. Sıradan bir gencin güldüğü şeylere güler, sıradan bir gencin eğleneceği şeylerle eğlenirdi. Pop müzik de dinlerdi, türkü de… ‘Yüzüklerin Efendisi’ filmlerini severdi. En sevdiği kitap, Hasan İzzettin Dinamo’nun ‘Savaş ve Açlar’ romanıydı. Mektuplarında hep o kitaptan bahsederdi.”
22 yaşındaki gencin en sevdiği roman, savaş koşullarında yaşam mücadelesi veren ve yaşanan sıkıntılara göğüs germekte zorlanan bir ailenin dağılmaya giden sürecini anlatıyordu.
Cezaevinden çıktı, şampiyon oldu
Mahir Mete Kul, altı yaşında başladığı satrancı tutkuyla seviyordu. Turnuvalara lise yıllarında gitmeye başlamıştı. Cezaevine girmeden kısa bir süre önce katıldığı 29 Ekim Cumhuriyet Kupası Satranç Turnuvası’nda şampiyon olmuştu. Cezaevinde uygulanan kitap yasağı kalktıktan sonra istediği ilk kitaplar satranç üzerine olmuştu. Satranca içeride de olabildiği kadar çalışmaya çabalıyor, “paslanmaktan” korkuyordu. Bu endişesini arkadaşı Berkay’la dışarıda görüştüklerinde de paylaşmıştı.
“İmkânı olsaydı burada yaşamak isterdi”
Mahir Mete’nin yargılandığı dosyada ceza almasını gerektirecek somut deliller yoktu ancak içeriden çıktığından beri tedirginlik yaşıyordu. Bir daha cezaevine girmek istemiyor, diğer siyasi davalarda verilen yüksek cezaları görünce ürküyordu. Bu nedenle anne ve ağabeyin yanında Yunanistan’a gitmeye karar verdi. Gittiğini öğrendiğinde arkadaşları şaşırmadılar, gitmesini bekliyorlardı çünkü hapis cezası tehlikesinin yanı sıra, “Bu ülkeyi yaşanmaz kılıyorlar” düşüncesine sahip olduğunu da biliyorlardı. Yunanistan’a üç ay önce yerleşen ailesine maddi destek sağlamak istiyordu.
Mahir Mete Kul, bir arkadaşı ve kendilerini kıyının öte yanına geçirmek üzere botu kiralayan kişinin de bulunduğu botun 24 Mart’ta alabora olması sonucu kayboldu. Cansız bedenine ise iki gün önce ulaşıldı. Berkay Ustabaş, en zor zamanını beraber geçirdiği arkadaşını yitirmenin tarifsiz acısını yaşıyor. Aynı zamanda tepkili de:
“Bu hadise, münferit bir hadise değil. İnsanlara, ‘Ya sev ya terk et’ deniyor. Mete zorunda kaldığı için gitti. İmkânı olsaydı burada yaşamak isterdi…”
“Bizi bu koşullara sürükleyenler sorumlu”
nne Ünzile Araz, “Çocuğumun ölü ya da diri bulunmasını istiyorum” çağrısıyla sosyal medyadan sesini duyurmaya çalışıyordu. DW Türkçe’ye konuşan anne Araz, metanet içinde en küçük çocuğu olan Mahir Mete’yi şöyle anlatıyor:
“O benim en küçüğümdü. Benim çocuğum devrimcilerin içinde büyümüştü. Anadolu kültürüyle büyüdü. Satranç kupaları vardı, üniversite okuyordu. Sakin bir çocuktu, hırçın değildi. Hiç kötü bir şey yapmadı, hepsi güzel şeyler ne yaptıysa…”
Ünzile Araz, oğlunun kendisini çok özlediğini, aileyi birleştirmek istediklerini, yola umutla çıktığını söylüyor. “Yoksa”, diyor, “O yolun ölüm yolu olduğunu biz bilmiyor muyduk? Biz de biliyoruz. Bizi bu koşullara sürükleyenler sorumlu.”
Burcu Karakaş / Deutsche Welle Türkçe
Deutsche Welle Türkçe’den Burcu Karakaş’ın haberine göre; üniversite ikinci sınıf öğrencisiyken tutuklu yargılandığı davada savunma yaparken mahkeme heyetine böyle seslenen gencin adı Mahir Mete Kul’du. 20 yaşındaki delikanlı, bir satranç turnuvasından evine dönerken polisin Genel Bilgi Toplama (GBT) sorgulaması için içinde bulunduğu aracı durduğu gün arandığını öğrendi.
2017 yılında GBT sorgusunun ardından gözaltına alınan gencin şaşkınlığı bununla bitmeyecekti: İzmir’de Gençlik Federasyonu adlı dernekte üç sene boyunca örgütsel faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderildi. Hücre arkadaşı da tutuklu bir öğrenciydi. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi Berkay Ustabaş’ın yalnız kaldığı hücreye getirilmesiyle iki genç birbirlerine yoldaş oldular.
“Okulum, mesleğim, her şeyim yarıda kaldı”
İki arkadaş, Silivri Cezaevi’nde 20 gün kaldıktan sonra Kırıkkale F Tipi Cezaevi’ne gönderildi. Mahir Mete Kul, koğuşa girdiklerinde arkadaşına cezaevi girişinde kıvırcık saçları uzun olduğu için kötü muameleye maruz kaldığını anlatmıştı. Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde dokuz ayı beraber geçirdiler. Kul’un aleyhine ifade veren tanık, İzmir’de 2011-2013 yıllarında örgütsel faaliyetlerde bulunduğunu iddia etmişti. Mahir Mete, çıktığı ilk duruşmada mahkeme heyetine bahsedilen tarihlerde ortaokul öğrencisi olduğunu hatırlatarak, “Hayatımda bir defa gittim İzmir’e, o da ağabeyimin nişanı için” diyebilmişti. Bahsedilen derneği ise keman kursu verildiği için birkaç kez ziyaret ettiğini ifade ederek eklemişti:
“Okulum, mesleğim, her şeyim yarıda kaldı. Şu an gidemediğim okulun parasını ailem ödüyor. Başka bir şey söylemeyeceğim.”
“Hayat dolu, coşkulu, sıradan bir gençti”
Mahir Mete, okul taksitlerini ödeyebilmek ve harçlık biriktirmek için satranç eğitmenliği yaptığını heyecan içinde hücre arkadaşı Berkay’a anlatıyordu. Onun için hayatın anlamı satrançtı. Maddi durumları iyi olmadığından çalışmak durumundaydı ama sevdiği işi yaptığı için zoruna gitmiyordu. Yunanistan’a gittiğinde de aklında para kazanmak adına satranç eğitmenliğine devam etmek vardı. Ancak cezaevinden çıktıktan sonra devam edemediği okulu gibi bu hayali de yarım kalacaktı.
Arkadaşı Berkay Ustabaş’ın anlatımıyla, coşkulu, hayat dolu, neşeli, moralini her daim yüksek tutmaya gayret eden, meraklı ve satranç sevdalısı bir çocuktu. DW Türkçe’ye konuşan arkadaşı Ustabaş, siyasi nedenlerle cezaevine girip çıkan bazı gençlere “marjinal” yakıştırması yapıldığını söyleyerek, en çok bu ön yargıya karşı bir çift söz etmek istiyor:
“Sıradan bir genç düşünün. Sıradan bir gencin güldüğü şeylere güler, sıradan bir gencin eğleneceği şeylerle eğlenirdi. Pop müzik de dinlerdi, türkü de… ‘Yüzüklerin Efendisi’ filmlerini severdi. En sevdiği kitap, Hasan İzzettin Dinamo’nun ‘Savaş ve Açlar’ romanıydı. Mektuplarında hep o kitaptan bahsederdi.”
22 yaşındaki gencin en sevdiği roman, savaş koşullarında yaşam mücadelesi veren ve yaşanan sıkıntılara göğüs germekte zorlanan bir ailenin dağılmaya giden sürecini anlatıyordu.
Cezaevinden çıktı, şampiyon oldu
Mahir Mete Kul, altı yaşında başladığı satrancı tutkuyla seviyordu. Turnuvalara lise yıllarında gitmeye başlamıştı. Cezaevine girmeden kısa bir süre önce katıldığı 29 Ekim Cumhuriyet Kupası Satranç Turnuvası’nda şampiyon olmuştu. Cezaevinde uygulanan kitap yasağı kalktıktan sonra istediği ilk kitaplar satranç üzerine olmuştu. Satranca içeride de olabildiği kadar çalışmaya çabalıyor, “paslanmaktan” korkuyordu. Bu endişesini arkadaşı Berkay’la dışarıda görüştüklerinde de paylaşmıştı.
“İmkânı olsaydı burada yaşamak isterdi”
Mahir Mete’nin yargılandığı dosyada ceza almasını gerektirecek somut deliller yoktu ancak içeriden çıktığından beri tedirginlik yaşıyordu. Bir daha cezaevine girmek istemiyor, diğer siyasi davalarda verilen yüksek cezaları görünce ürküyordu. Bu nedenle anne ve ağabeyin yanında Yunanistan’a gitmeye karar verdi. Gittiğini öğrendiğinde arkadaşları şaşırmadılar, gitmesini bekliyorlardı çünkü hapis cezası tehlikesinin yanı sıra, “Bu ülkeyi yaşanmaz kılıyorlar” düşüncesine sahip olduğunu da biliyorlardı. Yunanistan’a üç ay önce yerleşen ailesine maddi destek sağlamak istiyordu.
Mahir Mete Kul, bir arkadaşı ve kendilerini kıyının öte yanına geçirmek üzere botu kiralayan kişinin de bulunduğu botun 24 Mart’ta alabora olması sonucu kayboldu. Cansız bedenine ise iki gün önce ulaşıldı. Berkay Ustabaş, en zor zamanını beraber geçirdiği arkadaşını yitirmenin tarifsiz acısını yaşıyor. Aynı zamanda tepkili de:
“Bu hadise, münferit bir hadise değil. İnsanlara, ‘Ya sev ya terk et’ deniyor. Mete zorunda kaldığı için gitti. İmkânı olsaydı burada yaşamak isterdi…”
“Bizi bu koşullara sürükleyenler sorumlu”
nne Ünzile Araz, “Çocuğumun ölü ya da diri bulunmasını istiyorum” çağrısıyla sosyal medyadan sesini duyurmaya çalışıyordu. DW Türkçe’ye konuşan anne Araz, metanet içinde en küçük çocuğu olan Mahir Mete’yi şöyle anlatıyor:
“O benim en küçüğümdü. Benim çocuğum devrimcilerin içinde büyümüştü. Anadolu kültürüyle büyüdü. Satranç kupaları vardı, üniversite okuyordu. Sakin bir çocuktu, hırçın değildi. Hiç kötü bir şey yapmadı, hepsi güzel şeyler ne yaptıysa…”
Ünzile Araz, oğlunun kendisini çok özlediğini, aileyi birleştirmek istediklerini, yola umutla çıktığını söylüyor. “Yoksa”, diyor, “O yolun ölüm yolu olduğunu biz bilmiyor muyduk? Biz de biliyoruz. Bizi bu koşullara sürükleyenler sorumlu.”
Burcu Karakaş / Deutsche Welle Türkçe
Deutsche Welle Türkçe’den Burcu Karakaş’ın haberine göre; üniversite ikinci sınıf öğrencisiyken tutuklu yargılandığı davada savunma yaparken mahkeme heyetine böyle seslenen gencin adı Mahir Mete Kul’du. 20 yaşındaki delikanlı, bir satranç turnuvasından evine dönerken polisin Genel Bilgi Toplama (GBT) sorgulaması için içinde bulunduğu aracı durduğu gün arandığını öğrendi.
2017 yılında GBT sorgusunun ardından gözaltına alınan gencin şaşkınlığı bununla bitmeyecekti: İzmir’de Gençlik Federasyonu adlı dernekte üç sene boyunca örgütsel faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderildi. Hücre arkadaşı da tutuklu bir öğrenciydi. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi Berkay Ustabaş’ın yalnız kaldığı hücreye getirilmesiyle iki genç birbirlerine yoldaş oldular.
“Okulum, mesleğim, her şeyim yarıda kaldı”
İki arkadaş, Silivri Cezaevi’nde 20 gün kaldıktan sonra Kırıkkale F Tipi Cezaevi’ne gönderildi. Mahir Mete Kul, koğuşa girdiklerinde arkadaşına cezaevi girişinde kıvırcık saçları uzun olduğu için kötü muameleye maruz kaldığını anlatmıştı. Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde dokuz ayı beraber geçirdiler. Kul’un aleyhine ifade veren tanık, İzmir’de 2011-2013 yıllarında örgütsel faaliyetlerde bulunduğunu iddia etmişti. Mahir Mete, çıktığı ilk duruşmada mahkeme heyetine bahsedilen tarihlerde ortaokul öğrencisi olduğunu hatırlatarak, “Hayatımda bir defa gittim İzmir’e, o da ağabeyimin nişanı için” diyebilmişti. Bahsedilen derneği ise keman kursu verildiği için birkaç kez ziyaret ettiğini ifade ederek eklemişti:
“Okulum, mesleğim, her şeyim yarıda kaldı. Şu an gidemediğim okulun parasını ailem ödüyor. Başka bir şey söylemeyeceğim.”
“Hayat dolu, coşkulu, sıradan bir gençti”
Mahir Mete, okul taksitlerini ödeyebilmek ve harçlık biriktirmek için satranç eğitmenliği yaptığını heyecan içinde hücre arkadaşı Berkay’a anlatıyordu. Onun için hayatın anlamı satrançtı. Maddi durumları iyi olmadığından çalışmak durumundaydı ama sevdiği işi yaptığı için zoruna gitmiyordu. Yunanistan’a gittiğinde de aklında para kazanmak adına satranç eğitmenliğine devam etmek vardı. Ancak cezaevinden çıktıktan sonra devam edemediği okulu gibi bu hayali de yarım kalacaktı.
Arkadaşı Berkay Ustabaş’ın anlatımıyla, coşkulu, hayat dolu, neşeli, moralini her daim yüksek tutmaya gayret eden, meraklı ve satranç sevdalısı bir çocuktu. DW Türkçe’ye konuşan arkadaşı Ustabaş, siyasi nedenlerle cezaevine girip çıkan bazı gençlere “marjinal” yakıştırması yapıldığını söyleyerek, en çok bu ön yargıya karşı bir çift söz etmek istiyor:
“Sıradan bir genç düşünün. Sıradan bir gencin güldüğü şeylere güler, sıradan bir gencin eğleneceği şeylerle eğlenirdi. Pop müzik de dinlerdi, türkü de… ‘Yüzüklerin Efendisi’ filmlerini severdi. En sevdiği kitap, Hasan İzzettin Dinamo’nun ‘Savaş ve Açlar’ romanıydı. Mektuplarında hep o kitaptan bahsederdi.”
22 yaşındaki gencin en sevdiği roman, savaş koşullarında yaşam mücadelesi veren ve yaşanan sıkıntılara göğüs germekte zorlanan bir ailenin dağılmaya giden sürecini anlatıyordu.
Cezaevinden çıktı, şampiyon oldu
Mahir Mete Kul, altı yaşında başladığı satrancı tutkuyla seviyordu. Turnuvalara lise yıllarında gitmeye başlamıştı. Cezaevine girmeden kısa bir süre önce katıldığı 29 Ekim Cumhuriyet Kupası Satranç Turnuvası’nda şampiyon olmuştu. Cezaevinde uygulanan kitap yasağı kalktıktan sonra istediği ilk kitaplar satranç üzerine olmuştu. Satranca içeride de olabildiği kadar çalışmaya çabalıyor, “paslanmaktan” korkuyordu. Bu endişesini arkadaşı Berkay’la dışarıda görüştüklerinde de paylaşmıştı.
“İmkânı olsaydı burada yaşamak isterdi”
Mahir Mete’nin yargılandığı dosyada ceza almasını gerektirecek somut deliller yoktu ancak içeriden çıktığından beri tedirginlik yaşıyordu. Bir daha cezaevine girmek istemiyor, diğer siyasi davalarda verilen yüksek cezaları görünce ürküyordu. Bu nedenle anne ve ağabeyin yanında Yunanistan’a gitmeye karar verdi. Gittiğini öğrendiğinde arkadaşları şaşırmadılar, gitmesini bekliyorlardı çünkü hapis cezası tehlikesinin yanı sıra, “Bu ülkeyi yaşanmaz kılıyorlar” düşüncesine sahip olduğunu da biliyorlardı. Yunanistan’a üç ay önce yerleşen ailesine maddi destek sağlamak istiyordu.
Mahir Mete Kul, bir arkadaşı ve kendilerini kıyının öte yanına geçirmek üzere botu kiralayan kişinin de bulunduğu botun 24 Mart’ta alabora olması sonucu kayboldu. Cansız bedenine ise iki gün önce ulaşıldı. Berkay Ustabaş, en zor zamanını beraber geçirdiği arkadaşını yitirmenin tarifsiz acısını yaşıyor. Aynı zamanda tepkili de:
“Bu hadise, münferit bir hadise değil. İnsanlara, ‘Ya sev ya terk et’ deniyor. Mete zorunda kaldığı için gitti. İmkânı olsaydı burada yaşamak isterdi…”
“Bizi bu koşullara sürükleyenler sorumlu”
nne Ünzile Araz, “Çocuğumun ölü ya da diri bulunmasını istiyorum” çağrısıyla sosyal medyadan sesini duyurmaya çalışıyordu. DW Türkçe’ye konuşan anne Araz, metanet içinde en küçük çocuğu olan Mahir Mete’yi şöyle anlatıyor:
“O benim en küçüğümdü. Benim çocuğum devrimcilerin içinde büyümüştü. Anadolu kültürüyle büyüdü. Satranç kupaları vardı, üniversite okuyordu. Sakin bir çocuktu, hırçın değildi. Hiç kötü bir şey yapmadı, hepsi güzel şeyler ne yaptıysa…”
Ünzile Araz, oğlunun kendisini çok özlediğini, aileyi birleştirmek istediklerini, yola umutla çıktığını söylüyor. “Yoksa”, diyor, “O yolun ölüm yolu olduğunu biz bilmiyor muyduk? Biz de biliyoruz. Bizi bu koşullara sürükleyenler sorumlu.”
Burcu Karakaş / Deutsche Welle Türkçe