Belki de başa gelebilecek en büyük felaketlerden biri; ötekileştirme…Çünkü ötekileştirilen kardeş, ötekileştiren de (maalesef) yine kardeştir, evet bütün insanlar kardeştir, hepimiz kardeşiz…
Problem o ki genelde ötekileştiren, güçü, kudreti elinde tutar ve maalesef ötekileştirilen ise çoğu zaman, sevdiği ile beraber olup, iyi birşeyler yapma gayretiden başka düşünceye sâhip değildir.
Genelde egemen güç ötekileştirir, ötekileştirme ile kontrol altında tutacağını yahut problem gördüğünden kurtulacağını düşünür, politikacıların çoğunlukla yaptığı gibi…
Bâzen hakikati korkusuzca haykıran,
Bâzen çizginin ve düzenin dışına çıkan,
Bâzen güya kendisinde itaat zaafiyeti görülen,
Bâzen sorgulayan,
Bâzen daha doğruyu arayan,
Bâzen istediklerini-bildiklerini dile getiren,
(Bu satırları çoğaltabilirsiniz)
Acımasızca ötekileştirilir, ademe mahkûm edilir…
Halbuki ötekileştirme psikolojik olarak,
• Güya koruma-korunma içgüdüsü,
• Esasta, savunma psikolojisi,
belkide,
• Hakikatte, suç savma hamlesi olabilir…
Muhakkak, insanlığın problemi, Hazreti Adem’in oğulları ile başlamıştır ? Hâbil ile Kâbil arasındaki sorun tamamen haset ve kıskançlık mı acaba ? “ötekileştirme belâsı” da haset ve kıskançlık kaynaklı mıdır ?
Derinlemesine bakıp meseleyi çözümlemek lâzım…
Güç ve İktidarı elinde bulundurduğu vehminde olanlar genel itibariyle fikir, fikriyât yada harekâtı kendilerince sahipleniyor ve bu sahiplenme neticesinde kendilerini “asıl”, “rükün”, “temel” kabul edip etraftakilerini ise birer “halâyık” köle görme hastalığına tutuluyorlar, insanın tabiatı bu…
Çoğu zaman fikrin, fikriyâtın, harekâtının esas sâhibinden daha fazla öne geçiyor, geçmeye çalışıyor, âvâmi tabirle “kraldan fazla kralcı” olabiliyor-oluyorlar…
Bu genellikle böyledir…
Sebeb; bâzen gerçekten yıllarını söz konusu işe ayırmış insanların, o iş ile bir “şahsiyet” kazanmış olmaları ve o iş ellerinden kaydığı-gittiği takdirde, “o işle özdeşleşmiş şahsiyetlerini” kaybetmekten korkmalarıdır….
Halbuki ortaya konulan güzel bir iş var ise herkesin ortak malıdır ve herkes ona aynı derecede sahiptir, ne kimse bir adım öndedir, nede bir adım geridedir…
İslâm adına çağa yön veren Üstâd Bedîüzzamân Saîd Nûrsî’nin anlayışı içerisinde
• iştirâki âmâli uhrevi düstûru,
• bir topluluğun hasenâtının sâde kumandana verilemeyeceği,
• kardeş kardeşe peder olmaz, kardeş kardeşe üstâd olmaz hakikâti
• Ben şeyh değil, talebeyim yaklaşımı
• ihlâs ve Uhuvvet risâleleri
• İhlâs odur ki imâmeti bile kardeşine bırakır, tavsiyesi
• Uhrevî-mânevî hizmetlerde makam, rekâbet olmaz işâreti
• Ene değil, nahnü demeliyiz, anlayışı
• Risale’i Nûr umûmun malıdır düşüncesi
• siyâsî anlayışına sahip değil diye hâlis bir mü’mini tezyîf, hatta tekfir etme hâtâsı
• kardeşin kardeşe en ufak nazının dahi, hizmet-i Kur’aniye ve İmâniye adına bomba olup patlayacağı korkusu
• Risâle-i Nûr şakirtlerinin cesetleri müteaddit, ruhları müttehit hükmündedir… hârika tesbîti
Ötekileştirmenin-ayrıştırmanın değil, birleştirmenin ifadesidir, mü’min bunlara gayret eder…
Nûrlarda müteaddit yerler hep bu minvâl hakîkatleri ifâde eder…
Bütün bunlar şu manaya gelmektedir, hepimiz aynı taraftayız. Birbirimizin karşısında değil, yanındayız kimse kimseyi şahsiyet, duygu, düşünce, anlayışından ötürü ötekileştirmemeli…
Yapılan işler “benim” anlayışı, benimseme hastalığı kesinlikle terk edilmelidir…
Güç, makâm yada para esas değildir, sosyal hizmetlerde daha ziyade gönlü ile zengin olan, samîmi olan makbûldür, gönülleri kırmamak lâzım…
Yoksa,
• enelere dokunulduğunda,
• yapılan işler hak nâmına sorgulandığında,
• hakikat dile getirildiğinde ve benzerlerinde,
(nasıl olduğu önemli değil, doğru yada yanlış, üslûbu ile yada uslûbsuzca)
dinleyen muhâtabın direk,
• yıkıcı eleştiri,
• çok bilmişlik,
• haksızlık,
• haset
ve benzeri şekillerde algılayıp hemen savunmaya geçmesi ve insanların ağzına lafı tıkması ancak tepkiyi doğurur…
Hakikatin konuşulmaması gıybete yol açar, ki daha büyük felakettir…
Konuşmak değil, esâsen konuşturulmamak, susturulmak, bastırılmak sorundur, toplum ve gruplar adına “kararsız bir bomba” gibidir, ne zaman patlayacağı belli olmaz…
Ve maalesef konuşturmamak, susturmak, bastırmak aciz insanların tutumudur…
Kaybedecek birşeyi olmayan insanlar, müdâvele-i efkârdan hakîkâtin tecelli edeceğini bilir, hattâ bunu teşvik ederler…
İstişârede bir müdâvele-i efkâr değil midir?
Bence, ötekileştirmek ve böylece ademe mahkûm etmek, bir nev’i kardeş katlidir…
Abartmadım, kardeş katlidir…
Yalan yanlış sebeplerle hiçbir zaman buna tevessül edilemez, tecviz edilemez…
Umumun malını sahiplenmeye gayret etmek elbette ki tepkiye ve bölünüp parçalanmaya, gayr-i memnûnlara, gerçek mânâda haset, inât ve fesâda sebebiyet verir…
Kaş yapalım derken, göz çıkarırız..
Bugünlerde tamamen geçici olduğu anlaşılan güç-iktidâr-para işlerimizde, aslâ esas âmil olmadı-olamadı..
Grupları menfaat birlikteliği birbirine bağlarsa yıkım erken olur, halbuki ihlâs ve samîmiyetin yapıcılığı, gücü tescillidir…
O halde, sorunlarımızı,
• Ötekileştirmeden-ayrıştırmadan
• birleştirip kaynaştırak,
• konuşarak, konuşturarak,
• dinleyerek,
• tesbit etmek,
• meseleleri askıda bırakmayıp yerli yerinde oturtmak,
• tedâvî etmek,
• çözmek gerekir…
Herkesin fikrine müracaat eden, herkesi yanına alır…
Karşımızda bir yangın var, ateşleri göklere yükseliyor. Yangını seyretmek değil, söndürmek gerekiyor…
Affınıza sığınarak tekrâren, ötekileştirmek, hayır düşünülerek yapılan bir hamle değildir.
Çoğunlukla değil, hattâ kesinlikle aksülameli netice verir…
Yapalım derken yıkmayalım..
Unutmayalım, eden bulur…
Lütfen dikkât… mansurturgutk@gmail.com