Sibel Eraslan, çözmekte zorlandığım portrelerden biri; ona dair tanıklıklarımı tasnif etmeye kalktığımda sanki iki ayrı kişiden söz ediyormuşum gibi hissediyorum. Kitaplarını, dikkatini çekip okusun diye kızımın görebileceği yerlere bıraktığım yazar ile bugün önüne gelene ‘hain’ ya da mankurt damgası vuran kadın aynı kişi olabilir mi? Gazete yazılarını Fatih Tezcan mı yazıyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Bu çoğul kişilik kanısını sadece kitaplarıyla yazıları arasındaki uçurum oluşturmuyor. Hukukçu ama hakkaniyetli değil; insan hakları aktivisti ama sadece kendi ölüsüne ağlıyor; kadın hakları savunucusu ama sadece kendi gibi olanlara… Yeni Türkiye’nin daha açıkçası Erdoğan diktasının inşasına başörtüsüyle harç taşımış bir isim; türdeşlerini temsil eden güçlü bir sembol.
Bugünlerde çok öfkeli Sibel Hanım, İstanbul seçimindeki yenilgi bütün fren-denge sistemlerini alt üst etmiş gibi. En az Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kadar paniklemiş. Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’na hain ve mankurt diyecek kadar ileri gidiyor. Erdoğan’ın, partisi kapatılmış, yasaklı lider Erbakan’a isyan edip partisini bölmesinde sakınca görmüyor, fakat Erdoğan’ı eleştirmek bile ihanet!
GÜL VE DAVUTOĞLU: HAİN VE MANKURT
“Biri eski Cumhurbaşkanımız: Abdullah Gül. Ötekisi eski Başbakanımız: Ahmet Davutoğlu. “Bizim” diyorum. Çünkü ikisi de içimizden en tepeye çıkmış/çıkartılmış isimler. Ne çektiysek ve ne çekiyorsak hep “bizden” diye bildiklerimizden çekmiyor muyuz? İhanet hep içerden gelir. …Düşman hep içinizden birilerini ayartarak gücünüzü kırmaya çalışır. “Kaleyi içerden fethetmek”, Mankurtlar marifetiyle mümkün olabilir… Bu süreçte Gül ve Davutoğlu gibi Mankurtların yanı sıra bir dönem itibarlı konuma oturttuğumuz medya, üniversite ve sanat camiasındaki kimi insanların gerçek yüzlerini görmek de az bir kazanım sayılmaz.”
Eraslan, 15 Temmuz’un arkasında da bu ikiliyi arıyor: “Yüce Divan oylamasında kendilerini ele verdiklerinde bağışladık da ne oldu? 15 Temmuz’da asker üniformasıyla darbeye kalkıştılar. İçimizdeki Mankurtlar bizi hep arkadan hançerlediler.” Ahmet Davutoğlu, Yüce Divan konusunda Erdoğan’la ters düşmüştü. “Anayasa Mahkemesi’nde aklanırlar nasılsa, yoksa bu lekeyi ömür boyu taşımak zorunda kalırız. Hep önümüze çıkarılır.” yaklaşımıyla parti grubunu da ikna etmişti. Komisyon toplantısında kabul çıkacağı beklenirken Erdoğan’dan gelen son dakika telefonuyla oylama ertelenmişti. Saraya çağırılan vekillerin görüşü tersine dönmüştü. Buraya kadarki kısım zaten biliniyor, ancak Eraslan başka bir şey ima ediyor: ‘Bağışladık da ne oldu? 15 Temmuz’da asker üniformasıyla darbeye kalkıştılar.’ Sözünü yabana atmayın. Erdoğan’ın taktiğidir bu; yapacaklarını önce yakın dairedeki isimlere yazdırıyor. Uygulama imkanını test ediyor, ardından gerekirse icra aşamasına geçiyor.
‘Cumhurbaşkanı çağrıda bulunsun, AK Parti’nin eski kurucu aktörleri bir araya gelir partiyi tekrar eskisinden daha güçlü hale getiririz!” deyip rol kapmaya çalışan zat..’ İsim vermeden çattığı ise Bülent Arınç. Her ne kadar ‘Kendini akıllı, cümlemizi de akılsız zanneden o zat hâlâ üst perdeden ve kendinde güç vehmederek konuşmaya devam ediyor.’ dese de diğerlerinin adlarını zikrederken Arınç’ı ima etmesine şaşırdım. Neden çekindi acaba? İzzet Özgenç ve Osman Can gibi geçmişte AKP’ye destek vermiş hukukçuları bile açıkça yazmışken hem de…
‘Hakikat bükücü’ tavrını Eraslan hemen her olayda değişen dozlarda kullanıyor. Neredeyse feminist diye nitelenecek kadar kadın hakları savunucusu görünüyor. Bilhassa ‘Kabataş’ta başörtülü kadını taciz edip üstüne işediler’ furyasında ön cephedeydi. Hatta kendini de işin içine katarak ‘tacizci Gezi’ algısına katkı sundu. “Omzumdan iteleyerek hepinizi Taksimde sallandıracağız diyen adamın çevre eylemcisi olduğuna inanmıyorum. Yeter artık!” paylaşımı sosyal medyada yankı bulmuştu. Kabataş yalanından dolayı özürünü duymadık. Tersine çifte standartlı tutumunu sürdürdü. Ankara’nın göbeğinde, kameralar önünde başörtülü bir genç kız, hem de bir polis tarafından açıkça taciz edildi. Sibel Eraslan’ın bir tepkisine rastlamadım. Suskunluğunu sorgulayan onlarca insanı bloklamakla yetindi. (Ben de bloklu olduğum için varsa bir tepkisini göremedim. Google ile de aradım bulamadım)
Tacizine tepki verilmesi gerekenler diye kadınları ayırdığı gibi başörtülüler arasında da çifte standartçı. Daha kötüsü ise tacizle suçlananlar arasındaki imtiyazlılar sınıfı. Bir AKP polisi ya da siyasal islamcı suçlanıyorsa muhakkak bir komplo vardır! Hüseyin Üzmez hadisesi onun kötü sınav verdiği yerlerdendi. “Derin donduruculardan çıkarılmış yatak odası manzaraları, İslamcı kesimin ümüğünü sıkmakta birebirdir ve bu en iş bitiriciliği defalarca denenmiş en atadan kalma servisçilik, yine iş başında… 28 Şubat’ta Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin üzerinden toplumun inanç değerlerine çalınan kara damga, nasıl iyi bir kotarıcılık ve darbe örtücülüğü işlevi gördüyse diktatörlerin lehine… İşte yeni yeraltı servisleriyle bir kez daha burun burunayız. …78 yaşındaki birinin ayakta zor dururken nasıl tecavüz edeceği ayrı bir konu…14 yaşında olduğu söylenen tecavüz mağduru kızın Emniyette verdiği ifadenin tüm ayrıntılarıyla basının eline geçmesi ise ayrı bir konu.”
Kabataş yalanında gazetelerin çarşaf çarşaf yayınını eleştirmek şöyle dursun, söz konusu kişinin isminin Z.D diye kodlanmasına karşı çıkmış ve açıkça yazmıştı. Üzmez davasında mağdurenin beyanını küçümserken, Kabataş için ‘Hani taciz ve tecavüzde mağdurun beyanı esastı?’ demekte beis görmemişti.
Milli Görüş partilerinde aktif olmuş ve sonunda AKP limanına demir atmıştı Eraslan. Numan Kurtulmuş tarafından Kültür Bakanlığı müşaviri yapıldığı için onunla ayrı bir hukuku var. Saadet Partisi’nin Erdoğan’a payanda olmak yerine kendi çizgisinde gitmesini de bazı gerçekleri saptırarak eleştiriyor. Fatih Erbakan’ın haciz göndermesini savunurken Kurtulmuş’u partiden ‘her türlü yenilikten rahatsızlık duyan duayenler’in uzaklaştırdığını öne sürüyor ve ekliyor “Numan Bey’i partiden çıkartanlar, Hoca’nın evlatlarına da rahat vermemişler.” Oysa Kurtulmuş’a karşı operasyonu Fatih Erbakan yönetmişti. “Muhterem babama ve Milli Görüş ilkelerine ihanet ettiler gereği yapılacak” diye gazetelere sayfa sayfa beyanat verdiğini unutmuş gibi yapıyor. Bilerek ve işine geldiği gibi gerçeği tahrif ediyor.
Hüda Kaya 28 Şubat’ta üç kızıyla birlikte idamla yargılanmış bir başörtüsü mağduru. HDP’den siyasete girinceye kadar Eraslan’la dostlukları devam etti. Eraslan şimdi onu da çarpıtılmış beyanlarla hedef göstermekten çekinmiyor.
“Hüda, birkaç yıl öncesine kadar bu tip incelikleri bilen bir kimseydi. Bu kadar mı kör ediyor insanı makam, mevki, şöhret. Eski dostum Hüda Kaya, Yasin Börü’nün parçalamış yüzü hiç giriyor mu düşlerine… Evladının yaralanmasına elbette üzüldüm bir anne olarak, ama ne olur bunu gariban insanların bir Kurban Bayramında yakılarak oyularak katledilen evlatlarının acısıyla yarıştırmasınlar… Eyne tezhebun….” Bu sözlerin hedefi milletvekili Kaya ise Meclis kürsüsünden şu şekilde seslenmişti: “Yasin Börü’ye bu vahşeti yapanlar da, diğer masum evlatlarımız, kadınlarımıza bu vahşeti uygulayanlar da beddua etmeyi hiç sevmem, Allah onları bildiği gibi yapsın. Siz iktidar parti milletvekilleri olarak madem Yasin Börü’yü düşünüyordunuz, neden gerçeklerin araştırılmasını reddettiniz?”
KLASİK SİYASAL İSLAMCI
“Sayın bakan, gündüz kuşağı programlarını seyrediyor mu hiç?” Bu klasik bir siyasal islamcı bakış açısı. Eraslan, bakanın televizyonlardaki sabah kuşağına müdahale etmesini istiyor. Evlilik proğramları için KHK çıkarılmıştı, herhalde yeterli görmüyor. Sosyal olaylara devlet topuzu ile çözüm bulacağını zanneden bir zihniyetin fotoğrafı. Ama aynı zamanda yine korumacı ve yine kurnaz. Bahsettiği program Atv’de yayınlanan Esra Erol kuşağı lakin yazıda isim geçmiyor.
Eraslan cezaevindeki binlerce kadın ve 743 bebek için de derin bir sessizlik içinde. 28 Şubat’ta sosyal medyada paylaşılan cezaevi karesi bunun son örneğiydi. Birisi kucağında bebeği ile 15 kadar her yaştan başörtülü kadının fotoğrafı, 28 Şubat’ın kılık değiştirerek devama şeklinde yorumlandı. Kendisine bu yönde yapılan hatırlatmalara kızana Eraslan, “Tankların ezdiği insanlar için niye sesin çıkmıyor sen önce onu söyle!”sözleri ile karşılık verdi. Sosyal medya kalemşörlerinin de hatırlattığı gibi o da biliyordu o kadınların tankla topla alakası olmadığını… Hatta belki oradakilerden biri Eraslan’ın şu satırlarda anlattığı öğretmendi: “Küçük oğlum bir gün sırtında epey büyük bir kazakla dönmüştü eve, dershanede çok terlemiş, öğretmeni kendi kazağını sırtından çıkartarak ona giydirmiş.” Eraslan, öğrencisinin terli sırtını düşünecek kadar hassas olan o öğretmenlerin canavara dönüştüğüne inanmamızı istiyor. Daha geçen hafta onlardan biri Muzaffer Özcengiz, tek kişilik hücresinde ölü bulundu.
Bu arada Eraslan’ın ikinci kimliği belirginleşince, o kitapları kızım görmesin diye arkalara saklamıştım; evimiz polis baskınlarından sonra darmadağın olmadan önce…