Bu günlerin tarihi yazılırken kendisine ayrı başlık açılacak kişilerden biri de Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu olacak.
Onu, ‘Erdoğan diktasının payandalarından biri’ şeklinde niteleyip bırakmak kolaycılık olur. Dönemi anlamak için masaya yatırılıp analiz edilmesi gerekenlerden. Hem türdeşlerini temsil niteliği hem de bireysel özellikleri bunu zorunlu kılıyor. Parçaları birleştirdiğimde karşıma kendini vaftizci olarak sunan bir şark kurnazı çıkıyor. Rejimin gerçek sahipleri adına Erdoğan’ı eski günahlarından arındırıp muteber bir kul haline getirdiği pozunu yakalamak zor değil. Gerçekten böyle mi hissediyor, yoksa işbirliği günahını örtmek için mi yapıyor; emin değilim.
Feyzioğlu, rolünü inandırıcı kılmak üzere çeşitli kerametler de gösteriyor. Son örneği Dolmabahçe Sarayındaki yandaş düğününde Erdoğan’ın korumaları tarafından dövülen Avukat Sertuğ Sürenoğlu’nu kurtarması. Trafik kaosuna isyan eden avukat öldüresiye dövülmüş ve hakkında cumhurbaşkanına hakaret soruşturması açılmıştı. Barolar Birliği Başkanı’nın Saray ziyaretinin hemen ardından Sürenoğlu’nun önce ev hapsi kaldırıldı. Sonra Adalet Bakanlığı dava açılmasına izin vermeyerek dosyayı kapattı. Alın size dört başı mamur kahramanlık hikayesi: ‘Avukat darp edildiğinde zehir zemberek bir video ile tepkisini ortaya koyan başkan, canavarın ağzından koparıp aldı.’
Erdoğan’a hakaret suçlamasının adam öldürme suçundan daha sıkı takip edildiğini düşündüğünüzde fena keramet gibi görünmüyor! Ancak kazın ayağı öyle değil.
Öncelikle şunu belirtmek lazım; Erdoğan rejimine en büyük katkıyı, onun ‘iltifat-ı şahane’lerini kazanım olarak sunan tipler veriyor. Saraydan koparılmış gibi sunulan her örnek, adaletin Erdoğan’ın iki dudağı arasına sıkışmasını normalleştiriyor. Toplumu sıtmaya razı hale getiren herkes aslında hukukun mezarını soyan bir nebbaş. Hukuk öldü, mezarından çalınan kemikleri diktanın sürmesi, hukukun yaşıyor görünmesi için kullanılıyor. Bunu yapacak en son kişi avukatların başkanı olmalı.
Feyzioğlu’nun üslubana bakar mısınız? “Bir müjde daha… Bugün ev hapsi kaldırılan Av. Sertuğ Sürenoğlu hakkında Cumhurbaşkanına hakaretten açılan soruşturmada, Adalet Bakanlığı dava açılmasına izin vermeyerek Av. Sertuğ Sürenoğlu hakkındaki soruşturmayı düşürdü.” Sözü az daha ‘Kralım çok yaşa’ diye bitirecekmiş…
Son üç yıl içinde 1762 avukat hakkında soruşturma açıldı, 600’a yakını tutuklu ve aralarında 6 baro başkanının da bulunduğu 274’ü mahkum oldu. Anayasa ve kanunların emrettiği soruşturma ve kovuşturma usullerinin hiç biri uygulanmadı. Avukatlar cüppeleri sırtlarındayken karga tulumba mahkeme salonlarından çıkarıldı. Arşivlerde cüppelerine kan damlamış, kolu kırılmış, bel kemiği çatlamış onlarca avukat fotoğrafı var. Hiç birisine ses çıkarmayan Feyzioğlu, Sürenoğlu üzerinden imaj düzeltmesi yapmaya kalkıyor. Kaldıki orada dayak yiyen bir avukat değil düz vatandaştı; görevini ifa ederken yaşamadı söz konusu vandallığı. Dayakçıların cezalandırılmasını talep etmeyi bırakıp avukatın fazla ceza almamasına sevinmemizi istiyor, Baro Başkanı.
TURNUSOL KAĞIDI TAHİR ELÇİ
Feyzioğlu’nun ‘en kahraman Rıdvan’ pozunu bozmak için faili belli/meçhul bir suikaste kurban giden Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi olayındaki tavırlarını hatırlamak yeterli aslında. Cinayete giden yolun taşları döşenirken Elçi hakkında Ahmet Hakan’ın proğramında söylediklerinden dolayı soruşturma başlatılmış ve bir linç şovuna dönüştürülmüştü. Barolar Birliği Başkanı sıfatıyla sadece usul eleştirisiyle geçiştirmiş ve şunları söylemişti: “…kararı Sayın Hakim okumadan imzalamış. Çünkü Baro Başkanı Tahir Elçi için yurtiçinde saklanmakta olan kişi nitelemesini yapmış. Ama Aziz Nesin’lik olay. Makam odasından gidip polis alıyor. Bir kişinin yakalanması kararı bu kadar ucuz verilmemeli. Elçi’nin PKK’nın terör örgütü olmadığına ilişkin açıklamasına katılmamız ve desteklememiz hiçbir şekilde ve düşünce özgürlüğü içinde hoş görmemiz mümkün değil. Tartışmanın gelişinde ifade edilmiş bir cümle olarak mütaala etmek istiyorum.” Erdoğan’ın elinden genç avukatı kurtarma çakası satan Feyzioğlu, Elçi’nin katledilmesi ve katillerinin yakalanmaması konusunda duyarsız bir sessizlik içinde.
STATÜKONUN GÜNCELLENMİŞ VERSİYONU MU?
Feyzioğlu, vaftizci rolünü sürdürebilmek için başka roller de oynamak zorunda. Bunların başında ‘statükonun güncel versiyonu’ olma iddiası geliyor. Ama pastayı Doğu Perinçek’le paylaşmak zorunda. Her ikisi de ‘derin devletin en hakiki anahtarı şu elimde gördüğünüzdür’ pazarlamacılığı yapıyor. Çok büyük fiyat istemedikleri için Erdoğan her ikisiyle çalışmakta beis görmüyor. Fakat asıl pazarlığı onlarla yapmadığına eminim.
Ben de statüko cenaplarının yerinde olsam kişisel kariyeri uğruna her kılığa girebilen birine anahtarları teslim etmezdim. Feyzioğlu’na dair, şahsi hırsı ve kariyer planına ideolojisini de feda edebilir algısı yüksek. ‘Ne lazımsa onu olan adam’ diyesim geliyor. Tıpkı İsviçre çakısı…Ona bakarak trendleri takip ve rüzgarın yönünü tayin edebilirsiniz. Adliyede gözaltındaki ODTÜ’lü öğrencilerin hakkını savunurken de görebilirsiniz, Türkiye’de işkence yoktur diye kapı kapı dolaşırken de… Uluslararası insan hakları örgütleri avukat beyanlarına dayanarak işkenceyi raporlarken, o barolar birliği başkanı sıfatıyla batı başkentlerinde tersini iddia ediyordu. STV’de Erdoğan hakkında ‘İŞİD’i büyüttü, Türkiyeyi terör ihraç eden bir ülke haline getirdi, elleriyle yarattığı canavar geri dönecek’ diye konuşan kendisiydi. Bugün kahramanlık türküleri eşliğinde Erdoğan’ın millilik rüzgarına yelken açan da aynı kişi. Öylesine ileri gidiyorki yılbaşı gecesi Reina kulübüne saldırdığı iddiasıyla yakalanan Masharipov’un şiddette maruz kalmış fotoğrafını yayınlayıp üstüne “Emniyet Teşkilatımızı yürekten kutluyorum. İşte Türk polisi diye“ not düşmüştü. Bir avukat ve hukuk hocası olarak suçu ispat edilene kadar herkesin masum olduğu ilkesini unutması bir yana aynı hafta iki ayrı kişinin daha ‘katil’ diye ilan edildiğini bile dikkate almıyordu. Feyzioğlu, polisin yakaladığı ve ters kelepçe taktığı şüpheliyi (henüz sanık dahi değil) yere yatırıp kafasına botla basmasında bir sakınca görmüyordu.
Gezi eylemleri sırasında elinde gaz kapsülüyle Köşke çıkıp dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e polisin yaralamaya dönük atışlarını ve diğer işkence örneklerini anlatan Feyzioğlu, Kanun Hükmünde Kararname ile işini ve insan olmaktan doğan bütün haklarını kaybedenlere karşı buzdağı gibiydi. Bu süreçte KHK ile işten atılan yüzbinlerce memurdan ikisi Semih Özakça ve Nuriye Gülmen’in açlık grevi ve eylemleri geniş kitlelerde destek göremeye başlamıştı, hemen örgüt üyeliği suçlamasıyla tutuklandılar. Çok uzun süren açlık grevi neticesinde ölüm riskiyle karşı karşıya kaldılar ama buna rağmen bırakın işlerine iadeyi, tahliye bile edilmediler. Tam da o günlerde Feyzioğlu gene sahne aldı ve bir hukukçu olarak ölümle pençeleşen iki insanın hakkını savunacağı yere, ‘Kimse benden Nuriye ve Semih’i evlat edinecek bir sempati içinde olmamı beklemesin’ dedi. Tek suçu Gülmenleri savunmak olan avukatların tutuklanmasına dahi itiraz etmedi.
’17–25 ARALIK’I TAKİP NAMUS BORCUMUZ’
Feyzioğlu, en büyük savrulmayı 17-25 Aralık Yolsuzluk soruşturmaları konusunda yaşadı. Devlet Bahçeli’ninki kadar büyük bir savrulmaydı. ‘Soruşturmaların sonuna kadar gitmesini sağlamak namus borcumuzdur’ diyecek kadar ileri gitmişti. “Tarihe tanıklık ediyoruz. Yolsuzluk soruşturmasının örtbas edilmesine asla izin vermeyeceğiz. Bu soruşturmanın gittiği yere kadar gitmesini sağlamak bizim namusumuzdur. Soruşturmayı ört baş etmeye kalkanların da millet tarafından siyaseten ve hukuken cezalandırılmasını sağlamak zorundayız.”
Başkan, demokrat günlerinde soruşturmayı yapan polisleri de şu cümlelerle savunmuştu,: “Üstelik, görev değişiklikleri oğlu soruşturulan ve kendi hakkında fezleke bulunan İçişleri Bakanının talimatına göre gerçekleştirilmiştir. Bunu toplum vicdanının kabul etmesi mümkün değildir.” Soruşturmaların kilit sanığı Reza Zarrap, ABD’de önce sanık sonra itirafçı olduğunda, Dışişleri Bakanlığı nota üstüne nota verirken Başkan da durumdan vazife çıkarıp: “Verin bu namussuzu biz yargılayalım.” diye ortaya atılmıştı. O ‘namussuzu’ ülkenin en namuslusu ilan edip plaketler verildiğini, dosyanın yargı ve Meclis’ten kaçırıldığını bilmiyormuş gibi! İnanması zor ama manevra kabiliyeti gerçekten yüksek.
BİR ARA DÖNEM FIRSATÇISI
10 Mayıs 2014’te Danıştay töreninde Erdoğan’dan ‘edepsiz’ fırçası yediğinde muhalefetin yeni lideri olma imkanı Feyzioğlu’nun ayağına gelmişti. Dik durmak ve gerekirse bedel ödemek gibi zor bir yolculuğa çıkmaya cesaret edemedi. Erdoğan’ın bir parmak işaretiyle Saray’a koştu. Adli yıl açılışını Saray’a taşımaya teşneydi, çalışma arkadaşlarının ‘Bu kadar da olmaz’ ikazına takıldı.
Daha Ankara Baro Başkanı seçildiğinde herkes yolunun siyasetle kesişeceğinden emindi. CHP için biçilmiş kaftan gözüyle bakılıyordu. Bunun ilk adımı olarak kurultayda aday olup Parti Meclisi’ne seçildi. Fakat orada da mücadele ve müsabaka yerine altın tepsinin yolunu gözledi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu küllerinden doğuran ve kamuoyundan geniş destek bulan ‘Adalet Yürüyüşü’ partiyle köprüleri atmasının miladı oldu. Feyzioğlu böyle bir eylemi desteklemediğini, çünkü bir siyasi parti eylemi olduğunu açıkladı. Oysa kendisi o partinin en üst kuruluna seçildiğinde de Baro Başkanı koltuğunda oturuyordu.
DEDESİNİN YOLUNDA…
Dedesi Turhan Feyzioğlu ile aralarında önemli paralellik ve benzerlikler var. O da genç yaşta hukuk profesörü olmuş, erken dönemde siyasete atılmıştı. 27 Mayıs darbesinden sonra kurulan Danışma Meclisi’nin en önemli organı Anayasa Komisyonu’nun başkanlığını yaptı. CHP’de İsmet Paşa (İnönü)’nın halefi olarak görülürken Karaoğlan fırtınasına yenik düştü. Bülent Ecevit koltuğu kapınca partideki genel sekreterlik görevinden istifa etti. 47 milletvekili ve senatörle birlikte CHP’den ayrılarak kurduğu Güven Partisi daha sonra Cumhuriyetçi Parti’yle birleşti ve 12 Eylül Darbesine kadar genel başkanlığını yürüttü. 80’e giden yolda hem Ecevit hem de Demirel hükümetlerinde Başbakan yardımcısı olarak görev aldı. Buna rağmen Kenan Evren ve cuntası yasak getirip onu tutuklamadı. Üstüne üstlük ara dönemin başbakanı yapmak istediler. Hatta ilan edildi fakat beş saat sonra vaz geçerek Bülend Ulusu’yu göreve getirdiler. Dede Feyzioğlu Türkiye’nin en kısa süreli başbakanı olarak tarihe geçti. Tarihe geçmesini sağlayan diğer bilgi ise Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına kabul oyu vermiş olması.
Babası olmadığı için dedesinin yanında büyüyen Metin Feyzioğlu da benzer tavır ve refleksler gösteriyor. Altın tepsi gelmeyip, paraşütle CHP’nin liderlik koltuğuna oturmak mümkün olmayınca hayal kırıklığına uğradı. Şimdi hesaplarının tamamı Erdoğan üzerine kurulu. Birileri onu devirip koltuğa buyur ederse ne âlâ. Olmazsa B planı Erdoğanlı alternatifler. Türkiye Mutabakatı çerçevesinde Adalet Bakanı olsa fena mı olur?