Bilindiği gibi İslam ülkeleri, 19 asrın sonunda hemen hemen hepsi kolonileştirildi. Türkiye ise üç asırlık bu projenin son noktası olarak beyin olarak kolonileştirildi. Belki en tehlikesi de buydu.
Koloni güçleri ‘size moderniteyi, ekonomik refahı, eşitlik getireceğiz’ sloganları ile bunu yaptılar. Fakat hiç bir İslam ülkesinde bunun hiç biri gerçekleşmedi. Çünkü konuşulan ile perde arkasında planlananlar birbirini tutmuyordu. Kısacası rejimler münafıklık üzerine kurulmuştu.
KOLONİ GÜÇLERİN MENFAATİ
Sonra Kolini güçleri ülkelerdeki idareyi, beynini kolonileştirdikleri azınlığı kullanarak, laiklik, sosyalizm, nasyonalizm bazen de din ile cilalayıp, ikinci devresini uygulamaya koydular. Hepsinin ortak özelliği suydu. İdare edenlerin sahsı ve koloni güçlerinin menfaatleri için her şey mubahtı.
İslam ülkelerini idare edenlerin büyük çoğunluğunu ve yetiştirdikleri nesli “hubb-u cah, korku, tamah, ırkçılık, enaniyet ve tenperverlik” ile bağladılar. Zulmü, kutsal inek haline getirilen devletçiliğin ve makamlarının devamının gereği, milletin malini çalmayı bir hak, hürriyetleri yok etmeyi bir vecibe, yalanı siyaset için vazgeçilmez bir sıfat, söylediklerinin yaptıklarının tersini yapmayı idareciliğin gereği, makyevelist metodunu kendi öz milli ve manevi değerlerini inkâr edercesine felsefi ahlak haline getirdiler.
Bunun için bir asır geçti global olabilecek bir basariyi hiçbir İslam ülkesi gerçekleştiremedi. Küçük bir Kore’nin son 30 senede yaptığı teknolojik basarinin onda birini dahi yapmaya muvaffak olmadılar. Çünkü beyinler hür değil. Hür olmayan beyin ancak problem üretir, problemlere çare üretmez.
Beyinleri kolonileştirmekten kurtarmak için irili ufaklı, büyük gücük bütün projeler bazen kendileri, bazen de çok defa yerlileri kullanarak zulüm ile bastırdılar. Fakat bitiremediler, çünkü hakka dayanıyorlardı.
Ustad bir kaç yüz talebesi ile insanların beyinlerini Merhametlilerin en Merhametlisine kul yapmaya çalışarak, onun dışındaki bütün kulluklardan kurtarmaya çalıştı. Çekmediği cefa kalmadı.
İslam ülkelerinde aynısını su veya bu şekilde yapmaya çalışan 15-20 büyük âlim de çekmediği cefa, atılmadık yalan kalmadı.
Hoca Efendi üç beş talebeye ders vermeye başladığından beri hep zulüm gördü. Ona ve sevenlerine atılmadık iftira, yapılmayan zulüm kalmadı.
Bir kısmının cenazelerini gömme hürriyeti dahi elinden alindi. Vefat eden yakınlarını dağlara, bayırlara gizlice gömmek zorunda kaldılar.
NE MEZAR NE MEZAR TAŞI…
Ne mezar belli ne de mezar taşı var. Tıpkı geçmişteki bazı sahabeler gibi.
2002 ile 2008 yılları arasında acaba bunlar dünyadaki sisteme bir model olur mu diye sosyolojiyi, münafıklık ve şahsi menfaat üzerine kurulan politikayı bilmeyenler, sahsım dâhil, ümitlendik.
Zannettik ki, Allah’a ve ahiret gününe inanan insan büyük çapta makyevelist felsefe yerine hakkı, zulüm yerine adaleti, hukukun herkese uygulanması eşitliğini, karıncayı ezmeyecek derecede insani bir eğitimi, Osmanlı’nın ilk beş yüz yılında olduğu herkesi kucaklama düşüncesini ser-tac eder ve uygularlar.
Fakat heyhat. İman aksiyona dönüşmeyince, manevi virüsler ile nurunu kaybediyor, din beşeri bir ideolojiye, ameller de folklorik bir yapıya dönüşüyor.
Herkes Osmanlı’ya adalet için koşarken, Türkiye’den Osmanlı’dan beş asır boyunca kaçandan kat be kat insan son beş yılda ülkeyi terk etti. Kapılar açılsa belki de yüzde sekseni terk edecek. Gelişen ülke ekonomisi on yıl öncesine döndü. Adalet, Minyeli Abdullah romanında geçtiği gibi; Kral Faruk’un koynunda. Eğitimde özellikle üniversiteler üçüncü dünya ülkelerine benzemeye çok yaklaştı. Dünyada ilk 650 ye giren bir devlet üniversitesi yok. Nerede ise yetişkinlerin dörtte biri mahkemelik.
CAMİLER BOŞ, DİNSİZLİK YÜKSELİŞTE…
Camiler boşalıyor.
Dinsizlik yükselişte.
Diyanet reisleri ve din adamları kapıkulları olunca böyle olur.
Kapıkulu olmayan tek reis Ömer Nasuhi Bilmen’in fıkıh kitabi ise; Türkiye’nin nerede ise yüzde seksenin uyduğu bir eser. Çünkü o kendisinden gayri İslami bir tek şey istenince başkanlıktan istifa ederek imanını kurtardı, binlere de ilham kaynağı oldu.
Peki çare!
Ümitsiz değiliz belki daha da ümit var olmamız gerekiyor. Milyonlar zulüm gördüğü için çok büyük manevi bir potansiyel oluştu. Yüzbinlerin gözyaşları nice sönmez zan edilen Nemrut’un ateşini gül bahçesine çevirecek. Tarihi inceleyin. Hapse giren her idealist en az on bin kişiye bedel bir kahraman olmuştur. ‘Rabbim Allah’tır dedikleri için girenler ise belki yüzbinlere bedel olmuş, hep gönüllere sultan olmuşlardır. İşte üstad. Eserleri Kur’an ve hadisten sonra dünyada en çok okunan İslami kitaplar arasında.
İSLAM ÜLKELERİNDEKİ MÜNAFIKLIK…
Son bir asrıdir İslam ülkelerinin çoğunda münafıklık üzerine bina edilen içi pis, dişi cilalı görünen siyasi metot kullanılıyor.
Türkiye ise bu konuda yüz yıldır liderliği hemen hemen kimseye kaptırmadı.
Bazı kısa zaman dilimleri hariç.
İslam ülkelerindeki bu kadar berbat siyasetin yaptıklarını düzeltmek bir kaç yüz mazlumun sebepler tahtında gücü yetmezdi. Yüz binler, belki milyonlar gerektiriyordu. Bu süreç bu milyonları kazandırdı. Çünkü mayası helal, Kur’an nuru ile akli, kalbi ve ruhu aydınlanmış bu mazlumların ekseriyeti, bir kısmı sarsılsa ve hatta yıkılsa da, Allah’ın inayet ve keremi ile yerinden doğrulacak veya gayeyi hayalini gerçekleştirecektir.
Tüm okuyucularımızın ramazanını tebrik ederken, bu güzel mevsimin, gayeyi hayali gerçekleştirmeye vesile olmasını diliyorum. yucelsalih@yahoo.com