Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR-Tr724.com
Türkiye’de psikolojik işkence çok yaygın. Kimliğinden, düşüncelerinden inançlarından dolayı insanlar aşağılanıyor, toptan suçlanıyor, ayrımcılığa maruz kalıyor. İşin tuhafı bunlar TV’lerden, gazetelerden ve bizzat yasaları uygulaması gereken kişiler tarafından yapılıyor.
Çocuklar okulda öğretmenleri, arkadaşları tarafından “terörist çocuğu” olmakla suçlanıyor, psikolojik baskıya maruz kalıyor. Toplumdaki dışlayıcı, suçlayıcı tavırlardan dolayı pek çok insan kendi ülkesinde yaşamak istemiyor. Son 3 yılda yapılanları onuruna yediremediği, müfterilerle gözgöze gelmeye dayanamadığı, beden yükünü taşıyamadığı için pek çok kişi canına kıydı.
Psikolojik işkence ve baskının ötesinde Türkiye’de yaygın fiziki işkence var. Gökhan öğretmen gibi işkencelere dayanamayıp ölen insan sayısı yüzlere ulaştı. Bizzat benim tanıdığım bir düzine insan var EZA-EVİnde ölüme sürüklenen. Sakat kalanlar, ruh sağlığını yitirenler… Ailelerin, çocukların katlamak zorunda kaldıkları ayrı bir problem.
Cezaevlerindeki insanların beden ve ruh sağlığı devlete emanettir. Kamu görevi gören polisler, gardiyanlar, polis müdürleri ve sıralı amirler gözaltında, cezaevinde insanların başına gelenlerden sorumludur. Hesabını vermek durumundadırlar. İşkence insanlığa karşı işlenmiş, zaman aşımı olmayan çok ağır bir suçtur. Hitler döneminin işkencecileri 90-100 yaşında saklandığı yerlerden bulunuyor ve hakim karşısına çıkarılıyor. Yargılamayı dünya medyasına geçiyorlar; zira herkesin görmesini, duymasını istiyorlar.
Eski işkencecileri cezalandırmak sadece o fiili işleyenleri cezalandırmak değildir. İşkence yapmayı, benzer eylemlerde bulunmayı düşünen insanları caydırmaktır. Maalesef insanoğlu ceza görmediği, bedel ödemediği zaman kötülük yapmaya devam ediyor. Suçun cezasız kalması veya orantılı ceza verilmemesi suçu hafife almaya neden oluyor. Sık sık çıkarılan afların suçu önemsiz görmede ve yaygınlaştırmada etkisi büyük. Her konuda olduğu gibi cinayete, tecavüze, hırsızlığa bile kılıf bulumada, “masum” bir zarfa sokmada üstümüze yok! “Kader mahkumu” diyor tecavüzcüyü, katili mazur görmeye çalışıyoruz.
Muhalif olmak, eleştirmek “suç” değil, özgürlüktür
Bahsettiğimiz elbette siyasi suçlar değil. Diktatörlerin yönettiği ülkelerde sıkça karşılaştığımız siyasi suçlar, genelde objektif kriterlere, evrensel hukuk normlarına göre suç olmayan konulardır. Temel demokratik hakların kullanılması, yazmak, konuşmak, eleştirmek, muhalefet etmek “siyasi suç”tur. Bu ülkelerde “vatan” “devlet” denerek siyasi suçlar öne çıkarılırken, insana karşı işlenen suçlar önemsizleştirilir. Oysa hukuk somut eyleme ve maddi delile dayanmalıdır. Muhalif olmak, eleştirmek, farklı görüşe sahip olmak gibi subjektif konular “suç” değil, özgürlüktür.
15 Temmuz’u müteakip işkence vakalarında patlama oldu. Bir senaryo ile toplumu galeyana getiren, nefreti, kini körükleyen Erdoğan muhaliflerini topluma hedef yaptı. Medyanın da etkisiyle muhalif insanlar sokakta lince, dışlamaya muhatap olurken, hapishanelerde, karakollarda işkencelere maruz kaldılar. Hükümetin himaye etmesi, kamuoyunun gereken duyarlılığı göstermemesi nedeniyle işkence illeti yayıldı. Eğitimli, naif, kibar insanlara en ağır hakaretler edildi, insanlıktan çıkanların yapabileceği türden işkenceler uygulandı. Yüzbinlerce insan işkence mağduru haline geldi. Suskunluk ve sessizlik işkenceyi, kötü muameleyi büyüttü. Hukuka, adalete teslim olmuş savunmasız insanlara eziyetin, işkencenin her çeşidini yaptılar.
Suskunluk, başka insanları da mağdur ediyor
Aradan üç yıl geçmesine rağmen hala ağır işkence vakaları geliyor. Geçen hafta Halfeti’de gözaltına alınan Kürt gençlere yapılan ağır işkenceler gündemdeydi. Bu hafta Ankara’da diplomatlara işkence yapıldığını duyuyoruz. Sadece toplumun suskunluğu, iktidarın göz yumması değil, işkenceye maruz kalanların susması, utanması, hakkını aramaması da işkence vakalarını artırıyor. Pek çok insan utandığı için, belki yaşananları tekrar hatırlamamak için gördüğü işkenceyi yok sayıyor; takipçisi olmamayı tercih ediyor. Ama bu suskunluk, hak aramama başka insanların da benzer muameleye maruz kalmasına sebep oluyor. İşkenceciler hiçbir şey yokmuş ve yaptıklarının cezasını çekmeyecekmiş gibi işkenceye devam ediyor.
Herhangi bir insana eza veren harekette bulunmak veya sanıklara suçlarını itiraf ettirmek için canlarını yakan muamele, cefa çektirmek işkencedir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası: “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” diyerek işkenceye karşı insanların haklarını güvence altına almaktadır. Türk Ceza Kanunu: “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” diyor. TCK’ya göre işkence savunmasız kişilere, avukatlara veya diğer kamu görevlilerine karşı olursa, cinsel taciz şeklinde gerçekleşirse ceza ağırlaşır. İşkencede suçun işlenmesinde iştiraki ve ihmali olanlar da cezalandırılır. Diğer suçlardan farklı olarak işkence suçunda cezada indirim yapılmaz.
Türkiye taraf olduğu, kabul ettiği uluslararası anlaşmalara göre işkencenin önlenmesiyle ilgili gerekli tedbirleri almayı taahhüt etmiştir. BM’de 1948 yılında ilan edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ne göre; “Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayri insani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tâbi tutulamaz”. 1984 tarihli “İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayri insani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” hiçbir hâl ve şartta işkencenin meşru ve mazur gösterilemeyeceğini hüküm altına alınmış: “Bir üst görevlinin veya bir kamu merciinin emri, işkencenin haklılığına gerekçe kabul edilemez” demiştir. Türkiye, ayrıca, 26 Kasım 1987 tarihli “İşkencenin ve Gayriinsani ya da Küçültücü Ceza veya Muamelenin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi”ni onaylamıştır.
Türk Ceza Kanunu: “Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimselerin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.” demektedir.
Utanması gerekenler işkenceciler
İşkenceye maruz kalmak onurlu, ahlaklı insanlar için kabul edilir ve katlanılır bir durum değil. Bu nedenle pek çok insan gördüğü işkenceyi söylemiyor, paylaşmıyor. Fırtınaları iç dünyasında yaşamayı tercih ediyor. İşkence görüp dışarı çıktıktan sonra insan içine çıkmak istemeyen, hayata küsen çok kimse var. İşkence sonucu aşağılanmışlık hissi onları içten içe eritiyor, tüketiyor. Bütün bu duygular anlaşılabilir. Ancak utanması, toplumdan kaçması, insan içine çıkamaması gereken işkenceciler iken, eylemsizliğimiz, hakkımızı takip etmememiz, yasal başvurular yapmamız nedeniyle onlar işkencelerine devam ediyor, yeni canlar yakıyor, yeni mağdurlar, mazlumlar oluşturuyorsa bunun vebali olmaz mı!
Utanması, saklanması gereken siz değilsiniz! Aksine işkenceciler kaçacak delik, saklanacak izbe yer aramalılar. Kanaatimce işkenceye, insanlık dışı muameleye maruz kalıp bunun takipçisi olmayan, işkencecilerin peşini kovalamayan vebale girer! Feragat ettiğiniz sadece kendi hakkınız değil! Kamusal bir hak, Hukukullah söz konusu! Eğer hak aramaz, mücadele etmezseniz işkence devam eder, işkence vakalarının arkası kesilmez.
İşkencecileri ifşa edin! Uluslararası kuruluşlara şikayet edin! Belgeleme imkanınız yoksa aynı işkenceye maruz kalanlarla birlik olun, ortak ifadeler, metinler oluşturun; ama mutlaka işkencecilere karşı mücadele verin!
Türkiye’de çok ağır mağduriyetler, insan hakları ihlalleri yaşanıyor. Ama mağdurlar yaşadıklarını paylaşmadığı sürece anlatılanlar hikayeden, tevatürden ibaret kalıyor