ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Mübarek Ramazanın ilk günü, ilk iftarıyla beraber bir hukuk cinayetine şahit oldu talihsiz ülkem.
Yine uzaklarda, yine içim burkularak izliyorum olan biteni.
Bu karakuşi kararla, ‘Yok bizimle hukukla mukukla, medeniyetle işimiz, biz kendimize has bir yol tutturduk gidiyoruz.Dünya da, yargı bağımsızlığı da umurumuzda değil.’ diyen, sözümona nevişahsına münhasır bir sakat zihniyetin tekraren dışa vurumu oldu bu.
Özüne özgü bu zihniyetin;
Bir, ‘dini değerler ve ahlak’, ikincisi, ‘demokrasi ve vicdan’ hususunda dibe vurduğuna yine tanıklık etti tüm vatan evladı.Ay Ramazan, sözümona dini değerleri önceleyen, Allah’tan korkan, kul hakkı deyince mangalda kül bırakmayan,bu siyasetleriyle dünyaya nizam verdiğini zaneden, bir siyasi klik ve eteğine iliştirdiği yancısıyla bu hukuk cinayetine imza attılar…
Günlerden 6 Mayıs’tı bu cinayet işlenirken. Kaderin cilvesine bakın ki, 47 yıl önce, yine aynı gün, üç gencecik beden, düşüncelerinden ötürü, düşündüklerinden ötürü darağacına gönderiliyordu. Yani 47 yıldır değişen hiç bir şey olmamıştı, arpa boyu yol alamamıştık.
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan düşünce suçlularıydı. Memleketleri için bir gelecek öngörmüş, beğenelim beğenmeyelim, kendilerine göre çıkış yolları göstermişlerdi.Onlar için bu sonu hazırlayanlar şunu demek istiyorlardı: Düşünce adamı dün de cüzzamlıydı, bugün de cüzzamlı.Sizler düşünmeyin, sizlerin yerine düşünen birileri var.Komünizm mi lazım, onu da biz takdim ederiz size.
Yormayın kendinizi, sakın düşünmeyin, gezin tozun, bakın keyfinize. Uyuyun, uyamaya devam edin!
Bir bakıma, 6 Mayıs her türlü insani değerlerin ayaklar altına alındığı, kirli siyasetin post kavgası için, demokrasiyi, insan haklarını hiçe saydığı bir gündü ve 47 yıl sonra, bu zihniyet ‘bir yere gitmedin buradayım’ diye yeniden karanlık dehlizlerden ses verdi.
Dersim katilamından bir acı görüntü…
MAYIS AYI, HER DÖNEM ACILARIN CEM OLDUĞU BİR AYLDIR!
Aslında Mayıs ayı güller ayıdır, baharın güllerle gülücükler dağıttığı bir aydır.
Lakin dönüp yakın karanlık tarihimize baktığımızda, bu gülücüklerin ülke insanına çok görüldüğü bir ay olarak bilinir ve hatırlanır.
Neden mi?
İşte Mayısla dile gelen acı olaylar ve hatıralar:
–1 Mayıs’ta Taksim katliamında 34 kişinin ölümü,
–4 Mayıs’ta Dersim katliamı,
–6 Mayıs, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamı,
–11 Mayıs, Reyhanlı katliamı,
–13 Mayıs’ta Soma’da 300 işçimizin göz göre göre katledilmesi,
–27 Mayıs, ülke Başbakanı Adnan Menderes ve iki bakanını idama götüren askeri darbe.
Demek ki, az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik.
Sonra baktık ki, aynı yerdeyiz.
Yaşananların her biri utanç vesilesi olması gerekirken sıvamaya devam ediyoruz.
6 Mayıs 2019’da milyonların sandık cinayeti! olarak tarihe geçti
Dersim katilamından bir acı görüntü…
İMAMOĞLU, KİRLİ BİR İKİLİ SİYASİ DEHANIN(!) AYAKOYUNLARIYLA BAŞ ETMEYE ÇALIŞIYOR
Paranteze alıp şunu da ifade edeyim: Şu sıralar arzı-endam eden Davutoğlu da yine bir Mayıs günü, seçilmiş bir başbakanken, seçilmişligi hiçe indirilerek, yine bir darbeyle görevinden alınıyordu.
4 milyonu aşkın bir oyla başkan seçilen ve İstanbullu’nun gönlünde taht kuran, etrafa tebessüm dağıtan, millete meydanlarda dişlerinizi sıkın diyen değil, gülün gülücükler dağıtın diyen, yepyeni bir sima Ekrem İmamoğlu, bir ikili siyasi dehanın! (Erdoğan-Bahçeli) ayakoyunlarıyla baş etmeye çalışıyor.
Peki, bunları dünden bugüne yapanlar, milleti, iradesini yok sayanlar bu cesareti nereden alıyorlar?
Hemen söyleyeyim, bunları yapanlar, şöyle düşünüyorlar: ‘Yahu bunlar bir acı hisseder, ama hemen unuturlar, yanımıza kar kalır yaptıklarımız.
Bir iki hafta söylenirler, sonra herkes, hiç bir şey olmamış gibi evlerine dağılır.
Neden mi böyle düşüyorlar?
Çünkü hep böyle oldu.
Unuttuk, sahip çıkamadık şu irade denen şeye.
Yüz bulanlar astar istedi, onlar istedikçe biz verdik.
İstemeye devam ediyorlar, acıdır ki biz de vermeye devam ediyoruz.
Askeri darbelerden gerçek anlamda dersler çıkarmış olsaydık, 21. Asırda Türkiye’de bir Saray darbesiyle bugün karşı karşıya kalmazdık.
Millet olarak, darbe ve darbecilerden hep nefret ettik, ama hiçbir zaman topyekûn bir demokratik duruş sergileyemedik.
Tıpkı bugün olduğu gibi…
Ülkemizin yakın tarihi çok büyük ayıplarla dolu.
Hangi birini sayalım ki?
Ülkenin yakın geçmişi de uzak geçmişi de birbirinin kopyası ve tekrarı…
6 Mayıs 1972’de idam sehpasına çıkarılırken, vasiyetleri dahi yerine getirilmeyen ve acımasızca 50 dakika darağacında asılı tutulan Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın infazlarından ders çıkarmış olsaydık, bugün meydanlarda höyküren muktedirler, kendi siyasi bekaları için ülkemizin her bir köşesini savaş meydanına çeviremezdi.
Cizreli Taybet İnan’ın bir hafta evinin önünüde kalan cesedi ve izleyen Türkiye..
HOZATLI ALEVİ NENE, CİZRELİ KÜRD ANA, YASLI CUMARTESİ ANNELERİ VE MAHPUSTAKİ 17 BİN KADIN!
Her gün asker, polis veya sivil, vatan evladı hayatlarının baharında aramızdan ayrılmazdı.
Dün olduğu gibi bugün aynı şekilde zalim ve gaddar politikacıların, zehirli söylem ve eylemleriyle, toplumumuz kutuplaşıp, birbirine düşman hale gelmezdi.
Bundan tam 78 yıl önce yine bir Mayıs gününde, Dersim kan revanken, sakalları zorla kesilen Alevi dedeleri bu mezalime direnirken, onlara ses olabilseydik, 90 yıllarda köyleri yakılan, yersiz yurtsuz bırakılan Kürtler’i anlaşabilseydik, bugün nereden çıktı bu hukuksuzluk demezdik.
Yine Dersimliler evlerine zorla sokularak toplu bir şekilde yakılırken, Hozatlı Alevi ninemiz süngülenip, bir ormanın karanlığında kurda kuşa yem edilirken, Cizre’de bir hafta bir meydanlıkta 60 yaşındaki Taybet İnan‘ın cesedinin kalması karşısında dilsiz şeytan sessizliğine gömülmeseydik, bugün yahu ne oluyoruz demezdik.
1937-38’de bugünkü adıyla Kayışdağı‘ndan aşağı atılan ve tek suçları Alevi olan bu mazlumların suçlarıyla yüzleşen bir devlet anlayışı olsaydı, aradan 81 yıl geçmesine rağmen aynı anlayışın devamı niteliğinde olan, doğuda 17 bin insanın canı mal olan, faili meçhul cinayet olmazdı.
Roboski’de 34 Kürt vatandaş katledilemezdi.
Sivas’ta insanlar canlı canlı ateşe verilmezdi.
Başbağlar‘da toplu katliam gerçekleştirilmezdi.
Diyarbakır Sur, Reyhanlı, Cizre, Nusaybin, Suruç ve Ankara’daki karanlık saldırıların acıları ile yeniden karşı karşıya kalmazdık.
Yani, Dersim’de olup bitenlere, insani ve vicdani bir sorumlulukla eğilebilseydik, yer yer sahnelenen kanlı oyunlar son bulur, akan kan dururdu.
Bebekler, çocuklar, hamile kadınlar, yaşlı dedeler sokaklarda ‘kim vurduya’ kurban gitmez, kör ve acımasız bir savaşın aleti olmazlardı.
Cenazeler evlerin mahzenlerinde günlerce bekletilmezdi.
Burs topladıkları ve Kermese yardım ettikleri için cezaevinde çürütülen 17 bine yakın kadın ve 800’e yakın çoucuğu
DERSİM KATİLAMI VE ANADOLU’NUN DÖRT BİR YANINDA YANAN CANLAR!
Dersim katliamından sağ kurtulan Yamoş Bakıray, Ali Hıdır Şahin, Hasan Bakır, bazen sesleri titreyerek, bazen gözleri dolarak, yaşananları daha yeni yaşıyormuş gibi acılarını aktarırken, onların yaşadıklarına ve acılarına ortak olabilseydik, bugün başımıza nasıl bir çorap örüldüğünü anlayabilirdik.
Öyle ya, örülen çorabı görür, milli irade masalları anlatarak, sandıkları hiçe sayanların nasıl bir cinayete imza attıklarını daha iyi görürdük.
Evet, görebilseydik, Gezinin gençleri darbeci olmaz, hırsızları enseleyen polisler “Terörist” paralelci olmaz, yıllarını karanlık kodeslerde geçirmezlerdi.
Bir kurgudan, film senaryosunda darbe planı çıkarılmaz, Hidayet Karaca gibi 200’e yakın gazeteci zindanlarda çürütülmezdi.
JİNHA muhabiri Vildan Atmaca’ya çıplak aranma girişiminde bulunamaz, burs ve kurban topladığı için 17 bin eğitimli ve başörtülü kadın, anne 800 çocuğuyla cezaevlerine ve zindanlara atılmazdı.
Yetim ve ihtiyaç sahiplerine yardım, burs ve kurban topladığı için, 80 yaşındaki dedeler cezaevine, hasta yatağında 91 yaşındaki dedelerin evlerine nefret operasyonunu yapılmaz, ülke nefret coğrafyasına dönüştürülmezdi.
Mağdur insanlara yardım ettiği için cezaevinde ölüme terk edilen binlerce öğretmenden biri olan ve vefat eden öğretmen Halime Gülsu.
HİKÂYELER AYRI AMA ACILAR, KEDERLER VE SIKINTILAR ORTAK…
Deniz Gezmiş’in 47 yıl önce, babasına yazdığı mektubunda dediği gibi; “Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir”
Ve elbet unutmamalı: Mayıs annelerimizi hatırladığımız günü de taşır bağrında.
Ancak bugün binlerce Anne, Anadolu’da ve dünyanın dört bir yanına savrulan sürgündeki evlatlarının başına gelenler için gözyaşı akıtıyor.
Kiminin çocuğu vatan uğrunda şehit oldu, kimi faile meçhule giden yakınlarının mezarını arıyor.
Burs ve kurban gibi gerekçelerle hapse atılan anneler ise bugünü evlatlarından ayrı geçiriyor.
Cumartesi Anneleri ise 736 haftadır yakınlarını arıyor…
Gördüğünüz gibi; hepsinin hikâyeleri ayrı fakat acıları ortak.
Yine unutmamalı ki, acılara yol veren, annelere bunu revan gören zihniyet aynı zihniyet.
DUA, TEMENNİ VE DİLİKLERİMİZ….
Duamız, dileğimiz:
Baharlar bahar gibi, Mayıslar Mayıs gibi yaşansın, çocuklar şen ve mutlu, analar yas bağlamasın, ayrı düşmesin birbirinden anneler evlatlar.
Gençlerimiz kurbanı olmasın karanlık oyunların. Hortlak gibi sağdan soldan uç veren, bir hayalet gibi milletin ufkunu karartan ‘şu karanlık, meşum zihniyet’ terk etsin coğrafyamızı…e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au
Not: Başta annemin olmak üzere, başta acı çeken, aramızdan ayrılan, zindanlarda evlatlarıyla gün sayan tüm annelerin bu güzel gününü tebrik ediyorum.