FATMA BETÜL MERİÇ-TR724.COM
Türkiye, bir seçimi ‘daha’ geride bıraktı. Daha diyorum, çünkü ilkbahar mevsiminden sonra yazın gelişi gibi; bir seçim mevsimini bir diğeri takip etti son zamanlarda. Ülke, pek çok önemli gündemini seçimler uğruna ya da iktidarın diliyle ‘beka’ uğruna, feda etti.
İptal edilen ve yenilenmesi kararı verilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri, millet ittifakının adayı Ekrem İmamoğlu’nun katlanarak artan bir oy farkıyla kazanması ile neticelendi.
Cumhur ittifakının bir ‘beka’ ve ‘var oluş/yok oluş’ sorunu haline getirdiği, kendini ve tabanlarını da buna inandırdığı zor zamanlardan geçtik ülkece. Kutuplaşmanın, “Benden misin yoksa onlardan mı, tarafını seç?” sorunsalının yaşandığı; birimizin acısı hepimizin acısı olacağı yerde, acı çekenin mahallesine bakıldığı bir tuhaf dönemin şahitleri olduk, olmaya da devam ediyoruz.Kazanmanın da kaybetmenin de bir usulü olmalıdır. Hiçbir dünyalık makam, maddi güç ve kuvvet, üstün tutulmamalıdır insanlıktan.
İktidarı kaybetmekten değil, insanlığı kaybetmekten korkulmalıdır.
***
Bir arkadaşımın telefonuna iktidar partisine yakın olduğunu bildiği yakını, sosyal medyada da dolaşıma giren bir videoyu gönderiyor. İşte İstanbul’un yeni başkanının destekçileri, Çamlıca Camii’ne karşı alkol tüketip eğlence yapıyor. Siz de bunları destekliyorsunuz, diyor. Bunu derken, kendisinin her platformda ölesiye savınduğu partisinin İzmir adayı, Nihat Zeybekçi’nin: “21. yy Türkiye’sinde içkiyi ve içkili mekanları tartışmak gericilik ve yobazlıktır.” (BBC TÜRKÇE, 25.03.2019) dediğini hatırlamıyor sanırım.
Yine Zeybekçi’nin Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök’e verdiği röportajda, “Ben İzmir şarabını uluslararası marka yapmak istiyorum” ifadelerini kullanıp başkan adayıyken verdiği vaatleri de hatırlatmakta fayda var.
Bahsi geçen video, yakın zamanda Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yakınlığı ile bilinen ve sosyal medyada ‘Sağlam İrade’ kullanıcı adıyla hesabı olan Taha Ün tarafından:
“Maltepe’de bir ana caddede bazı CHP’lilerin ‘şampanya patlatarak’ yaptığı kutlamayı “Çamlıca Camii’ne gelip şampanya patlattılar” demenin kime ne faydası var? Yani bu yalanı atınca, bizi bize düşman edince tam olarak ne oluyor? İzah edebilecek kimse var mı? sözleri ile eleştirildi.
Farklı düşüncelere saygılı olmanın, insanlara salt insan oldukları için değer vermenin; “ O kadar cahilsiniz ki, dininiz var diye ahlaka ihtiyacınız kalmadığını sanıyorsunuz” diyen Tesla’nın aksine; inanıyor olsak bile ahlaka ihtiyacımız olduğunun önemini unutmamamız gerekir.
Hem insan daima; kendi hata ve kusurlarına karşı savcı, başkalarının hata ve kusurlarına karşı da bir avukat gibi davranmalı değil midir?
Sabah gazetesi yazarı Hilal Kaplan, kaybedilen seçim yarışını ütopik sebeplere, son iki ay içinde 18’ini doldurup oyunu Chp’den yana kullandığını iddia ettiği seçmenlere bağlarken; Habertürk’ten Nihal Bengisu Karaca ile Yenişafak’tan Fatma K. Barbarosoğlu, bir zamanlar methiyeler dizdikleri iktidarı daha gerçekçi sebeplerle eleştirir hale gelmiş.
Bu küçük de olsa sevindirici bir gelişme. Belki haktan ve adaletten ne kadar uzaklaştıklarını anlarlar bu sayede.
Fatma Barbarosoğlu, “800 bin fark ne ki..” başlıklı yazısında son olarak,
YANİ!
Her şey ,öyle böyle, şöyle filan da.
Öcalan’ın mektubundan medet ummayacaktınız.
Şehit ailelerinin canını yeniden yakmayacaktınız.
“Bebek katili” dediğiniz adamı seçimi kazandıracak stratejik özne yapmanıza, kardeşini TRT ekranında kendinize “destekçi” kılmanıza değdi mi?
Oğuldan yetim ana-babaların, babadan yetim evlatların, hayat arkadaşını yitirmiş kadınların acısına kezzap dökmeyecektiniz.
Sözlerine yer vermiş.
Kırık dökük de olsa, iktidarın her yaptığını alkışlayan yazarlardan bu eleştirileri duymak sevindiriciydi.
Sevindim. Kendi adıma da.
Çünkü, bir zamanlar göklere çıkardıkları liderlerini, -yolun sonuna gelindiğini gördüklerinde-, yermeye başlayanlardan biri de ben olabilirdim.
Zararın bir tek kendine dokunabileceğini sezince az da olsa gerçekleri konuşmaya cesaret edenlerin safında yer alabilirdim.
Görmezden geldiğim zulümlere, üç maymunu oynayıp; mazlumların arşı inleten çığlıklarına dilsiz ve kulaksız kesilebilirdim.
Kendimden olmayanı, kendim gibi düşünmeyen herkesi hain ilan edip, hayat hakkı tanımayabilirdim.
İnsanlar suç işler, suçu kanıtlanır cezalarını çekerler. Anne babası suçsuz olduğu halde, -velev ki suçlu olsalar dahi – zindanlarda emeklemek, yürümek, gözlerini dünyaya bir zindanda açmak zorunda kalan bebeklere ben de kayıtsız kalabilirdim.
Kalbim buz kütlesine dönmüş, hiç insafım kalmamış gibi davranır, ‘Ama onlar da …’ ile başlayan cümleler kurabilirdim.
Ben de meydanlarda seçim şarkıları ile coşup, kaç kişinin ahının alındığını hiç önemsemeden hayatıma devam edebilirdim.
Hakkı tutup kaldırmak varken, taraf tutabilir; kendime dünyalık mülkler edinirken, bu saltanatın bir gün çökebileceğini aklıma bile getirmeyebilirdim.
Sarayda gece.. Herkes uykuda..
Kimsenin zindandan haberi yok,
Zindanda gece.. Herkes uykuda..
Kimsenin nimetten haberi yok..
Mevlana
Şükür ki insanım. İnsanlık paydasında buluştuğum herkese var benim sevgim, saygım.
Evimden, işimden, eşimden ayrı düşmüş olsam da gam değil.
Ya zulmün tarafında olsaydım?
Ya bilmediğim gönüllerin gözyaşlarına sebep, ben olsaydım?
Ya gündemim makam devşirmek, daha çok kazanmak, tanınmak, bilinmek olsaydı?
Bu yüzden iyi ki mazlumum, mazlumun tarafındayım.
Bu yüzden benim asıl gündemim ne tekrarlanan seçim ne S-400’ler..
Benim gündemim, anne karnındayken cezaevi ile tanışan, gözünü dünyaya açar açmaz zindan karanlığında annesinin göğsüne sığınan, bahtına peygamberi bir yükü omuzlamak düşmüş Safiye Bebek ve niceleri..
Benim gündemim, dünyanın bir başka köşesinde, 11 aylık evladı sırtında olduğu halde, Meksika Sınırı’ndan özgürlükler ülkesi Amerika’ya sığınmak isterken; Rio Bravo Nehri’nde evladıyla boğularak can veren El Salvadorlu Oscar Ramirez ve kızı Valeria.
Sazlıkların içinde bir nehir kıyısına vurmuş, yavrusu ile yüzükoyun yatan resmi, bütün insanlığın ortak utancının da resmidir.
Böyle anlarda “Çocuklara işkence yapılan bu dünyayı sevmeyi ölene kadar reddedeceğim” diyen Albert Camus’u daha iyi anlıyorum.