‘Tutuklu’ 743 bebeğiz biz. Bazılarımız daha anne karnındayken kelepçelendik. Buradaki teyzeleri tanıyoruz yalnızca, bizi şefkatle kucaklıyorlar.
Bir de bağıra çağıra konuşan üniformalı kadınlar var, günde bir kaç kez gelip giden. Annemlerin volta attığı koridorda süründük, tay tay durduk ve yürüdük. Konuşmaya başlarken ‘anne’yi öğrendik, baba demeyi denemedik bile. Baba kimimiz için bir karede annemin yanında duran mütebessim çehreli adam. Bazılarımız daha şanslı bazen bir camın arkasında görüyor babasını; bazen de camlar kalkıyor aradan kucağına oturabiliyor.
Benim adım Yusuf, annem Büneyye Özdemir’le birlikte tutuklanırken çekilmiş fotoğrafımızdan tanırsınız belki. Biraz büyüdüm, artık iki yaşındayım. Saçlarım bile var, bayramda daha bir özenle tarıyor annem. Bayram sizin oralarda da aynı şey mi bilmiyorum; bizim en heyecanlı günlerimiz. Hummalı bir telaş, tatlı buruk bir heyecanla gelir. Bir de annemlerin çelişik duygularından tanıyorum bayramı. Güler gibi ağlar, ağlar gibi gülerler. Ama en kötüsü açık görüşten döndüğümüz zamandır; babamdan zorla ayırırlar. Koğuştaki koşturmaca yerini tam bir sessizliğe bırakmıştır, kimsenin ağzını bıçak açmaz. Sadece biz bebeklerin çığlık şeklindeki ağlamaları bozar sessizliği.
Cezaevinde, sürgünde ya da işsiz güçsüz bırakılıp helal rızkına ulaşması engellenmiş yüz binleriz. Annesi ile babasının cezaevleri arasında mekik dokuyan çocuklar, koğuş ranzasına bağlanan iplerle beşik yapılan bebekler var. Demir parmaklıklar arasında lohusalığını yaşayan anneler ve ihtiyaçlarını gidermekten aciz yaşlılar hayata tutunmaya çabalıyor. Tutuklu eşinin yokluğunu çocuklarına hissettirmemek adına çırpınan ve ailesi tarafından dışlanmış anneleri unutmayalım. Hepsi bir yana, 114 gündür babasından haber alamayan çocukların olduğu bir ülkeden söz ediyoruz.
Bu psikolojinin yüreğimize attığı çelişkiler bir yumak gibi. Sosyal medyada ‘bayramsa bayramınız’ diye başlayan ve bayram yapmayı neredeyse büyük günah kategorisine sokan mesajlar çoğaldı. Bu duyarlılığı hem paylaşıyor hem de saygı duyuyorum. Yaşadığımız acıların büyüklüğü ve oluşan travmanın derin izleri zaten başka seçenek bırakmıyor.
Ama her şeye rağmen bu günler bayram…
Cezaevinden çıkan bir çok arkadaşımdan, yakınımdan dinlemiştim. ‘Buruk, hüzünlü ama diğer günlerden farklıydı, bayramdı o günler’ diye anlattı birisi daha bu sabah: “Sayımdan sonra bayram kahvaltısı yapılır. Cezaevinde icat edilmiş yemeklerin önemli kısmı, özel günlerdeki arayışların ürünüdür. Koğuşlar arasında şekerler uçuşur, koridorlar tebriklerle inler.”
Beni bu yazıyı yazmaya cesaretlendiren iki fotoğraf var. Saraybosna’da kuşatma sırasında kullanılan tünelin çıkışındaki müze evin duvarında görmüştüm ilkini. Gelinlik ve damatlığı ile tünelden geçip şehre gelen iki gencin gülümseyen yüzünden çok etkilenmiştim. O tünelden sadece yiyecek içecek ve silah geçmemişti; şehrin damarlarına hayat pompalanmıştı buradan.
İkinci kare ise Silivri Cezaevinde çekilmiş bir yaş günü kutlamasıydı. Beytullah Demir, 6 yaşına basan kızı Sena’ya açık görüşte doğum günü pastası yapmıştı. Kantinden alınan kek ve bisküvilerin arkasında tebessüm eden bir çocuk yüzü. İşte bu demiştim, yine diyorum.
Elbette ve her şeye rağmen bayram…
Sürgünde/hicrettekilerin yaşadıkları daha başka. Anasının son anında başında olamayan evlatlar, yirmili yaşlarda hayatın yükünü taşıyamayıp çekip giden oğlunu toprağa elleriyle teslim edemeyen babalar var. Diğer acılar bunların yanında bayram şekeri… kardeşini, annesini, babasını, eşini cezaevinde bırakıp gelmiş gözü arkada kederli yüzler dolaşıyor aramızda. Eyvallah… ama her şeye rağmen bayram…
Yurt dışında yaşayanlar, çocuklarını kültür şoklarına karşı korumanın zorluğunu iliklerine kadar hissediyor. Kültürel kodlarımızı çocuklarımıza aktarmanın en iyi yolu bayramlar. Beraber ziyarete gitmek, ona çikolata ve çerezleri koyması için bir poşet bir de harçlıklar için küçük cüzdan vermek; önceden para bozdurup gelen miniklerin avuçlarına sıkıştırmak; mahçup ama mutlu hallerine tanık olmak… onların ruhlarında yıllar sonra bile silinmeyecek izler bırakmamıza vesile olacak. Az bir kazanım değil.
Zalimler, mağdurların bitmiş ve hayata küsmüş hallerini görünce bayram yapar. ‘Yıkılmadık ayaktayız’ ile ‘acımadıki’ arasında kalın bir çizgi bulunuyor. ‘Evet acıyor, ama acıya rağmen yıkılmadık.’ demeyi öneriyorum.
Bu duygularla diyorum ki; bayramlarınız bayram olsun…