Samanyoluhaber.com yazarı Erkan Çıplak Yunanistan’daki bir bayramı, gurbette bayram izlenimlerini yazdı.
ERKAN ÇIPLAK – SAMANYOLUHABER.COM
Bir bayram ziyaretinden geride kalan
Gurbet ağır,bayramda daha da ağırlaşan bir yük.Çünkü bayramlar yüzyıllardır birbirini sevenlerle , kardeşlerle bir arada,anne babaların eli öpülerek geçirilen bir ritüel. Gurbette olan kişinin ise bu ritüeli ancak telefonla yapma imkanı var .Fakat onunda yarısı ağladığını belli etmemekle geçer. Görüntülü konuşmak ise ayrı imtihan, hasretinle yanıp tutuştuğun insanı karşında görüp sarılamamak, kokusunu alamamak daha da mahveder insanı , o da bir sure bakışarak geçer fazla konuşmasın… Sıladakilerin durumu da bizden farksız değil, komşularının evleri dolup dolup taşarken pencerede evlat yolu bekleyen , torunlarının büyüdüğünü göremeyen anne babaların halini düşündükçe kahrolur insan…
Bu duyguları daha ağır yaşayan insanlarla bayramlaşmak, sarılmak, yanlarında olduğumuzu, yalnız olmadıklarını göstermek için bayramın birinci günü yollara düştük. Hiç tanımadığımız, hiç görmediğimiz ama hikayelerini bildiğimiz masumiyetlerinden şüphe duymadığımız, kardeşlerimiz dediğimiz insanları ziyaret edecektik. Yanımıza ailelerin ihtiyacı için hayırseverler tarafından verilen bir miktar para ve çocuklar için şekerlemeler aldık.
Yunanistan sınırına girdiğimizde ise hiç hesapta olmayan farklı bir heyecan kapladı içimizi. Çünkü lokasyon olarak vatana doğru gidiyordu arabamız. Her kilometre de toprağını,suyunu,bayrağını ve ezan sesini özlediğimiz yurdumuza yaklaşıyorduk. Sanki sevdiklerimizle bulaşacağımız bir bayram yerine gidiyorduk. Selanik limana vardığımızda ise İzmir’e gelmiş gibi hissettik. Ne kadar da benziyordu, sahil şeridi tıpatıp kordonu andırıyordu. Kısa bir süre de olsa memlekete gelmişliği yaşadık…Ama hepsi o kadardı işte, başka bir diyarda olduğumuzu …Bir süre Çanakkale’nin,İzmir’in nereye düştüdüğünü konuştuk aramızda.Sonra hüzünlü gözlerle uzun uzun denizi seyrettik , sanki her dalgada bize ait bir şeyler taşıyordu kıyıya, bir tarafı vatan toprağına değdiği için öyle hissetmiş olabiliriz belki de…. Rahmetli Cem Karaca’nın vatan özlemini gidermesi için Kos adasına gelip uzun uzun Bodrum’un ışıklarını izlemesi gibi izledik denizi, egenin yosun kokusunu içimize çektik. Sonra tıpkı kordonda yürüyor gibi kısa bir yürüyüş yapıp kardeşlerimizle buluşacağımız yere gitmek için yola çıktık.
Bayramlaşma programının olacağı yere gelip aracımızı park ederken gördüğüm yaşlı yunanın aslında bir kahraman olduğunu henüz bilmiyordum. Programın olduğu salona girdiğimde ortamdaki samimiyeti,yüzlerdeki masumiyeti ve yaşaran gözlerdeki gurbeti görmek çok zaman almıyordu.Türkçe ve Yunanca şarkılar söyleyen çocukları izlerken uzaklara dalıp gidenler, gözyaşını saklamaya çalışanlar dikkatimizden kaçmadı..Bu arada otoparkta gördüğüm yaşlı yunanın yanı başımda olduğunu çok sonra fart ettim. Çünkü ben bir yandan sahneyi izlerken, bir yandan da önümüze gelip yüzlerimize bakan küçük çocukları merak ediyordum,o derin bakışlarda yüzlerimizde sanki bir şey arıyorlardı.Ama bunun sebebini soramadan ismim anons edildi ve sahneye çağrıldım. Genelde o tür ortamlarda rahatımdır,canlı yayınlarda bile heyecanlanmadan dakikalarca konuşurum. Fakat o insanların yüzüne baktığımda kelimeler boğazıma düğümlendi, ve yaş olarak gözlerimden dökülmeye başladı. Buna mani olmak imkansızdı.Sahne üstü eğitimlerin hiçbiri işe yaramıyordu o an.Çünkü okuduktan sonra günlerce kendime gelemediğim hikayelerin kahramanları ile göz gözeydim, yüzler birden flulaştı,Meriç nehrindeki can pazarları görmeye,anne baba feryatları ,soğuk sularda kesilen çocuk sesleri ve asker sirenleri duymaya başlamıştım. Bir yandan da konuşmaya çalışıyordum ama ne dediğimi hala hatırlamıyorum.
Kendime geldiğimde karşımdaki kalabalığın onca çileye,vatansızlığa, kimsesizliğe,çaresizliğe ve uzun bekleyişlere rağmen kaderdaşları ile bir ara gelip birbirlerine destek olmaları,yolun kaderine sabredip, geleceğe umutla bakmalarına şahit oldum. Bu duruş alkıştan öte takdiri hak ediyordu. Ben pek konuşamayınca mecburen çocuklarla bayramlaşmaya başlandı. Beraber gittiğimiz arkadaşlar, Almanya ve Bulgaristan’dan gelen hayırseverler ile birlikte tıpkı anadolunun bir köyünde bayram sabahı seramonisi gibi dizildik. Çocuklar da annelerinin yönlendirmesiyle sıraya geçti ve hepsiyle taker taker bayramlaşmaya başladık. Çocuklar sanki kendilerini sevdirmek icin gelip duruyordu önümüzde, başlarını okşayıp seviyorduk. Kimse loksunun bir bölümünde Afrikadaki bir yetimhanede çoçukların sevilmek için sıraya geçmeleri geldi aklıma. Ağır ilerleyen sırada otururken yanıma gelen küçük kızlardan biriyle göz göze geldik.Bir yandan ablasının eline tutuyor, bir yandan yüzüme bakıp duruyordu. Başını okşadım ,yanağından makas aldım,ama ablasının elini bırakmış öylece duruyordu. Sonra kucağıma aldım, diğerleri ile bir süre de öyle bayramlaşmaya devam ettik. Bir iki deneme yapmama rağmen ısrarla kucağımdan inmiyor daha sıkı sarılıyordu boynuma. Mesleki duygularla bir şeyler geldi aklıma ama sonrasında gerçeğin daha sarsıcı olduğunu öğrendim. Meğer kucağımdan inmeyen küçük kızın öğretmen babası Türkiye’de hapisteymiş, yavrucak benim kucağımda baba hasreti gidermiş…Yanımıza gelip yüzümüze bakan diğer çocukların kaderi de onunla aynı maalesef…Onlar da hapisteki yada Avrupa’ya iltica etmiş babalarının şefkatli yüzünü arıyorlardı başka yüzlerde… Çok ağır duygular yaşıyorum, hayatım, sorumluluklarım,vefam ,şükür duygum , seyahate gelirken aqua park sözü verdiğim çocuklarım, yeni gezi planı yaptığım eşim geliyor gözümün önüne. Bu yüzden eşleri yanında olmayan hanımlara ve babasız çocuklara bakamıyorum bir süre… Sonra yüzüne bakamadığım çocukların üstüne başına odaklanıyorum ,eldeki imkanla giydirilmiş bayralıklarına gözüm çarpıyor ve kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu…Birçok anne babanın kumda oynarken bile giydirmeyeceği kıyafetleri bayramlık diye giydirmiş anneler. Ama kombinlemeyi de unutmamışlardı yine de, kıyafetler eski ama renkler genelde uyumluydu. Yeni veya çeşitli kıyafetlerinin olamaması normaldi. Çünkü onlar sadece sırt çantasını yanına alabilmiş,ucu ya ölüm ya özgürlük olan bir yolculuğa çıkmış bir nevi soykırıma uğramış insanlardı.
Ve çocukların kıyafetlerine üzülmek bizim derdimizdi, onların çok daha önemli dertleri vardı…Ne zamana kadar bu hayatı yaşayacaklardı, çocuklar kaç ay daha başka yüzlerde babalarını arayacak,uykularında ağlayacak, arkadaşlarının babalarının peşinden koşacaktı?
Biz sadece iki saat katıldığımız progda bu duyguları yaşadık.Onlar bu çileli hayata devam ediyor…Peki Bunca acıyı,ayrılığı,vatansızlığı yaşayacak kadar ne yapmıştı bu insanlar. Daha düne kadar çok iyi ilgileniyor diye koridorunda sıra olduğunuz hatta bazen para ödemediğimiz doktor,en kıymetli varlıklarınızı emanet ettiğiniz öğretmen, kızına kalacak yer bulsun diye kapısını aşındırdığınız akraba, oğluna burs veren hayırsever iş adamı değil miydi onlar? Hiç vicdan kırıntısı ,vefa duygusu yok mu sizde, kimden korkuyorsunuz,neden endişe ediyorsunuz? Zalime karşı gelmekte ecelin değişmeyeceğini,biat etmekle rızkınızın artmayacağını bilmiyor musunuz? Bunu anladığınızda çok geç kalmacak mısınız? O çocukların babasız geçen günlerini geri getirebilecek misiniz? Ömrü evlat yolu bekleyerek geçen yaşlı anne babaların gözlerine bakabilecek misiniz? Tabi ki hayır…Yıllar sonra siz vicdan azabından kahrolurken , onlara annelik,babalık ve komşuluk eden yunanlıların hikayelerini yazacağım..