Müzisyen Aydın İşleyen örgüt üyeliğinden aranırken TRT klibini çekti. İşleyen, kendi klibini cezaevi koğuşunda izledi. “Geriye baktığımda bataklık ve karanlık görüyordum” dediği ülkesinden ayrıldı, yaşıtlarının can verdiği Meriç’i geçmeyi başardı.
ALİN OZİNİAN – SELAHATTİN SEVİ
Sığındığı Yunanistan’ın başkenti Atina’da özlemini hafifletmek için her gün “Uçun kuşlar uçun, İzmir’e doğru” türküsünü söylüyor. Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan onbinlerce insandan biri olan Müzisyen Aydın İşleyen’in hikayesini Kronos haberleştirdi. Alin Ozinian ve Selahattin Sevi imzalı haber ve belgesel, Anadolu’dan koparılan hayatların özeti gibi.
Kronos’un haberi ve Aydın İşleyen’in hikayesi şöyle:
Atina’da bir ilkyaz sabahı, portakal ağaçlarının kokusu arasında sesin geldiği yöne doğru yol aldık. Randevumuz o ağacın altındaydı, güngörmüş zeytin ağıcının altında… Theorias caddesinde ilerlerken artık biz de eşlik ediyorduk türküye; “Sizde şah diyeni öldürürlerse, Ben de bu yayladan şaha giderim…”
Akropolis’e götüren taş kaldırımlı yoldaki tek ve geniş zeytin ağacının altından geliyordu bu ses. Aydın İşleyen oradaydı. Metamorphosis Kilisesi’nin yanı başındaki “sahnesinde” türküler çaldı, enstrümanlarını tanıttı, hayatını, anılarını, mücadelesini, hayallerini anlattı bize. Müziğe olan aşkını, insanlara yardım etmek hevesi ile çıktığı yolda yargılanmasını, hüküm giymesini, Meriç’i geçerek Türkiye’den istemeden de olsa kaçmayı göze almasını bazen gülümseyerek, bazen de hüzünlenerek dinledik.
Memleketi İzmir’deki evini polisler sardığında, bir daha göremeyeceğini düşündüğü kedisini kucaklayıp seven, Atina’da özlemini hafifletmek için her gün “Uçun kuşlar uçun, İzmir’e doğru” türküsünü söyleyen Aydın’ın hikayesi, basit bir Türkiye’den kaçma hikayesi değil. Bu hikayenin asıl anlamı ayrıntılarda saklı.
– Merhaba Aydın, müzisyensin senin hakkında bildiğimiz sadece bu. Biraz anlatır mısın kimsen sen, neler yaptın bugüne kadar?
Ben Aydın İşleyen. Ailem aslen Vanlı, Van’dan göç edip İzmir’e gelmişler 90lı yıllarda ve yeni bir yaşam kurmuşlar. Ben, 1995 yılında İzmir’in Konak ilçesinde doğdum. Karabağlar bölgesinde geçti çocukluğum. İlkokuldan liseye kadar İzmir’de okudum. Ortaokul yıllarında müzik serüvenim başladı, erken başladı. Okulun müzik kollarına devam ettim, çeşitli müzik kurslarına gittim, ilk enstrümanım sazım oldu.
Saza bir süre merak sardıktan sonra mahallemizde komşumuz, Alevi bir abi bu konuda bana yardımcı oldu, çeşitli desteklerde bulundu. Onun da katkısıyla ben kendimi geliştirdim. Sonraki yıllarda enstrümanlarımı seçmemde ve almamda ailem yardımcı oldu. Çeşitli amatör küçük gruplarda yer aldım. Sonra sesimi keşfetmeye başladım, sesime yoğunlaşmaya başladım.
– Politikaya ilgin var mıydı?
Aslında etkin bir siyasi yaşamım olmadı, uzun yıllarım siyasetin içinde de geçmedi ama HDP sempatizanıydım. Ailemiz de öyleydi. Demokrat bir aileyiz. Rojava önemli bir süreç oldu benim içim. Suruç olayları olmaya başladı, Suriye gündeme geldi. Suruç olayları gelişirken insanlar bir vahşet gördü İŞİD’le Kürtler arasında. İnsanlar orada bir vahşet olayı yaşandığını anladı ve Rojava’ya gitmeye başladılar. Bana göre Rojava’ya gitmek hukuk dışı, illegal bir durum değildi. Ben de gittim…
‘KOBANE’DE OLMAK ONURLU BİR GÖREVDİ’
Orada insanların yardıma ihtiyacı olduğunu anladım. Bir süre sonra Suruç’tan Kobane’ye geçtim. Orada yaşayan insanlarla, özellikle çocuklarla orada bulunduğum süre sanatla yardım etmeye çalıştım, müzik adına bir şeyler yaptım. Çocuklara birlikte müzik yaptık. Bir şehir düşünün; tamamen yakılmış, yıkılmış. Bu insanların normal hayata adapte olması için bir şeyler yaptım, orada neyin uçunu tutsanız, o insanlar için bir şey yapmış oluyorsunuz. En büyük mağdurlar çocuklardı. Çocukların psikolojisi, kadınların psikolojisi o kadar bitap bir haldeydi ki onlar için bir şeyler yapmak benim için onurlu bir görevdi. Bunu sevdim, bunun için oraya gittim.
– Sonra ne oldu? Dönünce?
Suruç ve Rojava’dan sonra kendi isteğimle İzmir’e döndüm. İzmir’e döndükten sonra kendi normal yaşamıma devam ettim, müzikle daha yakından uğraştım. Hemen bir grup kurduk, daha önce İzmir Kızlarağası Hanı’nın önünde sokak müziği yapan bir grubum vardı. Yine sokak müziği yaptım. Bu cümbüşü çaldım orda. O süreç içinde sanata yoğunlaştım; türkülere, şarkılara odaklandım. Geliştirdim kendimi, o süreçte zaten herkesin bildiği gibi politik bir baskı vardı, siyasi bir baskı, bunu daha da hissetmeye başlamıştık.
Sadece ben değil, bir çok insan bu baskılara maruz kaldı. Başka bir ülkede yaşamayı düşünmeye başladım, gideceğim yerlerde yaptığım işi, yani müziği insanlara daha farklı aktarabilmem gerekiyordu. Önemliydi bu, ben de Anadolu müziği üzerine yoğunlaştım.
‘TUTUKLANMA KARARINDAN SONRA YİNE SOKAKTA MÜZİK YAPTIM’
Ben bunları düşünürken, evime polis baskınları oldu. Bir ev baskınında şans eseri yakalanmadım. Tedirginliğim arttı. Polislerin evimi çevreleyip beni tutuklamaya geldiler ama üst katta olduğum için bulamadılar. Tutuklanma kararım çıktıktan sonra ben müzik yapmayı yine bırakmadım, çünkü ben yanlış bir şey yapmıyordum, yanlış bir şey yapmamıştım da.
Yaşama amacım sadece müzikti ama ben nedense tedirgin bir hayat sürüyordum. Tedirgin olması gerekenler tedirgin olmuyorken, benim gibi müzik yapan birinin rahatsız hissetmesi benim bugün burada, Yunanistan’da yaşamama neden oldu.
– Ne sebeple verildi bu tutuklama kararı?
Tutuklama kararım örgüt üyeliğinden, ancak benim herhangi bir örgüte üyeliğim olmadığı gibi herhangi bir partinin çalışmasına da katılmadım. Tek üyeliğim sanata başka bir üyeliğim yok.
– İlk polis baskınında tutuklanmadın, sonra ne oldu?
Evim basıldıktan sonra tutuklanma ve yakalanma kararımın olduğunu anladım. Sonrasında sokak müziğine arar vermeyi düşündüm, bir gün kendi evimde saklandıktan sonra, kendime nereye kadar bu şekilde gider diye sordum. Yakalanma kararım olduğu halde müziğimi yapmaya karar verdim. Abimin TC kimlik numarasını ezberledim, çevirip sorarlarsa onu söylüyordum.
‘SAVCININ SUÇ DEDİĞİNE KANUN SUÇ DEMİYOR’
Bu süre zarfında çeşitli Genel Bilgi Taramalara (GBT) girdim abimin kimlik numarasıyla ama kurtuldum, bütün bunları beni çok tedirgin ediyordu. 5 ay sonra sokakta müzik yaparken, polis kontrolünde tutuklandım. Cezaevi sürecim de başlamış oldu. Hakim “Ses, tape dosyaları var” dedi, suç teşkil etmeyen konuşmalar hepsi. Savcı suç diyor oysa, kanun böyle demiyor ama. Uyduruk saçma sapan gerekçelerle tutuklandım. Bir sene boyunca hukuksuz bir şekilde cezaevinde bulundum. Beni tutuklayan hakim de yurt dışına çıkma ihtimaline karşı tutuklandığım söyledi. Oysa çıkmak istesen o yakalanmadığım 5 ay içinde çıkabilirdim.
‘POLİS DURMADAN ‘SEN TERÖRİSTSİN’ DİYORDU’
– Mahkemede insanları örgüt üyesi olmadığına ikna edebildin mi?
Ben müzisyenim, sanatçıyım, dünyanın neresinde olursam sanat yaparım, yapmak zorundayım, bu benim yaşam hedefim dedim. Beni böyle bir suçla yargılamanız absürt, sanatçı değdiğimiz vicdanı gereği insanlara yardım eder, dedim. Anlamadılar. Başka bir yer de olsa yine giderdim. Kürt olmak ile ilgisi yok, Kobane’ye gitmenin.
– Hapishane süreci zor muydu?
Hapishaneye girmeden sağlık kontrolünde polisin iğneleyici bir sözüne maruz kaldım, durmadan bana terörist diyordu, ben de ona cevap verdim, senin bildiğin doğru değil, senin gibi düşünenler yüzünden böyle oluyor, dedim. Orada ufak da olsa darp edildim. Çıplak aramadan sonra ise hapse alındım ve hücreye konuldum. Bir hafta boyunca aynı hücredeydim. Zaten f-tipi cezaevlerinin insan doğasına aykırı olduğunu hepimizi biliyoruz, ben orada daha iyi kavradım. Hiçbir şeyle, kimseyle iletişimim yoktu. Can sıkıntısında her gün gömleğimi yıkayıp asıyordum, iş olsun diye…
Bir gün, hapishanenin avlusunda rulo yapılmış kağıttan bir top gördüm. Yeni geldiğimi öğrendiklerinde benle tanışmak istemişler, neredensin, nerden geldin gibi sorular, yazıp geri attım ben de. Sonra günü geldi, hapishanedeki arkadaşların yanına gittim. Uzun süre insan görmeyince mutlu oluyorsunuz. Öyle insanlar vardı ki tutuklanan, oldukça apolitik biri vardı mesela, iş yeri ile evi arasında her gün gittiği yolda çatışma ve patlama olmuş, o da yoldan geçiyormuş iki arkadaşıyla. Arkadaşlarından biri İzmir, diğeri Muğlalı, bu kişi ise Diyarbakırlı. Sadece onu tutuklamışlar ve içeri koymuşlar. Böyle apolitik arkadaşlar da vardı, solcular da, cemaatçiler de..
– Güzel anılar var mı cezaevinden?
Var, unutmadığım ilginç olaylardan biri TRT ile ilgili. Bir gün akşamüzeri oturmuştum yazı yazıyordum, koridordan bir ses geldi, sonra aynı anda birkaç yerden ses gelmeye başladı. “Aydın, Aydın” diye bağırıyorlar. Kapıya dayadım kulağımı efendim dedim. “TRT’yi aç, TRT’yi aç!” diyor herkes heyecanlı bir sesle. TRT’de bu kadar heyecan verici ne olabilir diye düşündüm açarken. Kendimi gördüm TRT müzik kanalında. Baktım, sokak müziği yaparken TRT’nin çektiği bir klibi, programı yayınlıyorlar. Düşünsenize, TRT hakkında yakalanma kararı olan biri ile program yapıyor, örgüt üyeliği iddiasıyla aranan bir insanın klibini çekiyor, bu insan tutuklandıktan sonra ise yayınlıyor. Devletin yayın organı yapıyor bunu. Çok keyif aldım seyrederken.
– Uzun süre kaldın mı?
Ben içerdeyken darbe gerçekleşti. Normal hukuk çerçevesinde ilk duruşmada tahliye olmam gerekirken darbeden sonra avukatım bu şartlar altında çıkamayacağım söyledi. Ufak bir ihtimal tahliye olabilmen dedi. Mahkeme, heyete, süreç her şey değişmişti. Türkiye mahkemelerindeki yoğunluktan dolayı, herhangi bir tahliye söz konusu değildi. O kadar çok insan hakkında dosya vardı ki, bize sıra gelmiyordu, sistem yavaşladı.
Ben dokuz ay boyunca mahkeme gününü bekledim, düşünebiliyor musunuz, dört duvar arasında gün bekliyorsunuz, tahliye olmayı değil. Devlete karşı adalet duygumuz o kadar zayıflamıştı ki yok denecek kadar azdı. Darbe günü ben revire çıkmıştım. Devire giderken küçük bir koridor vardı, o daracık alana insanları yığmışlardı, üst üste, koyun gibi… Kim olursa olsun, böyle bir muameleyi hak etmiyorlar, cemaattendiler sonra öğrendim.
‘HUKUKA BİRAZ GÜVENİM OLSA ÜLKEMDE KALIRDIM’
– Tahliye olduktan sonra mı Türkiye’den ayrılamaya karar verdin?
Eğer hukuka bir az güvenim olsaydı ülkemde kalırdım. Ümidim tükendi Türkiye’de, önümü göremedim, benim gibi bir sürü arkadaşımın da öyle, hepsi gitmeye karar verdiler. Başka bir yerde yaşama isteğimin olduğunu anladım. Ne zaman ki sanat alanında üretim yok, ne zaman insanların umutsuz olduğunu anlıyorsun, ne zaman insanların birbirlerine gülmeyi kestiklerini görüyorsun artık başka bir ülkede yaşama isteği ortaya çıkıyor.
Bir ülke düşünün ki herkes mutsuz, herkes birbiriyle siyaset ve politika üzerinden fanatik bir tartışma ve sürtüşme içinde, bir süre sonra toplumun hasta olduğunu hissediyor insan. Hepimiz psikolojik bir hastalığın içindeydik. Hala da o hastalık devam ediyor. Tahliyeden sonra yurtdışına çıkma yasağım vardı. Buraya gelmenin yollarını düşündüm sonra, birçok yollarını düşündüm, ilgili bazı kişiler ile görüştüm.
– Kimlerle?
Yasadışı buraya gelebilmemiz için “kaçakçı” denen insanlar ile görüşmeniz gerekiyor. Para karşılığında sizi geçiriyorlar, muazzam bir sektör oluşmuş durumda. Talep olunca sektör büyük oluyor. Kaçakçılık bir ahlakı etiği olmayan sektör tabii.
– Bir fiyat çizelgesi var yani?
Belli bir fiyat mutlaka var. Ama insanına göre farklı fiyat çekiyorlar…
– Meriç’i geçişini anlatmak ister misin?
Meriç’i geçtim ben evet… Evden çıkmadan önce, henüz üç günlük bir bebeğimiz vardı, yeni dünyaya gelmişti, onu öptüm, kokladım. Biliyordum uzun yıllar bu eve, doğup büyüdüğüm eve, ekmeğini aşını yediğim eve dönemeyeceğim. Geri döneceğim ama çok uzun yıllar sonra döneceğim. O yüzden her şeye, doğduğum odaya, anılarıma baktım uzun uzun. O bebeği baktım. Mahalleme, mahallemdeki çiçeklere, böceklere baktım. Düşünebiliyor musunuz son kez bakıyorsunuz. Bir daha göremeyebilirsiniz. Orada çocukluğunuz geçmiş ve siz bir tür çocukluğunuza elveda diyorsunuz.
Her şeyle vedalaştım, otobüsle, kent kartımla bile vedalaştım. Bir daha kullanmayacaktım onu. Anılarınız var. Koskoca bir hayatı geride bırakıyorsunuz. Bu insanı bir yandan hüzünlendiriyor, bir yandan da umutlandırıyor. Çünkü önünüzde aynı zamanda yeni bir yaşam, bembeyaz bir kağıt var, içine ne isterseniz yazabilirsiniz. Bu yönüyle insanı heyecanlandırıyor. Ama eskide bıraktığımız şeylerin sadece eskide kalması da sizi hüzünlendiriyor.
Aydın İşleyen örgüt üyeliğinden aranırken TRT klibini çekti, hapisteyken yayınladı. “Geride karanlık görüyordum” dediği ülkesinden ayrıldı. Sığındığı Atina’da ‘Uçun kuşlar, İzmir’e doğru’yu söylüyor.
‘TÜRKİYE TARAFINDA KOSKOCA BİR BATAKLIK, KARANLIK BİR DÜNYA GÖRÜYORDUM’
İstanbul’a gelmeden önce uçağa bindim. Uçağa binmeden bir kafeye oturdum. Bira içtim. Yakalanırsam, tutuklanırsam son kez bir bira içmiş olmak için. İstanbul’a geldim. Numarasını aldığım kişiyi aradım, buluştuk, araçla beni Edirne’ye getirdiler. Edirne’de bir yerde bizi bıraktılar. Sınıra doğru beni başka bir arkadaş aldı. Birlikte bayağı, kilometrelerce yol yürüdük. Yolda çeşitli hayvanlarla karşılaştık. İnek, köpek… Hayvan sevgim var da o gün için yok yani, gerginim. Hayatınız söz konusu. İneklerin boynunda çan olduğu için bizi görünce tepki veriyorlar ve bu da işimizi zorlaştırıyor. Ses oluyor. Askerlerin sizi fark etmemesi lazım. Heyecanlıyım, sinirliyim, korkuyorum… Bütün duyguları aynı anda yaşıyorsunuz. Yürüdük çok yürüdük. Artık yorulduğumu hissettim ama durma lüksünüz yok.. Karşınızda hayallerinizi kurduğunuz yer var, yeni bir yaşam var. Oraya gitmeyi mi tercih edersiniz, yoksa o bataklığın içinde dibe batmayı mı. İnanın arkama dönüp baktığımda Türkiye tarafına koskoca bir bataklık, karanlık bir dünya görüyordum. Ama önüme baktığımda o aydınlığı görüyordum, hissediyordum. Her insan aydınlık tarafa koşmayı tercih eder, onun peşinden gider.
İlk Türk askerlerini gördüğümüzde sağa sola devriye yapıyorlardı. Onlar sağ tarafa geçtiklerinde biz Meriç nehrinin yatağına koşmaya başladık. Ama hala Türkiye sınırları içindeyiz. Meriç nehrinin yatağında saatlerce çalıların içinde Meriç nehrini aradık. Su sesi geliyor ama nereden geldiğini bilmiyoruz. Bir ara kaçakçı da pes etti. Dönelim dedi, ben hayır, dedim. Saatler sonra nehri bulduk. O kadar çok sevindik ki. Kaçakçı botu verdi, şişir geç dedi. Bot dikenlerden dolayı patladı. Şişiriyoruz ama hava kaçırıyor. Hayatımda bu kadar fizikseş güç harcadığımı hatırlamıyorum. O kadar hızlı bir şekilde botu şişirmeye çalışıyorum ki bir ara kendimi kaybetmişim.
Botu şişince suya koyduk. Kendim de nehre inip boy verdim. Her yerim ıslandı zaten. Kaçakçı beni bota bindirdi karşıya doğru geç dedi. Ben de karşıya doğru botla beraber geçmeye çalıştım. Botun bir yarısı ve benim ayağımın biri suya battı. Nehrin ortasında bir kez döndüğümü hissettim. Sonra kavrayabildim nasıl götüreceğimi. Karşıya geçtiğimde her yerim ıslaktı. Meriç nehrinin Yunanistan tarafında bir ağacın tepesine çıktım. Orada sabah olmasını bekledim. Çünkü görmüyorum ötemi, karanlık … Derken sabah oldu. O kadar çok çalılık, diken vardı ki, karaya ulaşamıyordum. Çok zorlandım, geçemeyeceğim dedim. Uğraştım, geçtim.
– Ne yaptın geçince?
Her yerim ıslanmıştı, kimse de yoktu, çırılçıplak soyundum ve güneşe doğru döndüm, yattım. Çok üşüyordum. Çok fazla enerji kaybetmiştim. Dinlendim, giyindim, tekrar yürümeye başladım, ama nereye yürüyorum hiç fikrim yok. Yunan askerlerini gördüm. “Helo melo” dedim kendimi bir şekilde anlatmaya çalıştım.. Su istedim su verdiler, üşüyordum montlarını uzattılar. Beni askerler polis noktasına götürdü. O süreçte Türkiye’den gelen insanlarla karşılaştım. Solcusu, cemaatçisi, sohbet ettik.
‘YABANCI BİR ŞEHİRDE 10 EURO İLE NE KADAR YAŞANABİLİR’
Türkiye’den sadece iki yüz lira ile gelmiştim, Euro’ya çevirince fazla para etmiyor. Sağ olsunlar, yanımdaki abiden rica ettim para verdi bana, Selanik’e gelince veririm dedim, paramı Euro’ya çevirince. Selanik’e geçtim. Selanik’te ödedim borcumu. Sonra Atina’ya gelmek için, gece trenine bilet aldık. Ben aldım bileti ve kaybettim, ikinciye de param kalmadı. O abiler bana bilet aldılar, Atina’ya gelince de 10 Euro verdiler idare edeyim diye. O gün hayatımda yeni bir başlık açıldı “Yabancı bir şehirde 10 Euro ile ne kadar yaşayabilir insan.”
– Yabancı bir şehirde 10 Euro ile ne kadar yaşayabildin?
Bunu yaşadığım için mutluyum. Kocaman bir şehirde, tanımadığınız bir yerde ayakta kalabilmenin yolunu düşünüyorsunuz. Aç kalmamak için, daha önce yaşamadığınız tedirginlikleri yaşıyorsunuz. Bu sizi daha güçlü hale getiriyor. Yaşama, barınma problemiminiz var, bunu aşmaya çalışıyorsunuz. Ama bir şekilde oluyor işte. Atina’da hiç evsiz ve sokakta kalmadım. Kendinizi anlatabildiğiniz müddetçe o enerji sizin karşınıza güzel bir şekilde çıkıyor. Doğru insanları karşınıza çıkarıyor.
Benim Atina’da bir sazım oldu, iyi bir saz da değildi ama kendimi ifade edebiliyordum. Bu sazı her yerde, Atina’nın her köşesinde çaldım, insanlara şarkı söyledim. İnsanların ilgisini çektim. Dertli çalıyorum, hüzünlü çalıyorum, insanlar bunu hissedebiliyorlar. Anladım ki doğru yoldayım ve ben bu işi yapmalıyım, dedim.
Bir baktım, insanlar bana bira ısmarlıyor. Birileri yemek ısmarlıyor. Ben de saz çalıyorum. Bu sürede “Anarşist Squatlarda (işgal evi) ” kalıyordum. Göçmen derneklerinde yemekleri ücretsiz yiyordum ama ben de bulaşık yıkıyordum, kimse zorlamıyordu ama benim gönlüm razı olmuyordu, karşılığında bir şey yapmak istiyordum.
Bir gün bir abi geldi, sohbet ettik, anlattım durumu, anladı. Onlarda kalmamı teklif etti, şirin bir aile eviydi. Bir süre onların evinde kaldım. Sonra enstrümanımı Türkiye’den getirdim ve ilk paramı kazanmaya başladım. Hiç param olmadığı halde kimseden istemediğim halde param oldu. O anın heyecanı büyük. Para kazandım! Müzikten, sevdiğim bir işten para kazandım! Çok mutlu oldum.
Paramı biriktirdim. İlk ev kiramı çıkardım. Kendime ait bir odam vardı uzun bir aradan sonra. Düşünün 20 yaşına kadar kendi eviniz, aileniz, odanız var bir anda buraya geliyorsunuz yalnızlık içinde. Aynı zamanda müthiş bir umut içinde. Bir tünel görüyorsunuz, ucundaki ışığı görüyorsunuz. Ama o ışığa kadar belli bir çile ve zahmeti çekmek zorundasınız.
Artık düşüyorum da bazen yol zor olmalı ki, uçundaki ışığının müthiş hazzını yaşayabilesiniz.. Bu yol benim için uzun bir yol, cefasını çilesini çekeceğim. Ama bu yolun sonundaki başarıyı hissetmek ve düşünmek beni o kadar çok heyecanlandırıyor ki.
İnsanlar bana yapamazsın, bu müzikle olmaz dediler. Anadolu müziği burada geçmez dediler, umursamadım, duygumu hissettirebildim insanlara.
‘BURADA DA KULLURİ VAR, İZMİR’İN GEVREĞİ GİBİ…’
– Burada, kendi toprağının müziğini yapmak nasıl bir duygu?
Ben her sabah bisikletimle evden çıkıyorum. Herkese “Kalimera!” diyorum. İyi günler, günaydın diyorum. Turistlere “Good morning!” diyorum. Yüzü gülen herkese karşı benim de cevabım gülen bir yüz, güzel bir söz. Güne böyle başlamak insanı mutlu kılıyor. Evimle şu an sokak müziği yaptığım Monastiraki arası çok uzak değil, bisikletle on dakika, her gün bu yolu geliyorum. Kahvemi alıyorum, Yunanistan’a özgü kulluri var, İstanbul’un simiti, İzmir’İn gevreği gibi. İnsanlarla sohbet ede ede Akropolis’in altına geliyorum.
Bazen düşünüyorum… Gönül isterdi ki aynı durumu keşke kendi ülkemde yaşasaydım, gönül isterdi ki her sabah kendi ülkemde insanlara günaydın diyebilseydim, herhangi bir siyaset herhangi bir politik ayrışma olmadan… Tabi bazen hüzünlendiğim, özlem duyduğumuz günler de oluyor, normal. Öyle anlarda “Uçun kuşlar uçun İzmir’e doğruyu çalıyor, söylüyorum. İzmir’de bu şarkıyı çok dinlemezdim ama buraya gelince anladım ki benim şarkım o… Bu türkü benim bir parçam artık. İzmir’i hissederek çalıyorum. Anlayarak çalıyorum. Özleyerek çalıyorum.
Atina’da Müzik Yaparken Kimse Neden Ermenice, Kürtçe, Türkçe, Azerice Demiyor…İşin garip tarafı İzmir’de Kürtçe müzik yaparken bir çok insanın sözlü tacizine maruz kaldım. Ülkemde hala böyle tartışmaların olması üzücü bir durum.
Ben Türkçe müzik de yapıyorum, Kürtçe, Ermenice müzik de yapıyorum. Azerice de çalıyorum. Anadolu müziğini icra etmeye çalışıyorum. Bunu Akropolisin altında yapıyorum. Ankara’da Anıtkabir’in yanı başında bir yer gibi düşünün. Ben burada müzik yaparken kimse neden Ermenice, Kürtçe, Türkçe, Azerice demiyor…
İşin garip tarafı İzmir’de Kürtçe müzik yaparken bir çok insanın sözlü tacizine maruz kaldım. Ülkemde hala böyle tartışmaların olması üzücü bir durum.
Buradaki insanlara Türkçe müzik yaptığımda hayranla karşılıyor. Türkçe bildiği birkaç kelimeyi söylemeye çalışıyor. İnsanlar aldırmıyor hangi dilde diye.. Buradaki insanların Türkiye’ye, Türkiyeli’ye karşı ön yargısı yok. İlgiyle yaklaşıyorlar. Enstrümanımın, Cümbüşün adını, neden yapıldığını soruyorlar. Benim misyonlarımdan biri de cümbüşü anlatmak, tanıtmak.
– Düzelir mi Türkiye, döner misin?
Umarım düzelir. Umarım insanlar bir yerden sonra anlamaya başlar. Bir süre böyle gidecek gibi, çünkü herkes siyasi düşüncesinin değişmez, doğru ve tapılabilir gördüğü için bu süreç bizim için uzun sürebilir. Ama gönül ister ki barış ortamı olsun. İnsanlar birbirlerini anlasın, anlamaya çalışsın.