Osmanlının manevi kurucusu Şeyh Edebali, damadı Osman Gazi’ye “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” derken aslında devletin insan yani millet için var olduğunu anlatmaya çalışır.
Ne yazık ki bu düşünce zamanla değişmiş ve adeta devletin kutsandığı “Her şey devletin bekası içindir.” anlayışına evrilip insanın ikinci plana itildiği, devlet çarkının işlemesi için insanın harcanabilir bir metaya dönüştürüldüğü bir sistem inşa edilmiştir.
Bu sistem içinde devlet, kendi varlığı ve menfaatleri adına istediği gibi insanının sağlığını, hayatını hiçe sayabilen, gerekliliğine inandığında vatandaşını ortadan kaldırıp her türlü kanunsuzluğa başvurabilen, bunu yaparken de kendi bekası için bunları gayet haklı görüp vicdanında en ufak bir sızı hissetmeyen bir canavar gibi hareket edebilir.
Yakın tarih içinde Dersim’de Alevilere, doğuda Kürtlere, uzun yıllardır dindarlara ve son olarak da cemaat mensuplarına yapılanları bu açıdan okuyabiliriz.
Bana bu satırları yazdıran son günlerde yayınlanan bir dizi “Çernobil.” Yayınlandığı günden itibaren kendinden önceki tüm fenomen dizileri ardında bırakıp en beğenilenler sıralamasında zirveye yerleşen dizi, gerçekten de “kutsal devlet“in nasıl işlediğine dair çok güzel örnekler veriyor.
Dünyanın gördüğü en büyük nükleer felaketin ardından yöneticilerin beceriksizliklerini gizleme ve makamlarını koruma adına neler yaptıkları, harcanabilir bir sayıdan ibaret gördükleri halka bakış açıları, devleti kutsama ve “düşman“a koz vermeme adına gerçekleri nasıl ört bas etmeye çalıştıkları gerçekten de çok güzel işlenmiş.
26 Nisan 1986’da patlayan Çernobil Nükleer Santrali’nin reaktörlerinden birinden yayılan radyasyon bulutu, tüm dünyayı etkilerken tam iki gün boyunca bunu gizleyip kimseyi uyarmayan SSCB, sonunda radyasyon tespit edilince patlamayı itiraf edip dünyadan yarım ağızla yardım istemişti.
Hiroşima’dan 200 kat daha etkili olan radyasyon kirliliği sonucunda 135 bin kişi tahliye edilmiş, uzun vadede reaktörün temizlenmesine katılan ve kendilerine “tahliye görevlisi” denilen 300 binden fazla kişi normalden 500 kat radyasyona maruz kaldıkları için kanser ve benzeri hastalıklardan ölmüş, patlamanın meydan geldiği Ukrayna’nın ormanlarının % 40’ı kirlenmişti.
Dizide beni etkileyen üç sahne var ki bence devletin kutsanması adına alınması gereken önemli dersler veriyor. Birincisi patlamanın hemen arkasından reaktörde yapılan komite toplantısında yetkililerin hiçbir tehlike olmadığını söylemesinin ardından en yaşlı üyenin sergilediği tutum.
Şehrin hemen tahliye edilmesi gerektiğini söyleyen genç bir üyeye elindeki bastonu yere ağır ağır vurup ayağa kalkarak yaptığı konuşmada “İnsanlar kendilerini ilgilendirmeyen konularda konuşmamalı, bu işleri devlete bırakmalı. Devlet tehlike yok diyorsa, yoktur.” diyerek salondaki herkesin alkışlarını toplar.
Daha sonra iş işten geçip şehir tahliye edilmeye başladığında aynı üyeleri şaşkın bakışlarla tahliye otobüslerine binerken görürüz.
Bir diğer sahne ise eminim ki Türkiye’deki bazılarına çok tanıdık gelecektir. Radyasyon oranının devletin saklamasına rağmen çok yüksek olduğunu tespit eden bir nükleer fizikçi hemen şehrin tahliyesi adına Kominist Parti Genel Merkezi’ne koşup yetkilileri uyarmak ister.
Uzunca bir süre bekletildikten sonra nihayet görüşebildiği yetkiliye durumu anlatırken kendisini votkasını yudumlayarak umursamazca dinleyen yetkili, endişelenecek bir şey olmadığını, devletin duruma hakim olduğunu anlatır.
Aslına bakarsanız daha önce bir ayakkabı fabrikasında işçi olup partiye bağlılığı sayesinde bu makama gelen adamın “Kendi fikirlerimi sizinkine tercih ederim.” diye kendisini uyaran nükleer fizikçiye verdiği cevap her şeyin özeti gibidir.
Üçüncü sahne ise öleceklerini bile bile yapacakları iş karşılığında kendilerine 1000 ruble ikramiye verilecek “tahliye görevlileri”nin reaktöre gönderilmesidir ki devlet onları asla umursamaz, hayatlarının karşılığını zaten peşin ödemiştir, hem zaten devletin yaşaması ve düşmanlarının önünde küçük düşmemesi adına verilecek kayıpların hiçbir önemi de yoktur.
Daha sonra öğreniriz ki aslında yaşanan kaza geliyorum demiş, hatta kazadan tam 10 yıl önce yetkililer uyarılmış ama hiç kimse önlem almamıştır. Devlet önlem almadığı gibi uyarı raporları da sansürlenip ortadan kaldırılmıştır. Çünkü “Kominist Parti yani devlet “asla hata yapmaz.
Çernobil’in etkileri bizde de görülmüş, kanser vakalarında artışlar yaşanmıştı. Zamanın bakanlarından Cahit Aral ise SSCB’dekilerden farklı bir tutum sergilememiş, önlemler almak yerine eline aldığı bir bardak çayla poz verirken çayda radyasyon olmadığını ispatlamaya çalışmıştı.
Çernobil dizisi, reel ve kurmaca karakterler üzerinden yaşanmış bir gerçekliği anlatırken çok akıcı olmasa da facianın geçtiği atmosferi muhteşem bir kurguyla anlatması yönüyle gerçekten de izlenmesi gereken beş bölümlük mini bir dizi. Her ne kadar Gorbaçov’u İngiliz aksanıyla konuşurken dinlemek biraz tuhaf kaçsa da alınacak dersler adına bu kadarına katlanılabilir.
Yazıyı kutsal devlet anlayışını yıkıp “önce insan” anlayışını yerleştirme adına ömrünü geçiren ve genç yaşta kaybettiğimiz efsane vali Recep Yazıcıoğlu’nun bir sözüyle bitirelim…
“Kim kutsal devlet diyorsa, kutsal değerlere küfrediyordur. Devletin kutsalı olmaz, kutsal olan millettir. Üç beş kişinin bir araya gelip kurduğu yönetim organizasyonunun adı olan devletin nesi kutsal?”
fsemih.yilmaz@gmail.com