Siyaset Bilimci Dr. Cengiz Aktar: ‘Rejimin sırtı duvara dayandı, öyle ya da böyle yaşanan ekonomik kriz muazzam bir gayrı-memnuniyet doğuracak… Bu noktada tahammül edemeyenler ve rejim taraftarları arasında nasıl bir sıcak sürtüşme yaşanacak bilmiyoruz.’
ALİN OZİNİAN – SELAHATTİN SEVİ/KRONOS.NEWS
Siyaset bilimci Dr. Cengiz Aktar, Avrupa Birliği’nin önde gelen uzmanlarından. Birleşmiş Milletler çatısı altında uzun yıllar yönetici olarak çalışan Dr. Aktar, Avrupa Birliği’nin göç ve iltica politikaları başta olmak üzere Türkiye’de demokratikleşme, batılılaşma, adem-i merkeziyet ve insan hakları konularında çalıştı, eserler verdi. AB’nin derinleşme ve genişleme süreçlerinde bilfiil yer aldı. Çalışmaları, kitapları ve makaleleri ile düzenli olarak Türkiye’nin iç ve siyasetini de inceleyen Aktar, Türkiye’nin geleceğini kronos25.news’e anlattı.
Türkiye’deki baskıcı rejim, muhalefetin duruşu, önümüzdeki seçimler, siyasi güçler arasındaki ilişki ve Türkiye’nin dış siyasetinin ele alındığı bu söyleşide, Aktar ezber bozmaya devam ediyor. Sadece ülkenin siyasi hayatını değil, devletin geçmişini, üzerine örtmeye çalıştığı suçlarını, toplumun içinde bulunduğu ruh hali ve alışkanlıklarını da irdeleyen Aktar, günümüz Türkiye’sine tekrarlanacak İstanbul seçimleri öncesinde cesurca ayna tutuyor.
Türkiye nereye gidiyor?
Bir yere gitmiyor aslında, geriye gidebildiği kadar gitti ama doğrusu bir yere de gittiği yok. Tıkanmış bir toplum, bir yere gidemiyor. “Duran, ilerlemeyen düşer” deyişinden yola çıkacak olursak geriliyor. Toplumun çoğunluğu, “Biz neden bu hale düştük?” sorusuna cevap verebilecek kapasitede değil.
Soruyu sorduklarını düşünüyor musunuz?
Evet, o soru bile sorulmuyor. Soranların ise verdikleri cevap kısa: Siyasi İslam. “Siyasi İslam bunu yaptı, Atatürk olsaydı, Kemalizm olsaydı, biz böyle olmazdık.” Tüm yaklaşım, soru-cevap bu minvalde ilerliyor. Bundan bir şey çıkar mı? Çıkmaz. İşte bu yüzden Türkiye bir yere gitmiyor. Eksik sorular ve eksik cevaplar var, tembellik var, ümitvar değilim. Gerçek soruları sormakta çok çekingen bir toplum. Bu kadar kolay tefessüh etmek, çürümek nasıl mümkün, nasıl her şey tel tel dökülüyor, bu sorular meşru ama soran yok.
‘LOZAN, TÜRKİYE’Yİ KURTARAN ULUSLARARASI AKİTTİR’
Geldiğimiz yer; bu çürümüşlük sadece son dönemin sorunu mu?
Tabi ki değil, ben bunu soykırımlar dönemine kadar götürüyorum, çünkü şöyle bir ön kabulüm var; Ermeni Soykırımı ve soykırımlar gibi devasa cürümleri sindirebilmiş bir toplum bugün yaşanan hukuk dışılığı, adaletsizliği, yolsuzluğu, çalınan paraları hayli hayli sindirir. Muazzam bir sindirim kapasitesi var Türkiye toplumunun. Kimse bu soruları sormak, o kadar geriye gitmek istemiyor, en yakın arkadaşlarım bile. “Geçti, gitti, bitti, günümüze bakalım.” deniyor. Ama bugün bir şeyler olabilmesi, dikiş tutturabilinmesi için, bu yüzleşmeye ihtiyaç var, bu kadar basit.
Bunu kaç toplum becerebilmiş? Örnek toplum hangisi? Alman toplumu tabii, onun dışında bir iki toplum daha var ama diğerleri çok sorunlu. Yüzleşme olmayınca hayaletler koşa koşa geri geliyor. Polonya ve Macaristan örneğin, Yahudi Soykırımı ile ilgili kendilerine doğru soruları sormuş değiller. Bakın ne durumdalar şimdi? Çünkü temelleri sağlam değil. Türkiye’de de böyle oldu, II. Dünya Savaşı’na girmedi ve o sayede bu soruları sormaktan kurtuldu, kenarda kaldı unutuldu, kimse de ilişmedi böylece. Lozan, Türkiye’nin bu soruları sormamasını sağlayan uluslararası akittir.
Ben şimdi yüzleşelim diyorum ama gençler artık Ermeni’nin, Rum’un ne anlama geldiğini bile bilmiyor. Yabancı muamelesi yapıyorlar. Dolayısı ile Türkiye’nin bu işlerin altından kalkabilmesi çok zor. Geçmişte bir ışık vardı: Avrupa Birliği. AB’ye girebilseydi, Türkiye belki Polonya ve Macaristan gibi, çok kırıp dökmeden veya çok kırıp dökülmeden tedavi şansını yakalayabilirdi diye düşünüyorum ama o fırsat da kaçtı, öyle bir imkan yok artık. Önümüzde çok zor bir dönem var, çok ihtimal var, buna iç savaş ve darbe de dahil.
Verdiğiniz cevap beni bir çok soru sormaya itiyor, ama sırayla gidelim. Yüzleşmeden bahsettiniz, son günlerde Gülen Cemaati’nin Ermeni Soykırımı ve Kürt sorununda farklı bir pozisyon aldığını görüyoruz. Sanırım çıkış noktaları “Bize bunu yaptılarsa, onlara kim bilir neler yapmışlardır.” sanırım. Bu yaklaşımı samimi buluyor musunuz? İnsanlar başlarına gelenden sonra bunu idrak mı etmeye başladılar, yoksa kabaca yalnız kaldıklarından, diğer yalnızlara yaklaşmaya mı çabalıyorlar.
Cemaatin mütefekkirlerinin bir bölümü bahsettiğiniz soruları soruyor, ama diğerleri mıh gibi duruyor, benim gördüğüm. Tüm cemaati kapsayan bir sorgulama, duruş değil ama evet bu sorular soruluyor, daha ziyade yazanlar çizerler soruyor bu soruları. Sizin söylediğiniz aslında insani bir yaklaşım. Bu sorgulama çok anlaşılır, çünkü insanlar başlarına böyle bir şeyler geldiği zaman uyanır.
Bu “başa gelince anlamak” iyi bir şey midir? Bizi bir yere götürür mü?
Götürür tabi. Gülen cemaati diğer cemaatlerden farklı olarak insanların kitap okuduğu, merak ettiği ve bu soruları sormaya eğilimi olan bir topluluktu ama bunun Türkiye’de bir ivme oluşturabilmesi hayal.
Soruyu yeniden düzenlersek; Türkiye’de daha çok insanın adaletsizlikle burun buruna mı gelmesi gerekiyor bu aydınlanma için? Adaleti aramak, talep etmek ve ona ulaşmak için daha çok adaletsizliğe mi maruz kalmalı insanlar?
Cemaati bir tarafa bırakalım, CHP seçmenini ele alalım. CHP seçmeni dayak yiyor şimdi, yıllardır yiyor ve muhtemelen yemeye de devam edecek çünkü parti yönetimi hala mono blok. Kürt meselesine hala şaşı bakıyor, ne diyeceğini bilemiyor. Son derece millici ve son tahlilde rejimin payandası . . Bunun çok örneği var, Strazburg’da bir oylama vardı Avrupa Konseyi’nde ve bu oylama Türkiye’de hükümetin seçilmişlere kötü davrandığı ve yasamayı zedelediği ile ilgili bir oylamaydı. CHP’liler “hayır, yok öyle bir şey” diye oy attılar orda. Neden? CHP devlet partisidir çünkü, CHP Cumhuriyeti kuran ve devletle özdeşleşmiş bir partidir. Oradan Kürtlere ve diğer bütün ezilenlere dair bir empati, duygudaşlık çıkması pek kolay değil. Parti içinde bunu dile getiren yok mu? Var; Sezgin Tanrıkulu ve bir kaç kişi daha…
CHP ve diğer sözüm ona muhalefetin, aslında sözüm ona muhalefet de değil, yerli ve milli muhalefet diyelim bunlara, Afrin işgali konusunda, Kıbrıs’ta olup bitenler, Yunanistan ada tartışması ile ilgili söyledikleri kraldan çok kralcı söylemlerdir. O yüzden buradan bir dinamik çıkmaz. CHP dayak yemeye devam edecektir çünkü dayak yiyenler arasında bir ittifak oluşmadığı sürece iktidar onları böl yönet taktiği ile her bakımdan kullanmak ve istismar etmek imkanına sahip olmaya devam edecektir.
‘TÜRKİYE’DE TEK GERÇEK MUHALEFET HDP’
Muhalefet gerçekçi bir muhalefet yapamıyor diyorsunuz, AKP ise gittikçe muhafazakarlaşıyor, CHP’de yenilenme-dönüşme şansı da görmüyorsunuz, peki değişim nasıl olacak? CHP’nin demokrasiden yana olanlarının HDP’ye geçmesi bir şans olabilir mi?
Muhakkak. Öyle bir şey düşünülmeli. 2017 rejimi ile CHP’nin ne kadar sorunu var ben emin değilim. Bu rejimin, bu Türk usulü başkanlık sistemi denilen ucubenin, CHP yöneticileri ve sorumluları tarafından yeterince irdelenmediğini görüyorum.
Muhalefetleri bu sisteme değil sanki, meleklerin cinsiyeti ile uğraşıyorlar; Belediye Binasına “T.C ibaresi” koyalım mı, koymayalım mı vesaire … CHP’nin iktidardan farklı politikaları var mı ben emin değilim. Modası geçmiş bir laiklik var sadece. Siyasi İslam’ın, ister cemaat ister sonrası dönemde, bozmaya çalıştığı Kemalist alt yapıyı tekrar yerine koymaktan başka gördüğüm kadarı ile bir politika teklifleri yok. Teklif ettiklerini yeterli buluyorlar, oysa Türkiye’ye çok fazlası gerekiyor. Bu anlamda Türkiye’deki tek gerçek muhalefet HDP tabii çünkü onlar farklı bir şey söylüyorlar; hepsi söylüyor mu, ne kadar söylüyorlar, PKK ile aralarındaki ilişki ne? Bunlar ayrı meseleler. Türkiye’de yeni bir söylem hangisi diye baktığımızda HDP dışında bir oluşum gözükmüyor. HDP’nin de Türkiye’nin taşıyıcı dinamiği olması zor, işte bu yüzden Türkiye bir yere gitmiyor. Duruyor.
CHP’nin önerisi yok, tüm teklif ve temenniler geçmişe dönmeye yönelik. Mesela, Türkiye’ye merkez ile belediyeler arasında adı bölge olacak ara idari birim gerekiyor. Bu kadar büyük bir ülkede sadece belediye vasıtasıyla yereli idare etmek mümkün değil, ama CHP buna ölesiye karşı. Akıllarına gelmez, hemen kılıç kuşanırlar, zaten yaptılar. Nerde yaptılar, Anayasa Uzlaşma Komisyon’unda yaptılar. O dönemde BDP gündeme getirmişti bunu, en az MHP kadar CHP de bu kavrama karşı çıkmıştı.
– Neden politika üretemiyor CHP?
Devlet partisi, devlet gibi düşünüyor, kitleleri de öyle. 23 Haziran seçimleri öncesinde haleti ruhiye şöyle, “Bir oy atacağız, Ekrem İmamoğlu’na vereceğiz, her şey çok güzel olacak, her şey düzelecek”. Erken seçim yapılacak, Cumhurbaşkanı İmamoğlu olacak gibi bir masal ile yaşayan, devasa bir kitle var Türkiye’de.
‘TÜRKİYE’DE REJİMİN ADI KONULAMIYOR’
–Rejimin adını koyamamak, ne ile ilgili? Sorunu çözmek için sorunu kabullenmek yolu neden tercih edilmiyor?
Türkiye’de rejim adı konulamıyor. Burada kanaat önderlerinin büyük sorumluluğu var. Mesela demokrasiden az veya çok sapan her siyasi rejimi tarif eden otoritarizm kavramı, tam bir truism örneği, yani o kadar doğru ki doğru değil. Şöyle bir yanılsama var bu yaklaşımda. Otoritenin başı giderse sistem normal çalışacak ve otoriter olanın yerine demokrat olan birisi gelebilecek gibi bir varsayımdan hareket ediyor. Öyle değil, Türkiye’de Erdoğan tek adam değil, Erdoğan çok adam.
Türkiye’de milyonlarca irili-ufaklı, kadınlı-erkekli, genç-yaşlı Erdoğanlar var. Türkiye’de bu rejimi destekleyen bir kitle var. Totaliter kavramını bulan ve geliştiren kuramcılara baktığımızda, kitle vurgusu görürüz. Orta Asya diktatörlükleri, Afrika diktatörlükleri bunlar totaliter değil, orada diktatörler ya da otokratlar var, istibdat rejimleri var, zorla yaptırılan işler var. Türkiye’de işler zorla yaptırılmıyor. Bunu anlamak istemiyor insanlar. Türkiye’de toplumun en az %50si canı gönülden istiyor Erdoğan’ı. Seve seve, gözlerinden yaşlar aka aka, ayaklarına kapana kapana… Hitler, Mussolini, Stalin gibi. Bu başka bir şey, insanlar bunu görmek istemiyor, bahsettiğimiz kitleyi kandırılmış sanıyor. Orada da bir küçümseme var: “Siz aptalsınız, Erdoğan din üzerinden sizi kandırıyor”. Hayır, öyle değil. Bu kitle faşist, faşist kalmak istiyor. Bu bir arzu. Kedi köpek öldüren, kadın öldüren bir kitle bu, bu yüzden iç savaş ve darbe ihtimalinden bahsediyorum.
Türkiye için şunu söyleyebilir miyiz, başlarda Kemalizm ekildi ve…
Dikkatli olmalıyız, o zaman onlar azınlıktı, Kemalistler azınlıktı. O bir azınlık dinamiğiydi. Şimdi öyle değil…
‘KURTAR BİZİ EKREM!’
Bu gerçek bir demokrasi o zaman, insanlar istediklerini seçiyorlar.
Evet, öyle de diyebiliriz. Bahsettiğiniz Kemalist dönem empoze edilen, zoraki bir dönemdi, şimdi gönüllü bir kulluk söz konusu. Türkiye’nin sürüklendiği bu durumda hala Erdoğan için oy atıyorlar.
Motivasyonları ne? Din mi?
Karmakarışık. Din var, çıkarları olanlar var, sahtekarlar var, ikili oynayanlar var, bir de Erdoğan’ın temsil ettiği figüre içeride ve dışarıda tapanlar var. Hitlere tapanlar gibi. Bunun ikamesi kolay değil. Acıklı bir şey aynı zamanda bu tek kişi ile işlerin değişeceğini düşünmek, “başkanların” kurtarıcı olduğunu düşünmek. Yaşadık biz bunu gençliğimizde “Kurtar bizi Baba!” ve “Umudumuz Ecevit!”, üzerinden 50 yıl geçti aynı şey “Kurtar bizi Ekrem!”… Niye buralara geldik, buralardan nasıl kurtulacağız kestiremiyoruz…
Doğa boşlukları sevmiyor, Cemaatten boşalan yere Ulusalcılar mı geldi? Yani AKP tek başına kalsa bu kadar saçmalamaz mıydı?
Tabii. AKP tek başına hiç bir zaman kalmadı aslında. AKP 2002’den bu yana, hep reformla devlet arasında gidip geldi. Kürt açılımı ve diğer politikalar sadece oy toplamak üzere yapılmış şeyler değildi, orada bir arayış vardı, yanılmamalıyız, parti içinde Türkiye’yi gerçek anlamda dönüştürmeye yönelik bir irade vardı. Pandül gibi biraz, AKP’nin kararsızlığı; muhafazakar, tutucu devlet ve reformlar arasında gelip gitmesi işleri bozdu. Devletin iki kırmızı çizgisi var; irtica ve bölücülük. AKP’nin iktidara gelmesi ile irtica kırmızı çizgisi kalktı. Hazmı zor oldu ama devlet bunu hazmetti, geriye bölücülük kırmızı çizgisi kaldı.
Devleti biraz açabilir miyiz? Nedir devlet?
İnsanlar, bürokrasi, ordu, soyut bir kavram değil devlet. Devlet, Türkiye’de her zaman insanın önünde olan, her zaman kendi varlığını insan hayatının önüne koyandır, işte beka buna diyoruz zaten. Yani bu topraklarda insan kalmasa bile devlet kalmalıdır, devlet budur. Bu fikre sahip çıkan hizipler, güruhlar, partiler, insanlar var. Cemaat çıkınca, siyaset boşluğu sevmez, oraya devletin güçlü bir kanadı bir ittifakla geri geldi, Ulusağcılar, Ulusolcular, Ergenekon, Avrasyacılar, Siyasi İslamcılar ile birlikte, amiyane tabirle işi götürüyorlar şu anda.
Bunun içinde muhalefet yok gibi gözüküyor ama var, onlar da bu yolun yolcusu. Herkes şöyle ya da böyle, bu istemden memnun. Arayışları bu çerçevede yapmak Türkiye’yi kalıcı ve yeni bir sosyal kontrata yani demokratik bir Anayasa’ya götürmez, çünkü Kürt meselesini bu çerçevede çözmek mümkün değil. AB ivmesiyle bunlar yapılabilirdi ama bu fırsat kaçtı.
‘TÜRKİYE KENDİ UYDURUK İÇ DİNAMİKLERİ İLE BAŞ BAŞA KALDI’
AB ile ilgili “niyeti ne zaman bozdular”?
Dış faktörler de var ama imama kızıp orucu bozdular gerçekte. Devletle reform arasında gidip gelirken sıkılındı, fakat içerde ya da dışarda bu yoldan dönmek için bir baskı yoktu, imza orada duruyordu, Avrupalılar için imza önemlidir. Kendiliğinden bıraktılar, ben burada en başından beri çapsızlık gördüm, o gömlek bol geldi AKP’ye, onun dışında da kimse sahiplenmedi ama. Ne CHP, ne Cemaat, ne de Kürt Siyasi Hareketi sahiplendi süreci… AKP süreci savsaklamaya başladığında kimse çıkıp “AB üyeliği bu ülke ve insanı için önemlidir, her şeye rağmen yolumuza devam edelim” demedi ve fırsat kaçtı. Türkiye de kendi uyduruk iç dinamikleri ile baş başa kaldı ve zaten her şey bu yüzden çok zor. Bitti.
NATO ile sürdürülen ilişkiler Batı’ya göz dağı vermek mi, yoksa kopulmasını isteyen ciddi bir irade var mı?
Ne yapacaklarını bilemiyorlar, çünkü ülkenin kendi öz kaynakları, tasarrufu yok, parası yok. Kendi kendini idame ettirecek durumda değil. İran’ın petrolü var, bir İran değil örneğin. Öyle olunca atıyor, tutuyor ama dönüp dolaşıp süngüyü indiriyor ve sesini kesip yoluna devam ediyor.
‘BUNLAR DÜŞÜK STANDARTLI İNSANLAR’
Kopmaz diyorsunuz kısaca Türkiye NATO’dan?
Belli olmaz, çünkü o kadar irrasyonel ve hukuk dışı bir dönem ki, hiç bir kontrol yok. Devlet içi bir kontrol mekanizması yok, kuvvetler arasında ayrılık yok, ekip de çapsız. Erdoğan’ın etrafındaki o toplama güruh, yani Çavuşoğlu ya da Albayrak ile olacak şeyler değil bunlar. Bunlar düşük standartlı insanlar.
İç savaş dediniz, kim çıkar ki sokağa?
23 Haziran’da ben iktidarın kazanacağına ve …
Seçimi mi kazanacak?
Ben seçimlerin olmayacağını bile düşünüyorum, zaten olsa bile ardından 4 yıl seçim olmayacak ve bu süreçte ekonomi ve dış politika rejimi çok zorlayacak, bu ne kadar içe yansır ve yansıdığında toplumun bir bölümü nasıl tepki verir, rejime meftun ve razı bölümün verdiği tepkiye nasıl tepki verir, oraları bilmiyoruz ama iç savaş ve bunu bastırmak için darbe ihtimali orada bir yerde duruyor… İktisat politikaları ve dış politika açısında rejimin sırtı duvara dayandı, öyle ya da böyle yaşanan ekonomik kriz muazzam bir gayrı-memnuniyet doğuracak… Bu noktada tahammül edemeyenler ve rejim taraftarları arasında nasıl bir sıcak sürtüşme yaşanacak bilmiyoruz.
Muhalefet ve iktidarın özünde pek de farklı politika üretmediğini ve kısaca, “Türklük Sözleşmesi” etrafında buluştuğunu söylediniz. Mutlaka rahatsız olan Türkler de var bu durumdan ama sayıca çok fazla değiller, onları bir kenara koyalım, gayrı-Müslümler zaten çok azlar artık esameleri okunmuyor, seslerini kesip uyum sağlayacaklar ama Kürtler öyle değil. Bu dediğiniz süreçte Türk ve Kürt ilişkisi ya da sürtüşmesi ne olacak?
İki çeşit Kürt var. Her ne kadar AKP’nin, Kürtlüğü, Kürt Kimliğini ve kültürünü itip kakmasından rahatsız olsalar da sonuçta hatırı sayılır bir AKPli Kürt kitle var. Yarı yarıya bir bölünmüşlük var Kürtlerde, herkes mücadeleci bir tavır içinde değil. Kürtlerin en azından bir Rojava’sı var, oranın başına bir şey gelmez ise, ki gelmeyeceğe benziyor, Rojava bir umut. Benim bahsettiğim iç savaş ihtimali Kürt ile Türk arasında değil, Türk ile Türk arasında olacak ve bu iç savaşta Kürtler ne yaparlar bilemiyorum. Taraf olmazlar sanırım çatışan iki Türk tarafından birine.
Kurtuluş planı ne olabilir?
Hayalini bile kuramıyorum. Erdoğan gitmez; muazzam suç işlemiş bir siyasetçi, bu yüzden kendiliğinden ya da seçimle gitmeyecek, çünkü gittiği andan itibaren işlediği her suç su yüzüne çıkacak. Dediğim gibi Ermeni Soykırımı yıllarından gelen bir cezasızlık ve sorumsuzluk kültürü var Türkiye’de. “İktidarını devret, biz çaldığını çırptığını, bütün bu dönem boyunca günde defalarca işlediğin Anayasal ve yasal suçları senin yanına kar bırakıyoruz” da denebilir belki ama bundan bir şey çıkmaz. Bu cezasızlık o kadar içimize işlemiş ki, bu kadar cürmü bu yüzden bu kadar kolay sindirebilen bir toplumuz. Erdoğan’a tamam sen köşene çekil otur demekle de olmayacak, o kadar mağdur ne olacak? Bu devasa bir mağduriyet, Nurenberg mahkemeleri gibi mahkemeler gerekiyor, çok büyük bir enkaz var. Enkaz kurumsal, tüm kurumlar yerle bir edilmiş, Ahlaki bir enkaz var, o da 100 yıllık bir enkaz. Tüm bunu bir adamın sırtına, Ekrem İmamoğlu’na yükleyemezsiniz. Her şeyi o yapacak, süpermane dönüşüp böyle bir şey yapması mümkün mü?
Davutoğlu ve Babacan’ın ise şansı sıfır . AKP’yi bölüp, 360 milletvekili bulup, ki bu İyi Parti ve HDP’nin aynı oyu atması demek, hem rejim, hem cumhurbaşkanı hem meclisi düşürmek, yeni seçimleri tetiklemek… Bunlar hayal.
Neden toplu istifa edilmiyor?
Orası önemli zaten. HDP tek başına sine-i millete dönse etkisi olmaz, zaten onu istiyorlar, çekip gitsin HDP diyorlar. CHP ile olur o iş ancak, CHP de bunu aklına bile getirmez. Karar veren kurullarda bu tartışma yok, boykot bile yapamıyorlar.
‘REJİMİNİN MECLİSİ, REJİMİNİN MUHALEFETİ, REJİMİNİN SERMAYESİ’
Milletvekili kalmak, saygınlık ve maaş almak mı önemli olan?
Son tahlilde evet. Demirtaş “demokrasicilik” oyunu demişti buna. Kayda bile geçilmeyen, önergeler çöplüğü şu anda meclis, binlerce soru önergesi veriliyor ama konuşulmuyor bile, dikkate alınmıyor. Burada sadece maaş değil konu, herkesin memnun olduğu bir sistem var, milli muhalefet bunlar, CHP son tahlilde budur. Rejiminin muhalefeti, aynı rejiminin sermayesi gibi. TUSİAD bir çıkış yapıyor, ayarı alıp oturuyor, eskisi gibi hükümete karşı duramıyor. Ecevit’e karşı gazeteye ilan vermişlerdi, şimdi yapabilirler mi? Canlarına okur, zira esas iş veren devlettir. Rejiminin meclisi, rejiminin muhalefeti, rejiminin sermayesi bunlar.
‘TÜRKİYE 3. ÜLKE MUAMELESİ GÖRÜYOR’
Dışarısı nasıl görüyor Türkiye’yi?
Yatıştırma tavrı içinde olanlar var, ekonomik çıkarı olanlar alttan alıyor. Para kaybetmemek için ama nafile, yatırımı yaptılar ülke eninde sonunda AB ülkesi olacak diye, o parayı dışarı çıkarmak mümkün değil. O fabrikalar kaldı, ne yapacaklar alttan alıyorlar. Türkiye çökerse Yunanistan ya da Portekiz gibi çökmeyecek. Belirleyici olan NATO ilişkisi ve aslında Türkiye’yi Putin’e kaptırmak istemiyorlar sıkıntı bu. Onun dışında Türkiye 3. ülke muamelesi görüyor, ha Mısır ha Türkiye şu anda, fark yok Batı için. Komik olan Türkiye Ortadoğu’yu da bilmez, 1923’ten beri zihni kapalıdır bölge konusunda. 2011’de balıklama atlandı bölgeye bilgi olmadığı halde. Dışişlerinde Arapça bilen sayısı 10u geçmez, şimdi daha fazla vardır muhtemelen, Arapçayı bilse bile o ülkelerin kültürünü bilmez . 6 Mayıs 1916’nın ne olduğunu, Şam meydanında Cemal Paşa’nın Arap siyasi elitini sallandırdığını kimse bilmez, kimse umursamaz. Yeni Osmanlıcılık denilen tamamen içi boş bir safsata ile daldılar oraya, aşırı bir özgüven çıktı ortaya 2009’dan itibaren. AB’yi savsaklamanın motivasyonu da buydu; “aman ne AB’si, kendi başımıza iyiyiz” deyip havaya girdiler ve uçtular.
İp nerede koptu, nasıl buraya geldik?
AKP’nin temsil ettiği Siyasi İslam, kendi başına güçlü alt yapısı olan bir akım, hareket değildi, hiçbir zaman olmadı. Bir bakıma Cemaat Türkiye’deki Siyasi İslam’ın beyniydi. O beyin gidince, devasa beyinsiz bir vücut kaldı ortada, biraz Frankenstein gibi .
7 Haziran 2015’te büyük bir fırsat kaçtı. O fırsatın elden kaçması için de en çok uğraşan CHP idi, Deniz Baykal idi. Tam bir milli duruş idi yaptıkları. Orada “Kürtlerin doluştuğu bir parlamentodan nasıl kurtuluruz?” derdine düştü devlet, devlet dediğim de işte bu saydıklarım. O andan itibaren dananın kuyruğu koptu, 2013 Gezi ve 17/25 Aralık bu arada zaten olmuştu. Erdoğan zaten uyku uyumuyordu, ayrıca devlet 2014 sonunda Kürtleri çöktürme kararı aldı, o iş de bitti ve böylece bugünkü baskıcı sarmalın içinde girilmiş oldu. 6 Mayıs’ta YSK’ye verdirtilen karar, bu anlattığım sürecin doğal sonucudur. Devamlı-sürekli darbenin son ayaklarından biridir, bundan sonra partilerin kapatılması gelebilir. Mümkündür, kapatır yani.
Haziran seçimini de böylece yaptırmayabilir. Buna ne ekonomi, ne dış politika ne de iç kamuoyu dayanır. Seçimle gitmeyecek ama kaosla gidecek. O kaostan sonra yerine ne kurulur, enkazın büyüklüğü ne olur ancak o zaman belli olur- tam bu yüzden darbe ihtimali var diyorum- fakat Türkiye’nin kendine gelebilmesi için Erdoğan’dan kurtulmak çare değil. “Bir gitsin hele sonra bakarız ne yapacağımıza!” sağlıklı bir yaklaşım değil, çünkü hiç kimse bu doğrultuda politika üretmiyor. HDP bile. Batışsız çıkış yok kısaca.
– O batışta toprak kaybı yaşanır mı?
Olabilir. Canı gönülden tabi ki olmaz, ama evet kopuş olabilir. Ver kurtul eski bir yaklaşımdır sonuçta.
– Seküler hayata olan özlem bu kopuşu destekler mi?
Ama o zaman istemedikleri Müslüman ve Kürtleri yaşayacakları alandan “temizlemeleri” gerekecek.