Ayet, Hadis ve Büyüklerimiz hayâtımıza ışık tutan işâret lambalarımız, temel donelerimiz, amaca ulaştıran vesîlelerimizdir. Mü’min yolunu onlara göre çizer.
Seküler araçlar ise, sâdece yolda düzgün yürümeye vâbestedir, amaç değildir.
Dünyâ mü’min için bir araçtır, amaç değil.
Mü’min dünyânın fâni, uhrânın ise baki olduğunu bilir, Rabbinin rızâsı istikâmetinde yaşar.
Allah’tan gâfil olana ise “zâlim” denir.
Rabbimiz İbrahim Sûresi, 27. âyette “Allâh, imân edenleri, dünya hayâtında ve âhirette sapasağlam sözle, sebât içinde kılar. Zâlimleri de şaşırtıp-saptırır; Allâh dilediğini yapar.” buyurmaktadır.
Mü’min için sapasağlam söz “Lâ ilâhe illallâh”, Kur’an, Hadis ve onlarla yaşayan muhlîs büyüklerimizdir. Mü’min işte bu “urvet-ül vuskâ” ile murâbıt, herşeyi ile sâbit kadem ve sâdıktır.
Zâlimlerin kıblesi nefisleri olduğundan, enelerine dönmüş zihinleri, sâde maddeyi gören gözleri ile hakîkâti göremez, duyamaz ve söyleyemezler.
Şaşırıp yolda kalırlar.
Allâh doğruya erdirmez zâlimleri, eremezler.
Mü’minin velîsi-sâhibi Allâh, kâfir ve zâlimin sâhibi ise azdıran nefisle, saptıran insi-cinnî şeytânları, tâgutlarıdır.
Mü’min ve zâlim, biri iyi, biri kötü.
İmânda emniyet, küfür ve nifâkta tecâvüz, tasallût ve zulüm vardır.
Bilhassa nifâk ehli fırsatını bulursa, hadisteki ifâdesiyle “düşmanlıkla aşırıya gider”
Zâlim, varlığa asla merhamet göstermez, gayz ve kinle herşeyi Neron’ca yok ederken, oturup zevkle seyredecek kadar, insânlıktan nasîbsiz bir canavar kesilir.
Hele birde ellerine imâret (idârî vasıtalar) geçirirlerse, egosantirizmaları ile derhâl fir’avn meşreb bir reise döner zâlimler.
İşte tamda bu noktada Resulullah (SAV) buyururlar ki:
Size emirlerinizin en hayırlıları kimlerdir, en şerirleri kimlerdir haber vereyim mi?
Onların en hayırlıları sizlerin sevgisine mazhâr olanlar, sizleri sevenlerdir; lehlerinde hayırla duâ edersiniz, onlar da size hayır duâ ederler.
Ümerânızın şerirleri de sizin buğzettiklerinizdir, onlar da size buğzederler, siz onlara lânet edersiniz, onlar da size lânet ederler. (Tirmizi Fiten)
Yine Rasûl-ü Ekrem (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Dinin âfeti üçtür:
- Fakîh-i fâcir (günahkar fıkıhçı),
- müctehid-i câhil (kendi reyine göre ibadet ü taatte bulunan cahil kimse).”
- İmâm-ı câir, zâlim idâreci.
İmâm-ı câir ; Zulmeden, cevreden, ajite eden, insanların canını yakan, haksızlık, hırsızlık yapan, iftirâ eden, başkalarını karalayan devletin başındaki şeklî serkâr ! olarak târif edilmiştir.
Tarih boyunca zâlimler zulm ile mazlûm mü’minlere musallat olmuşlardır.
Zalimlerin en büyük vasfı, aldatmaktır.
Yalân ve iftirâ ile etrâflarını öyle uyuştururlar ki, şeytânî algı operasyonları, her tarafta borozanlıklarını yapan ulâklarıyla kalabalıkları canlı cenâze-zombi haline getirirler.
Elinin altında ikbâl-i dünyâ vaadiyle tuttuğu, mal-menâl sevdâlısı ulemâ-i sû vasıtasıyla saf kitlelere zehrini zerk edip, güyâ dünyâlarını imâr ederken, âhiretlerini mahvederler.
Siyâset, ellerinde şeytânın lümmesi, makyevelistce kullandıkları sihirli bir değnektir, onunla tarafgirlerini doyururken, muhâliflerini döverler.
Birde dîni, dîni duyguları,canavar siyâsetlerine âlet ederlerse işte o zamân seyreyleyin gümbürtüyü, eğitimsiz muhâfazakâr kalabalıklar öyle aldanırki, birer kararsız bomba, patlamaya hazır bir felâket haline gelirler.
Gerçek mü’min yalan söyleyip aldatamadığından, sıdkında sebât ile biât isteyen zâlimin hedefi olur, zâlimin zulmüne mâruz, mazlûmdur.
Zulm görür sabreder, aktif sabırla.
Devleti ele geçiren zâlim bütün kurumların gücünü kullanarak dünyasını imâr eder, öyle servet biriktirir ki, serveti sâde kendine değil neredeyse kıyamete kadar bütün sülbüne yetecek haldedir.
Heyhât ! Kârun da servet-i sâmân sâhibiydi.
Zâlim, eli delik, müsrîftir, âvanesini de bu hırs ve isrâfa alıştırarak kendine köle eder.
Dünyâlığını kaybetmek istemeyen peykleri goygoy ile zâten tavan yapmış egosuna, şeytânın kalbe vesvese üflediği gibi kibir üflerler, öyle şişirirler ki bir süre sonra zâlim “ben sizin en büyük rabbiniz değil miyim ?” türküsünü okumaya başlar.
Ne hikmetse kendilerine isrâf mâbedi kuran bu kara adamlar, saraylarının adını “Ak” koyarlar.
Mü’minlerin Allâh Allâh nidâlarıyla fethedeceği tebşir olunan Ak-Saray’lar.
Kime niyet, kime kısmet.
Ammâ mazlûm mü’minin gönlü yoktur, han, hamam ve saraylarda. Sürgünlerde cebrî hicrethissiyle kanaât, iktisâd ve birbirine muâvenetle yaşar, şükreder.
Zâlimin sırtına bindiği birde bineği vardır ki onunla kıtalar dolaşır, mazlûm mü’minlerin peşine düşer, milletin helâl parasıylâ yine milletin aydınlık ikbâlinin ırzına geçer.
Hemde gasbettiği, mazlûma ait imkânlarla.
Ayakta durabilmek için bütün kutsallarını satar, ellere peşkeş çeker, devleti, milleti bayrağı, toplumun hamiyet hislerini okşayarak, sûret-i haktan görünerek târumâr eder, kimse uyanamaz.
Mü’min teyakkuzdadır ammâ derdini anlatamaz, bin-bir pişmanlıkla seyreder kurduğu irfân yuvalarının felâketini.
En kötüsü mazlûm görünen zâlim bu rolde başarılıdır, herkesi inandırır mazlûmiyetine.
Hâl değil, rol insanıdır zâlim.
Kimi zaman şiir, kimi zaman Kur’an okur zâlim, namâz kılarken kameralara poz verir, timsah göz yaşları döker dâvâsına zebûn ettiği şehît cenâzelerinde.
Şehitin tabutu hitâb kürsüsüdür, canını fedâ edenler “kelle”, her şehâdet “oy” demektir zâlime.
Mü’min mâsumdur, aldanır aldatmaz, zâlim aldattıkça “aldandım” der, için için sırıtarak.
Mazlûm mü’min hüsn-ü zân etmiştir, sevgiyle bakmıştır âleme, zâlim emeline âlet etmiştir hüsnü niyetleri, basamak yapmıştır zulmüne.
Fakat Allâh herşeye nigâhbândır, oyun kuranlara sürprizleri vardır.
Son gülen iyi güler.
Hezîmet ve zafer ikizdir, Hâbil ile Kâbil gibi.
Allah’ın günleri döner durur insanlar arasında, bugün bayram yaşayan, yârın hüsrân yaşar.
Evet neticede “zulm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur”
Ve asla unutulmamalıdır ki, Allah’ın lâneti zâlim, rahmeti ise mazlûm üzerinedir.
Mazlûm mü’min görünürde mağlûb olsada hakîkât-i halde gâlibdir, çünkü Rabbimiz mazlûmlar ileberâberdir.
“Mazlumun bedduâsını almaktan son derece çekin, çünkü onun bedduâsı ile Allah arasında bir perde yoktur.” der Efendiler Efendisi (sav) (Buhârî)
Mazlûm mü’minin duâsı, bir damla gözyaşı binlerle atom bombasından daha kuvvetlidir.
Anadolu halkının ârifâne söylemleriyle bütün zâlimler bilmeli ki,
Alma mazlûmun ahını, çıkar âheste, âheste.
Mazlumun âhı, indirir şâhı.
Senden büyük Allâh var şâhım, gururlanma pâdişâhım !
Netîcede,
Bütün zâlimlerin ardına bakmadan kaçacağı günler yakındır, kimsenin ettiği yanına kâr kalmaz.
Eden, bulur.
Belki yârın, belki yarındanda yakın.
Zulmünün en koyu karanlığında Hakk’a mağlûb olacağı kesin olan zâlim, bak riyâkârâne okuduğun Kur’an ne diyor “Haberiniz olsun; Allah’ın lâneti zalimler üzerinedir.” (Sûre-i Hûd, 18)
Zâlimin zulmü varsa, mazlûmun Allah’ı var. Cevretmek kolay amma, yârın Hakk’ın divanı var.
Ey zâlimler aslâ kazanamayacaksınız !
Ve mazlûm mü’mine gelince, “ümitvâr olunuz şu istikbâl inkılâbâtı içerisinde en yüksek ve gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır”
Zâlimler için yaşasın cehennem !