Bülent Arınç’ta Sovyetler Birliği’nin yıkılışına şahit olmuş romantik solcu psikolojisi okuyorum. Siyasal İslam’ın hayatla sınanışı sonrasında oluşan hayal kırıklığı ve çelişkiler yumağını resmetmek istesek ortaya Bülent Arınç çıkardı.
Mücahitlikten müteahhitliğe geçiş yapamamış ama geriye de dönememiş ara türün sembolü. Göze batan zikzakları, bu arada kalma halinin sonucu. Ve onun benzeri çok sayıda insan var köprünün ortasında, ne geri dönebiliyor ne de sonuna kadar gidebiliyor.
Fotoğrafı netleştirmek için filmi başa sarıp sinamacılık tabiriyle ‘flashback’ yaparak ilerleyelim.Erdoğan’ın desteklediği Binali Yıldırım’ın karşısına rakip çıkarmalarının gerekçesini savunurken, “30 yıldır bu davanın içindeyim. Ben, gençliğimi, hayatımı, aşkımı, her şeyimi bu yola vermişim. Aklınızı başınıza alın. Kimse, delegenin iradesine ipotek koymasın” dediğini düşünün. Rakip aday Gül’ü konuşturmamak için davullarla gürültü yapan tribünlere Arınç’ın “Biz tamtamcı gençlik yetiştirmek için değil, milli gençlik yetiştirmek için yola çıktık. Galileo gibi konuşacağım. Siz ne derseniz deyin, dünya dönüyor, haberiniz yok sizin” diye seslendiğini hayal edin.
Yok canım dediğinizi duyar gibi oluyorum; böyle bir şeyin yaşanabileceğine ihtimal vermiyorsunuz değil mi? Konuşma tamamen gerçek hatta fazlası var eksiği yok; sadece Fazilet Partisi (FP) yerine AKP, Necmettin Erbakan yerine Recep Tayyip Erdoğan ve Recai Kutan yerine Binali Yıldırım yazdım. Fazlası şu, 28 Şubat postmodern darbesi, Erbakan’ı Başbakanlık koltuğundan indirip siyaset yasağı koymuş; Refah Partisi kapatılmış yerine kurulan FP kongre yapıyor. Böyle bir psikolojik ortamda liderin adayının karşısına rakip çıkarmak ve o coşkulu kitleye amiyane tabirle üst perdeden ‘ayar vermek’… bugünlerde hayali bile zor.
Fotoğrafın tamamının bir kongre ve bir konuşmadan ibaret olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kadrajı biraz daha genişletelim. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in görev süresi dolmak üzere ve ikinci kez seçilmek için müthiş kulis yapıyor. Anayasa değişikliğinde 367 oy alması gereken paketi, DSP, ANAP, MHP ve DYP, 412 imza ile Meclis’e sunmuş. Siyasi partilerin uyacakları esasları düzenleyen 69. Maddede pakette. Demirel, Erbakan ile anlaşmış onun yasağı kalkacak. Normal bir Milli Görüşçü’nün reddedemeyeceği bir havuç. Ancak FP Grup Başkanı Arınç devreye giriyor, Erbakan’a rağmen partisinin yaklaşık yarısını ‘hayır’ oyuna ikna ediyordu. Diğer partilerdeki fire oranının yükselmesini sağlıyor ve Demirel’in ‘5+5’ hayalini suya düşürüyordu.
Arınç, AKP’nin ilk dönemlerinde de bu çizgiyi sürdürdü. ABD askerlerinin, Türkiye üzerinden Irak’ı işgal etmesini sağlayacak 1 Mart Teskeresi’nin parlamentoda kabul edilmemesinde payı büyüktü. Oysa Erdoğan’ın Başkan Bush’la anlaştığı ve kendi grubunu ikna için tehditler savurduğu bir konuydu, teskere.
Mavi Marmara krizinde de daha teenni ve sağduyulu duruşu vardı. İlk günden itibaren krizi küçültmeye çabaladı. Türkiye’ye ve mağdur Filistin halkına zarar vermeyecek çizgiyi savundu. Başlangıçta esip savuranlar, İsrailli yetkililer hakkında kırmızı bülten çıkaranlar sonra tam tersini yaptı. Erdoğan, 20 milyon dolar karşılığında bütün pazarlık gücünü sıfırlamakla kalmadı, ‘giderken bana mı sordunuz?’ sözleriyle kenara çekildi.
Gezi Eylemlerine de Başbakan vekili olarak Erdoğan’dan farklı yaklaşmıştı. Arınç’ın “Polisler aldıkları talimatı yerine getiriyor. Mahkemenin ‘durdurma’ kararını yerinde ve isabetli buluyorum. ‘AVM istemiyoruz’ diyenlere biber gazı sıkmak yerine ‘İşin doğrusu budur’ diye ikna edici çalışmalar yapılmasında fayda görüyorum. Belediye ve Kültür Bakanlığı’nın İstanbul halkına özür ve açıklama borcu var” sözleri, Erdoğan’ın ‘tencere tava, hep aynı hava’ tavrı karşısında eriyip gitti.
Diğer örnek şike yasası. Başbakan Yardımcısı olarak Cumhurbaşkanı Gül’ün şike cezasının indirilmesini öngören düzenlemeyi veto etmesini ‘hayırlı’ bulan Arınç, “Hiçbir milletvekili tekrar Meclis’e getirmeye cesaret edemez” dedi. Daha sonra Erdoğan’ın dayatması ve öbür partilerin desteği ile kanun hızlıca tekrar çıkarıldı. O ise ilerleyen zamanlarda bu çıkışını ‘hayatının hatası’ olarak niteleyecekti. Onun kastettiğinin dışında gerçekten de bu ve benzeri zikzaklar hayatının hataları oldu. Hem kendi özgül ağırlığı sıfırlandı hem de ülke Erdoğan diktasına teslim edildi.
Onun hikayesi, Timur’a ‘Filin bize zarar veriyor’ demek için gidip, arkasındaki köylüler kaçışınca bir fil daha isteyen Nasrettin Hoca’ya benziyor biraz. Dolmabahçe Mutabakatı ve Çözüm Süreci’nin bitirilmesi tartışmalarında da Erdoğan’la ters düşmeyi göze aldı. “Hükümetin çözüm iradesi sürüyor.” ve aksi beyanına rağmen “Erdoğan’ın her şeyden haberi var.”’ açıklaması önemliydi. Ancak Başbakan Ahmet Davutoğlu kendi iradesini savunamadığı için Arınç ortada kaldı.
Erdoğan’ın hayat memat projesi başkanlık hakkında da partide kimsenin dillendiremediği şeyleri söyledi; “Montaj başkanlık olmaz.” bile dedi. Şu cümleler onun: “Erdoğan yapısı itibariyle sözünü dinletebileceği, bütün karar mekanizmalarında tek başına müessir olabileceği, yapacağı çalışmaların önüne çok engelin çıkmayacağı bir başkanlık sistemi arzu ediyor. Tartışmalar yeni Anayasa’nın da önüne geçti.”
Arınç, tahkir edilerek başbakanlıktan uzaklaştırılmasını da Davutoğlu’ndan daha açık ve net biçimde eleştirebildi. “Sayın Davutoğlu’nun gelişi ne kadar şık ve iyi olduysa, giderken herhalde çok da şık olmadı. Hiç alışık olmadığımız bir vefasızlık örneği oldu. Bir de bir insanın onuru vardır, haysiyeti vardır. Ailesine nasıl anlatacak, kendisine dönüp nasıl anlatacak, biz dava arkadaşlarına nasıl anlatacak; herhalde onun altında ezildiğini düşünüyorum.”
Arınç’ın 15 Temmuz’dan sonra yaşanan yaygın hak ihlallerine ise mahçup ve mütereddit bir karşı çıkışı var. “Önemli olan fiili darbe girişimine doğrudan ve dolaylı destek olanların hukuki durumudur. Ama okullarına çocuk göndermiş, bankalarında işlemler yapmış insanların masum olduklarını düşünmemiz lazım öncelikle.” KHK’lıların mağduriyetini dile getiren neredeyse ilk AKP’li olarak kayıtlara girdi: “KHK’larla mağdur olan binlerce kişi var. Daire başkanı adam, dava açılmamış, takipsizlik kararı alınmış, ama görevine iade edilmemiş. Bir kısmının eşi evlere temizliğe gidiyor, yumurta satıyor. KHK’larla işlerinden atılmış, beraat kararı almış, kovuşturmaya yer olmadığı kararı alınmış insanlar var. Benim çevremde, ailemden insanlar var.” Mağduriyetlerin giderilmesi yerine sadaka ile vicdan soğutma eleştirileri haklı ama bu cümleleri kurabilmek de önemli.
Damadının tutuklanıp salıverilmesi onu epeyce ürkütmüş görünüyor. Oysa korku cumhuriyetinin hücre duvarları böyle böyle örülüyor. Korku silahını işlevsiz bırakmanın yolu cesaret. Hele yıpranmış olsa dahi devlette bir ağırlığı olan isimlerin korkusu topluma veba salgını gibi yayılıyor.
Arınç için ipin koptuğu ve büyük kayıpların hızlandığı nokta ‘benim de bir özgül ağırlığım var’ diye konuştuğu gündü. Var diye mızmızlanıp talepkar noktaya geldiğinde altındaki halının çekilmesini hızlandırdı. Erdoğan, kendi doğrularını savunabilecek özgüveni olanlarla çalışacak donanım ve cesarete sahip değil. Ya bu özellikleri bulunmayanları tercih ediyor ya da iyice sıfırlayıp, kişiliksizleştiriyor. Arınç’ın tekrar piyasaya sürülmesi yanıltmasın, sadece vitrin ve dolgu malzemesi olarak kullanmak istiyor. Sanal bir çekirdek inşa ederek etrafına koruma çemberi oluşturuyor.
Erdoğan diktasına kuruluşuna direnebilecek isimlerden biriydi Arınç. Bunu yapmadı/yapamadı. ‘Neden’ sorusuna benim iki cevabım var: birincisi pek çoğu gibi korku. Erdoğan eline geçirdiği yargıyı engizisyon gibi kullanıyor; başta yol arkadaşları olmak üzere herkesi böylece sindiriyor. Bu normal insanlar için hafifletici olabilir ama ‘hem dava adamı geçineyim hem bedel ödemeyeyim’ denildiğinde böyle ara türler ortaya çıkıyor.
İkincisi ise siyasal islamcılık hastalığı. Her siyasal islamcının içinde farklı boyutlarda bir Hayrettin Karaman yatıyor. (http://www.tr724.com/makyavelist-kuklaci/ ) Hedefe giderken bazı şeyleri meşrulaştırma, mubahlaştırma en az şekliyle sessiz geçiştirme; bu hastalığın belirtileri. Arınç’ta farklı zamanlarda farklı şekillerde nüksediyor.
Arınç, doğru saptamalar yapıyor ancak düzeltmeye dair bir öneri sunmuyor ve olanların da önünü kesiyor. Abdullah Gül’ün muhalefetin çatı adayı olma ihtimaline tepki gösteriyor; ”Erdoğan’ın çok hatası olsa dahi kendi geleneğimizde dava arkadaşımızın karşısına çıkıp muhalefetin adayı olmak yok’’ diyor. Öbür yandan Gül’ün zamanında konuşmamasını eksiklik olarak görüyor. “Ben de çok hakaret gördüm, ama ben dik durdum, cevabını verdim. O cevap vermedi. O hep affetti. Keşke zamanında sesini yükseltseydi baştan itibaren çok daha iyi olabilirdi.” diyor.
Ali Babacan’ın yeni parti kurma girişimine AKP’ye zarar vereceği gerekçesiyle karşı çıkıyor. Kendisi dahil olmak üzere partiye emek verenlerin dışlanıp tahkir edilmesini sineye çekmeyi fazilet olarak sunuyor. “Ben bu partim varken, beni dışlayanlar olsa bile, seni kuruculuktan çıkardık diyenler olsa bile, kongreye davet ederken sıfatlarımı ihmal etmiş olsalar bile, hâlâ birtakım trol ve troliçelerin arkasında durarak, ceplerine para koyarak üzerimize saldırtsalar bile yine AK Parti’deyim.”
“Unutulmamalıdır ki, yıkmaya çalıştığınız çınarın gölgesinde, güneş görmemiş daha birçok hakikat gölgeleniyor.” Benzeri adrese teslim cümlelerle kendini garanti altına almak dışında bir çabasına tanık olunmuyor. O hakikatleri halkın bilmesi gerekmiyor mu?
Erdoğan Türkiyesinin muhasebesi yapılırken Arınç’ın pastadan alacağı pay hiç de küçük olmayacak. “Hoşa gitmeyen gerçekleri duymama ve duyurmama adına izlenen bu antidemokratik yol baskı rejimlerinin yoludur ve tarih kitapları bu yolcuların hazin sonlarıyla doludur” demişti bir defasında. Tarih tekerrür ediyor, ne diyelim.