Emniyet Genel Müdürü Celal Uzunkaya, sürpriz ve şahsa özel bir kararnameyle kızağa çekildi. Yakında İstanbul Emniyet Müdürü de değişirse şaşırmayacağım.
Emniyetteki terfilerin görüşüleceği toplantı öncesi atar topar yapılan Uzunkaya değişikliği dikkat çekiciydi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘kullan at’ stratejisinin yeni kurbanı mı oldu, yoksa gereksiz konuşmaları mı başını yedi bilmiyorum.
Görevden alınmadan birkaç gün önceki açıklamaları da ilginçti. Uzunkaya, Emniyet Teşkilatı’ndan 30 bin 919 personelin ihraç edildiğini anlattı. Bu zaten biliniyor, fakat o bambaşka bir bilgi daha paylaştı: üç yılda 80 binin üzerinde personel alımı gerçekleşmiş ve sayı 300 binin üzerine çıkmış.
“Ne var bunda?” demeden önce sokaklarda İran Devrim Muhafızları gibi dolaşıp önüne gelene kelepçe takmaya kalkan bekçileri bir düşünün derim. İhraç edilenin yaklaşık üç katı polis işe alınmış. Önceki Genel Müdür Celalettin Lekesiz de böyle bir gece ansızın görevden alınmıştı. Onun da aslında aydınlatıcı ama senaryoyu berbat eden ifadeleri vardı.
Lekesiz’in 8 Kasım 2016’da Meclis Araştırma Komisyonu’na anlattığı anekdotlar gerçekten ilginçti. Mesela Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na giden üçü rütbeli 13 askerin gözaltına alınması. 2 bine yakın koruması olan bir mekâna toplam 13 asker gidiyor. Fıkra gibi ama bizde darbe delili olarak dosyalara konuyor. O askerlerin darbe algısını güçlendirmek üzere yem yapıldığını bilmek için ortalama zeka yeter.
Yine Lekesiz’in anlattığı diğer olay ancak filmlerde olabilecek türden bir kahramanlık örneği! Bir binbaşı komutasındaki 59 rütbeli ve 25 erden oluşan 85 ‘darbeci’, 4 polis tarafından teslim alınıyor. Lekesiz şöyle tasvir ediyor olayı: “Gece 3’te Ankara’ya gelmek üzere yola çıkan füze bataryalarını taşıyan konvoy il girişinde sadece bir polis başmüfettişi ve ona yardımcı olan 3-4 trafik görevlisi tarafından engellendi. Gerçekten bu, detaylarıyla bilinmesi, teşekkür edilmesi, tebrik edilmesi, takdir edilmesi gereken bir iş. Bu polis başmüfettişimiz uzun yıllar trafik görevi icra etmiş bir arkadaş, dolayısıyla, bir yol nasıl açılır veya bir yol trafiğe tank da olsa, top da olsa nasıl tamamen engellenir, tıkanır, tüm detaylarını bilen bir arkadaş. Orada tırları falan yola çekip, kapatıp bu gelen füze bataryalarını taşıyan konvoyun geçememesini sağlayıp başlarındaki binbaşı ve onun mahiyetindeki 59’u rütbeli 25 er ve erbaşı da silahlarından arındırarak 1 polis başmüfettişi, 3 kadar da trafik görevlisi bunları teslim aldı, silahlarını da teslim aldı, adamları da gözaltına aldı.”
Füze bataryaları da dâhil ağır silahlarla donatılmış 85 darbeci, toplamda 4 trafik polisince gözaltına alınıyor. Sizce de tuhaf değil mi?
BİR POLİS BİLE TESLİM OLMADI
Kaş yapayım derken göz çıkaranlar kervanına İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan da katıldı. 15 ülkeden 24 polis temsilcisine 15 Temmuz’u anlatan müdür, “Darbenin başlangıcını İstanbul’da yaptılar. Anında tüm dünyaya mesaj verebildiler. Fakat bir şeyde yanıldılar. İstanbul polisinin refleksi beklemiyorlardı. Onlar geçmiş darbelerdeki örneklerden hareket ederek bir emirle bütün polis teşkilatının teslim olabileceğini düşünüyorlardı ama yanıldılar. Bir tane polis dahi teslim olmadı,” şeklinde konuştu.
Uzunkaya’nın verdiği rakamı hatırlayın 30 binden fazla polis 15 Temmuz’dan sonra ihraç edildi, pek çoğu tutuklandı. Bunlardan hiçbirinin darbeye katıldığına dair ipucu yok, aksine pek çoğunun direndiği kayıtlara geçti. Çalışkan haklı, emniyet darbeye katılsaydı sonuç bambaşka olurdu. O halde madem bunlar ‘FETÖ’cü ve darbeyi onlar yaptı neden bu kadar silahlı adam katılmadı?
Aynı soruyu aslanda Türk Silahlı Kuvvetleri için de sormalıyız. İkisi orgeneral olmak üzere Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda 149 general ve amiral, toplam 17 bin 242 asker ihraç oldu. Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi açıklamasına göre darbe girişimine katıldığı belirtilen 8 bin 651 askerden bin 676’sı erbaş/er, bin 214’ü de askeri öğrenci. Bu rakam bile yanıltıcı olabilir zira sadece tutuklu 2. Ordu Komutanı’nın emri altında 80 bin asker vardı. Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak gibi isimlerin iddianamesini hazırlayan savcı da bu dilemmayı çözememişti. Kendince 47 ‘FETÖ’cü subay tespit etmiş ama sadece iki tanesinin darbeye katıldığını öne sürmüştü. Ona göre Cemaat geri kalanları, olası bir diğer darbeye saklamış.
Biz Çalışkan’a geri dönelim. Müdürün eski koruma amiri de 15 Temmuz vesilesiyle konuşanlardandı. “Biz gelmeden önce vatandaş fevri hareketler yapıyordu, bizim elimizden silah almak istiyordu. ‘Verin biz savaşalım’ şeklinde. Sayın Çalışkan bu durumun yanlış olacağını ve gereğinin yapılacağını ve polislerle birlikte vatandaşların arkadan gelerek destek verilmesini istedi,” diyerek anlatıyor yaşananları.
Çalışkan’ın Darbe Komisyonu’na söylediğine göre o gün planlı huzur operasyonu ve IŞİD’e yönelik kapsamlı bir operasyondan dolayı fazladan altı bin polis görev başında. Rutin görevdekilerle birlikte 10 binden fazla polis İstanbul’da silah başında. Köprüde çoğu öğrenci ve er en fazla 100 asker var ve kuşatılmış durumdalar. Ama Çalışkan halkla birlikte yürümeyi öneriyor, ‘arkamızdan gelin’ diyor. İşte bu sakat mantık, sivil kayıplarına ve sivil görünümlü kişilerin askerlerin kafasını kesmesine sebep oldu.
Çalışkan, “Ne boğazı kesilen, ne de köprüden atılan bir asker oldu. Bunlar tamamen yanlış, yalan” sözleriyle herkesin gözü önünde yaşananı bile inkar ediyor bu arada. Pek çok tanığın hâlâ anlattığı keskin nişancıyı da şehir efsanesi olarak görmeye devam ediyor.
İşlenen bir cinayette kullanılan silah, sivillere satılmayan MP-5 cinsi olunca ve sanık “Bu tabancayı 15 Temmuz darbe gecesi Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün önünde dağıtmışlardı. Ben de orada almıştım” savunmasını yapınca, Ankara’da biraz daha ileri gidildiği anlaşılmıştı. Valilik ‘zimmet kaydı tutmadık ama sivillere vermedik’ dese de en az beş tane silahın benzer şekilde kaybolduğu tahmin ediliyor.
Erdoğan diktasının inşasında onun deyimiyle ‘Allah’ın lütfu’ olarak gerçekleşen 15 Temmuz kurgu darbesinin aydınlatılması için birilerinin konuşması gerekiyor. Normal bir ülkede parlamentoda kurulan komisyon ve mahkemeler tanıkları dinler ve aradan geçen bu kadar zaman sonra karanlık nokta bırakmazdı. Bizde dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan mahkemeye gitmediği gibi Parlamento’yu da yazılı cevaplarla geçiştirdi.
Başta Erdoğan olmak üzere darbenin başrol oyuncuları konuştukça hata yapmaya devam ediyor. Geçen hafta Atatürk Havalimanındaki 15 Temmuz anmasında “01.15 ve biz de yine buraya indik. Eşim, kızım, torunlarım ve damadımla beraber buraya indik. Burada kim vardı? Burada millet vardı,” dedi Erdoğan. Resmi bilgi Cumhurbaşkanı’nın İstanbul’a 16 Temmuz 2016 sabah saat 03:20’de indiği şeklinde. Erdoğan darbeyi öğrendiği saati de neredeyse her seferinde farklı söylüyor; “Saat dört, dört buçuk civarında eniştemden” diye başlayan liste uzayıp gidiyor. Erdoğan, İstanbul’a indikten 3 saat sonra Marmaris’e giden askerlerin durumu da muamma olma özelliğini koruyor.
Gerçek anlamda bir soruşturma olduğunda pek çok soru cevap bulacak ama ülke yıkılıp yüzbinlerce mağdur işkence gördükten sonra neye yarayacak ki…