Hizmetin en önemli gücü Rabbimiz’in izni ve inâyeti ile çok iyi yetiştirilmiş aktif-dinamik, kifayetli gençler olmuştur.
Hazreti Mûsa (as) yola fetası Yûşâ (as) ile çıkar, Efendimiz (sav) ise yanında yine fetası Hz. Ali (ra) ile yürümektedir.
Bütün dinler, müntesiplerini önce fakirler ve gençler arasında elde etmişlerdir.
Zâten gençlik zemininde kendine yer bulamayan hiçbir “fikri” hareketin aksiyona dönmesi mümkün değildir.
Büyüğümüzün o harika vaaz-u nasihatlerinde, camileri dolduran yiğitler topluluğunu görebilir, izleyebilirdiniz.
Hizmet, her dönem, her yaştan “Gözüyaşlı Gençler” topluluğudur.
Son yıllarda yaşadığımız sarsıntılar, üzerimize atılan “tiyatro darbe” iftirâları, boynumuza asılan yaftalar neticesinde, en büyük problemi,
* “Yeniden İnsana Dokunmak”
* “gençleri kazanmak”
* onları işlemek-yetiştirmek
* ve keyfiyette yaşıyoruz.
Önümüzü kesen gulyabaniler ve biz;
Türkiye’nin rutini Yirmisekiz Şubat’lar, Haziran Fırtınaları, “Post Modern” darbeler, Hizmet emek ve gayretlerimize çok ciddi balyoz vurdular.
Onbeş Temmuz Tiyatrosu ve kıyâmeti ise, mâalesef bizi bu alanda çok daha zayıf bir duruma düşürdü.
Ölümler, hapisler, sürgünler, hicretler, hicranlı günler “fikri” organizemizi bozdu.
İşte bu hengamede Büyüğümüz’ün vaâzlarında görünen “Genç Nesil” ellili yaşlara, olgunluk çağına erişti, Şubat Soğuğukları, Hazirân Fırtınaları arasında kazanılan nesil ise gençliğinin neredeyse son demlerine geldi.
Kestânepazarı Kur’ân Kursunda Büyüğümüz’e talebelik yapma bahtiyarlığına erişmiş, mübârek, muallâ ağabeylerimiz ise yetmişli yaşlara vardılar.
Yukarıdan aşağıya doğru Hizmet Nesilleri Kur’ân, İslâmi İlimler, Nûrlar, Pırlantalar ve bununla beraber devirlerinin ihtiyaçını çok iyi bilerek yetiştiler.
Her ne kadar menfî etkenler sebebiyle, yukarıdan aşağıya doğru biraz zayıflayarak gelmiş olsak dahi, seleften mirâs kalan engin “hizmet kültürü” yeni nesillere derd ve ızdırabla aktarılıyordu.
Fakat insan zamânın çocuğudur, Üstâd, insan için “ibn-üz zamân” der, zamân değiştikçe, nesillerin istek, ilgi ve ihtiyaçları da değişiyor.
Temel ihtiyacımız olan asli “İslâmi” bilgiler asla değişmese de, tâli mes’eleler, yeni nesillerin ilgi, bilgi, istek ve taleplerinde ciddi değişiklikler görüyoruz.
Teknoloji hepimizi esir almış durumda, bununla berâber çok hızlı gelişip-başkalaşıyor takip edemiyoruz ve gençlere yetişemiyoruz.
Yeni yetişen gençlerimiz, ihtiyâren yahut mecbûren gitmiş olduğumuz ülkelerin, yapı ve kültürlerine bizden çok daha hızlı entegre olabiliyor.
Şimdilerde yetişen gençlerimiz ile, gençlik çağının sonuna doğru yaklaşmış, olgunlaşmış, yetmişli yaşlara varmış nesillerimiz arasında ciddi bir boşluk ve iletişim sorunu yaşıyoruz.
Karşılaştığımız yeni yapı ve kültürlere karşı nasıl tavır alabileceğimizi, evlâdımızı nasıl yönlendirebileceğimizi tam tesbit ile, süzüp, sistematize edebilmiş değiliz.
Tecrübeli, olgun, emektar, muhlis ağabeylerin yaşadıkları güzellikleri, çağa yön veren hizmetlerini, örnek emek ve hissiyatlarını mâalesef en tâze neslimize aktarmakta sıkıntı çekiyoruz.
Usta-çırak ilişkimiz bozuldu.
Halbuki bizler “Örnekleri Kendinden Bir Hareket” olma ufkunu yakalamış bir topluluğuz ve fakât örneklerimizi değerlendiremiyoruz, işimiz köksüz ağaçlar yetiştirmek değil.
Farkında olmasakta hizmetin “ilk” nesliyle bugünkü “Üniversiteli Nesil” arasında neredeyse elli yıllık bir zaman dilimi var.
Hayatın başdöndürücü hızı, yine dünyânın başdöndürücü teknolojik, bilimsel, sosyolojik, kültürel değişimleri de hesâba katılınca “iki nesil arasında büyük bir uçurum var ve hergün derinleşiyor” diyebiliriz.
İlk neslin çok sâde, düz bir şekilde konuştuğu mes’eleleri, son nesil tam olarak anlayamıyor, kullanılan dil bile çok farklı artık, belkide anlatamıyoruz.
Anlatılanlar hikaye-ütopya gibi geliyor genç neslimize.
Arada köprü olabilecek bir “ara nesle” ihtiyacımız var.
Ne yapabiliriz ?
Hocaefendi kırklı yaşlarda bulunan arkadaşlarımızın (genel itibariyle) aktif-hiyerarşikhizmet yapısından çıkıp, aktif-irsâd hayâtına geçmelerini arzu ediyordu. Eğer gerçekleştirebilseydik belkide yolumuza daha sıhhatli devam edebilirdik.
Fakât biz bu mevzuda da Hocaefendi’yi anlamakta sıkıntılar yaşadık.
Aktif idâri-hiyerarşik hizmet hayâtından nasîhât etme makâmına bir türlü geçemedik, idârenin cazibesi irşâdın önem ve gerekliliğini gölgede bıraktı.
Hâlâ sıkıntılar yaşıyoruz ve hâlâ kendimiz merkezli bir mum yakıp, etrâfı aydınlatmayı, irşât ve nasîhât peşinde koşan “isimsiz bir mürşîd” olmayı kanıksayamadık.
Böyle bir çarkı tam olarak kurup işletebilseydik, belkide usta-çırak ilişkisini bu denli koparmayacaktık.
Açılan bu mesâfeyi âcilen doldurmalıyız.
İlk nesillerimiz temel kaynaklarımızla hemdem. Şu anki gençlerimiz ise “yeni” dünyanın sunduğu imkânları zirvede yaşıyor, her ikisini te’lif etmemiz gerekiyor.
Bence, elli yıllık nesil seyrini dört kademe olarak düşünürsek,
- ilk neslimizin duâ, mânevi gözetimi ve desteği,
- ikinci neslimizin irşâd ve gayreti
- üçüncü neslimizin idâre ve sevki ile
- yeni neslimizi istediğimiz kıvama getirip, yirmibirinci asrın sâhibi olma yollarını onlara açabiliriz.
Onlar bu devrin çocukları, biz “mâzi kıtası” tarafında kalmak üzereyiz.
Yukarıdan sevgi ve merhametle yola çıkan esâsatımız, aşağıda saygı ile mukâbele bulursa, bu mübârek akışkanlık vesîlesi ile, yeni yüzyılın sâhiplerini öz çizgimizde sâbit tutacağız.
Dünyânın heryerine dağılmak zorunda kalan, gerçekten çok iyi yetişmiş, iyi üniversiteler bitirmiş, önemli mevkiler kazanmış ve fakat takdîren-zulmen mevkilerini kaybetmiş, derd ve ızdırâbımıza nigahbân, terminolojimize vâkıf, otuzlu yaşlardaki delikanlılarımız var.
Çok kuvvetli bir insan kaynağına sahibiz. İşte bu yiğitleri tespit edip, seçerek, meccânen yahut ücretli istihdâm sağlayarak, yeni yetişen ümitlerimizle
– etkileşimi,
– geçişkenliği,
– devr-i dâimi sağlayacak
“ara bir nesil” oluşturmalıyız.
Neslimizi günün hakîkâtinden, çağın kültür ve gereklerinden koparmadan, hattâ destekleyerek, öz kaynak ve değerlerimize yöneltmeli, yeniden “örgün olmasa bile yaygın” bir eğitim hamlesi yapmalıyız.
Usta-çırak ilişkisini tekrâr kurmalıyız.
İnsibâğ, mânevi etkileşim, mânevi boya düşüncesini tasdîk ile, mahfûz tutarak belitmeliyim ki, Kur’an, esasât-ı İslâmiye, Nûrlar ve Pırlantalar’la doldurulamamış bir nesli getirip, Hocaefendi’nin karşısına koymak, hele hele Hizmet ekseniyle, çağa bir alternâtif olarak sunmak, gerçekçi ve yeterli olmayacaktır.
Rehberlikle alâkâlı ne yapabildiğimiz, gençlere ne verebildiğimiz, onları hak namına ne kadar yetiştirebildiğimiz önemli.
Kalıcı olarak ne yapıyoruz ? Unutmamalıyız, istikbâli şekillendirmek önemli.
(Rabbimize şükürler olsun) Büyüğümüz henüz başımızda iken, O’nun bizzât riyâseti altında, geniş katılımlı, her rengin temsil edildiği, herkesin rahatça konuşabildiği bir heyetle, bunlar ve çok daha önemli problemlerimiz üzerinde yoğunlaşılmalı, âcil kararlar ve tedbirler alınıp, hemen uygulanmaya geçilmeli.
Allâh korusun, yoksa çok geç kalacağız.
mansurturgutk@gmail.com