FATİH UĞUR-TR724.COM
Bir haftada iki vefat haberi, iki büyük acı. Babam Mustafa Uğur, 82 yaşında; 7 yılı aşkındır mücadele ettiği hastalığına yenik düştü. Salı günü vefat etti. Çocuk yaşta babasız kalmış, anası Ayşe ise onu evlendirince hakka yürümüştü. Dört kardeşin aile soyağacında son temsilcisiydi. Çınarımız yıkıldı. Kur’an hafızıydı. Ama ne yazık ki Alzheimera yakalanmıştı. Cemal Süreyya’nın meşhur şiirinin mısralarında olduğu gibiydi vefat haberini alışım; ‘Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü gözlerim kör oldu…’ Ayaklarımın yerden kesildiği, kaslarımın fersiz bir şekilde beni bir koltuk köşesine savurduğu bir körlük. Memleketinde olamama, ölümü, acını dahi yaşayamama yoksunluğu… Yasaklı olma, türkülerdeki gibi gurbet içinde gurbet yaşama yalnızlığı…
Ben bir gazeteciyim. Epeycedir gurbetteyim. 15 Temmuz öncesinde başlayan cadı avının kurbanı olduğum; zaten çoktan ölmüş adaletten umudumu kestiğim için gurbetteyim. Arkadaşlarımın ve Türkiye’nin aydın insanlarının, gazeteci, akademisyen, yazar dostlarımın zulme uğrayışına engel olamadığım için yaralı yüreğim her dava haberiyle, her tutuklama ile her vefatla sarsıldı.
Geçen sene genç yaşta bu üzüntüleri daha fazla taşıyamayan ailemizin çiçeği ablamı kaybettim. Bir hafta önce ise babamı… Onun elini tutup helallik isteyemedim, başını sıvazlayamadım. Hakka yürüyüşün o zor anında; boncuk boncuk terlerken bir mendille uzanıp alnından onları silemedim… Anama sarılıp ağlayamadım. Mezarına toprak atamadım. Öyle olunca, şair gibi kendime soruyorum; Sizin hiç gurbette babanız öldü mü? Benim öldü, gözlerim karardı, kör oldu, diyorum. Gurbette yaşanan her acı katmerli oluyor. Ayrılıklar ise ölümden beter. Yakınlarınızın vefatı, gurbette yakalandığınız o an; katran gibi ağır ve ağdalı. Yolun kaderi bu; biz uzaktan ağlıyoruz…
Bir gün önce başka bir vefat haberini aldım. Klavyenin başına geçip neredeyse 3 yıl sonra yazdığım bu ilk yazı babam ve 92 yaşında hayata gözlerini yummuş Ferruh Bozbeyli için.
BOZBEYLİ’NİN ANADOLUSU VE GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİ…
2009’da tanışıp, Profesör Doktor İhsan Dağı ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi eski Başkanı Muhterem Ferruh Bozbeyli’yi dinlediğimde 1950’lilerin İstanbul’undan başlayarak yakın tarihin kısa ancak dupduru bir özetiyle karşılaşmıştım. Altı ayı aşkın bir sürede her hafta gerçekleştirdiğimiz buluşmalar bir yıl sonra kitaba dönüştü. Timaş Yayınları’ndan Yalnız Demokrat ismiyle nehir söyleşi serisinde yayımlanan kitap, yakın tarihin ve demokrasimizin yaşadığı badirelerin bir özetidir. Güçlü bir hafızanın, gün gün, olay olay, kişi kişi anlattığı bir yakın tarih okumasıdır.
Bozbeyli’yi dinlerken bazen Maraş’ın Pazarcık beldesinin sokaklarında bazen Sultanahmet ve İstanbul Boğazı’nın yanıbaşında kendimi bulmuştum. Daha doğru tabir belki de şöyle olur; ‘karşımda gördüğüm Anadolu gencinin başarıyla mücessem hayatının cazibesine kapılmıştım…’ Bozbeyli, 92 yaşında dün hakka yürüdü.
Maraş’tan İstanbul Hukuk Fakültesi’ne oradan Yassıada’da Cunta yargılamalarına katılan genç bir hukukçu ve avukatın hikayesi olarak başlamıştı onunkisi. İddianamelerin dahi okutulmadığı, Demokratların bir kafese tıkıştırılıp onlarca avukatın aynı anda müvekkilleriyle görüştürüldüğü, işkencelerin, fişlemelerin, sivil ölüme mahkumiyetin ilk örneklerinin yaşandığı, o karanlık cuntacıların, sözde yargılamalarının ve bütün mağduriyetlerin şahidi genç bir hukukçuydu Bozbeyli. Yassıada’ya giden Fenerbahçe Vapuru’nda Demokrat Partililerin yakınlarının ve eşlerinin vapurun en alt katında, kömür dairelerinde taşınmışlığının, uğradığıkları hakaretlerin, ikinci sınıf biletlerle linç edilişlerinin; Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanının idamına ağlamanın yasaklandığı günlerin şahidiydi. Sadece siyasetin değil, kültür ve düşünce hayatının da tanığıydı Ferruh Bozbeyli. Okur, yazar, mütefekkir bir kişiydi. Caka satan değil, gerçek bir demokrat ve aydındı.
MAHKEME ORTASINDA OTURAN TARIK GÜRYAYLAR….
Türk siyasetinin önemli düşünce adamlarından Osman Turan’ın avukatı ve Demokratların avukatlarından biriydi Yassıada’da. Cunta yargılamalarının ortasına oturmuş koltuğuyla savcı ve hakimlere talimat yağdıran, sanıkları tahkir ve işkenceye alan Albay Tarık Güryay’ın çirkinliklerinin karşısında duran bir avukattı. Vesayet nedir, diye kendime sorduğumda Bozbeyli’nin o mahkeme sahneleri; Tarık Güryay’ı anlattığı anlar aklıma gelir hep. Bugün de aynısı sivil ellerle yapılıyor. Mahkeme salonunun ortasında sandalyede oturanlar ise cuntacı askerler değil, bu kez politikacılar. Sulh Cezalarda, hakim ve savcı kurullarında, sözde mahkemelerde halen verilen mahkumiyetler, 3 yıldır bitmeyen bir cunta yargılaması. Kaderin cilvesi yine sözde bir darbe yargılaması yapılıyor. Ancak bu kez onbinlerce mağdur, mazlum, öğretmenler, avukatlar, gazeteciler, bebekler, hamile kadınlar, yaşlı başlı insanlar tutuklanıp, darbeci diye hapse atılmış. İşkence dünya tarihinde görülmediği kadar patlamış. Kayıplar, kaçırılanlar, ölümler, haksızlıklar… Yeni çağın Tarık Güryay’ları ise makam mansıp peşindeki siyasiler, bürokratlar, partizanlar.
RUHİ HEYECAN VE YASAKLI İSTİKLAL ŞAİRİ…
Bozbeyli’nin hatırlattıkları elbette bunlarla sınırlı değil. Anlattıklarıyla o günleri tarihe mal etti, kayıt altına aldı. Yassıada davalarındaki görgü ve şahitliklerinin ardından Boybeyli, kapatılan Demokrat Parti’nin yerine kurulan Adalet Partisi’nden milletvekili seçildi. Üniversite yıllarında Abdülaziz Bekkine Hazretleri ve Nurettin Topçu’nun talebesi oldu. Abdülaziz Bekkine Hazretleri’nin tarih ve edebiyat bilgisi, İstanbul aşkı, genç üniversite öğrencilerine ‘iki heyecan vardır, asabi ve ruhi heyecan. Asabi heyecan az önce şu namazda içinde gelerek ‘Allaaah’ diyenin haykırışıdır. Ruhi heyecan ise her an onu görürcesine yaşamak; vatanı, milleti, insanlık için faydalı olmaktır…” sözleri bayrak gibi yanıbaşında dalgalandı hep.
İstiklal şairimiz Mehmet Akif’i bir gayrimüslimden, Ohannis Efendi’den öğrenmişti Bozbeyli. Vatan şairimizin Anadolu gençliğine anlatılmadığı yılları özetleyen hatırası şöyleydi. Ohannis Efendi’nin dükkanının duvarında şu mısra yer alıyordu; ‘İmandır o cevher ki, ilahi ne büyüktür / İmansız olan paslı yürek, sinede yüktür’. Bozbeyli, kendisine ‘bu mısralar kime ait?’ diye soran Ohannis Efendi’nin sorusuna veremediği cevabın mahcubiyetini hep içinde taşıdı. O tanışmalar, bir uyanışın vesilesi olmuştu. Ardından Nurettin Topçu, Samiha ve Ekrem Ayverdiler, Necip Fazıl Kısakürek, Ali Fuat Başgil, Zahit Kotku Hazretleri, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Hasan Basri Çantay’a kadar uzanan onlarca tanıdık sima ile tanışıklıklar geldi.
‘Okuyun, bıkmak, usanmak bilmeden okuyun’ diyordu yakından tanıdığı herkese Bozbeyli. Bana da genç bir gazeteci olarak tavsiyesi buydu. Evinin her köşesi bir kütüphaneydi.
YA HALK PARTİLİLER YASSIADA’YA HAPSEDİLSEYDİ… HALKIN VEFASIZLIĞI…
Merhum Ferruh Bozbeyli, 16 yıl hizmet ettiği siyaset kurumunda objektifliğini koruyabilen nadir siyasetçilerden biriydi. 27 Mayıs’ın acılarını yaşatan o günün Halk Partilileri’ne tenkit getirirken, Demokrat Parti’nin yaptığı yanlışlara, haksızlıklarına da ses çıkarabilen biriydi. ‘TBMM’nin en genç başkanı’ ünvanıyla Meclis başkanlığına seçildi bu cesareti ve tarafsızlığıyla.
27 Mayıs savunucularının Demokrat Parti’lilere karşı tahammülsüzlüğünden bahsederken Demokrat Parti ve geleneğinden gelen birçok siyasetçi ve aydının görmezden geldiği yanlışları da söylemişti bize; “Yalnız acaba Demokratlar, Halk Partilileri oraya tıksaydı, daha mı adil örnekler verilecekti diye de düşünüyorum zaman zaman. Evet diyemiyorum. Ve bundan ciddi şekilde müteessir oluyorum…” diyordu. Bugün kendisine demokrat diyenlerin, sağ, muhafazakar siyaseti temsil ettiğini söyleyenlerin hastalığını ta devrinde keşfetmiş bir vizyona sahipti. Bunları muhataplarına söylemekten çekinmemişti.
İHBAR MEKTUPLARI YAZAN 400 BİN KİŞİ
TBMM’de ve Yassıada’da şahit olduğu en ilginç olaylardan biri Cunta Mahkemesine ve Meclis’e ulaşan 400 bini aşkın ihbar mektubuydu. Bu mektupları birinci elden incelemişti. Coğrafyamızdaki insanların vefasızlığını ta o zamanlarda sezmişti. Ama herşeye rağmen tam bir Anadolu aşığıydı. Türkiye’de bugün yaşananların bir iz düşümü 27 Mayıslarda da yaşanmıştı. İhbar mektupları bunun deliliydi. Lokantacı lokantacıyı, esnaf esnafı gammazlıyordu. Siyasetçi rakibini, bir başkası sevmediğini, kardeş kardeşi ihbar ediyordu, o mektuplarda… Demokratlar, Nurcular, şucular, bucular tutuklanıyordu… Lütfü Kırdar’ın cenazesinde dönenlerin ellerindeki kürekler, Yassıada’dan demokratlar kaçırılacak yalanına dönüştürülmüş, Tünelciler Davası açılmıştı devrin mahkemelerinde… İstanbul’dan tünel kazılacak, Ada’dan insanlar kaçırılacak. Akla ziyan bu yalanlarla davalar açılmıştı insanlara karşı. Halkın demokrasiye değil, güce boyun eğişinin, demokrasiye yeterince inanamadığının sahneleri, zulme sessizlikleri, parti devletlerine, cuntalara, sivil ve askeri vesayetlere yatkınlığını teşhiş etmişti o mektupları okurken.
Bozbeyli, 1965-1970 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı yaptı. 1970 yılında Adalet Parti’sinden (AP) ayrılmak zorunda kaldı. Demokratik Parti’yi kurdu. 1973 seçimlerinde tekrar İstanbul’dan milletvekili seçildi. Seçim yenilgisi, halkın ve parlamenterlerin iki yüzlülüğü onu siyasetin alanından uzaklaştıracaktı. 1977’den sonra siyasi hayattan çekildi. Bu kararıyla, Demirel’lere, Erbakanlara, Türkeşlere mesaj veriyordu.
Merhum Başbakan Bülent Ecevit Demokratik Sol kavramını ortaya atmadan önce, Demokratik Sağ adıyla Türk siyasetine çıkış yolunu göstermişti. Sessizliğini, neredeyse 30 yıl sonra İhsan Dağı ile birlikte yaptığımız röportajlarında bozdu. Ondan sonra çıktığı bir çok televizyon programı ve verdiği röportajlarıyla siyaset ve Türkiye yakın tarihinin taşlarının doğru döşenmesi için birikimlerini masaya taşıdı. Ne yazık ki, üç beş siyasetçi, gazeteci ve aydın dışında çoğu kişi onu anlamadı.
Röportajlar ve çözümler bitip yayın aşamasına gelindiğinde Timaş’tan Emine Eroğlu Hanımefendi ile kitabın başlığı tartışmıştık. Kitabın adını koyarken, neden sorusunun cevabı da Bozbeyli’nin yalnızlığında ve bütün yaşadıklarına inat demokrat kalabilmesinde saklıydı. Biricik ve tek olmasıydı sırrı. Yalnız Demokrattı o. Anadolu insanı idi.
İstiklal Şairi Mehmet Akif ile onu bir gayrimüslim tanıştırmıştı, ancak Safahat’i ezberinden okuyacak kadar aşık olmuştu bu geç tanışıklığına rağmen. Samiha Ayverdi’nin Ekrem Ayverdi’nin eserleri, Nurettin Topçu’nun Fransa’dan İstanbul’a taşıdığı bilgeliği, Sabahattin Ali’nin Sırça Köşkü, Kuyucaklı Yusuf’u onun da kendi hikayesini bulduğu yüzlerce eserden bir kaçıydı.
YALNIZ DEMOKRATIN VEDASI
Zaman Gazetesi’nde görev yaptığım dönemde, yayın heyeti ve genç gazetecilerle onu tanıştırırken yaşadığım heyecanı hiç unutmuyorum. Bir çırpıda sıralamıştım onun yaşadıklarını. 27 Mayıs 1960‘ta, daha 33 yaşında Yassıada‘da Adnan Menderes ve arkadaşlarını savunan 70 avukattan biriydi. 1961‘den 77‘ye kadar grup başkan vekili, meclis başkanı, parti genel başkanı sıfatlarıyla Meclis’te görev yaptı, darbelerin, muhtıraların, askerin siyasete müdahalesinin orta yerinde kalmış bir sağ siyasetçiydi. Serbest Pazar, Demokratik Sağ kavramlarını Türkiye‘ye taşıyan isimdi o. 27 Mayıs‘tan sonra korkuyla büyümüş bir siyasetin tanığı oldu. Demokrasi tarihine değişim talebiyle imza atmak istemişti, hem milletvekili arkadaşları hem seçmenleri onu yalnız bıraktı ne yazık ki. İhsan Dağı hocanın tabiriyle onu yalnız bırakanlara tokadını atmıştı ‘Yalnız Demokrat’ kalarak. Demokratik Parti ile veda etti. Bir daha siyaset yapmadı.
Yazının başında, Bozbeyli’yi dinlerken bir Anadolu gencinin hayat serencamının heyacanına tanıklık ettiğimi ifade etmeye çalışmıştım. Babamın vefatı da Bozbeyli’nin aramızdan ayrılışı da yüreğimi yakan, bugün benim için çok uzaklarda kalmış Anadolu’ya çekti götürdü tekrar. Bozbeyli ‘Anamın mavi gözlerini hiç unutamadım’ demişti çocuk yaşta kaybettiği annesi için. Babamın kaderindeki yalnızlığa benzetmiştim bunu. Babam da hastalığa yakalandığının ilk yılında alıp beni yüzünü hiç görmediğimiz, resimlerine tanık olmadığımız; sadece hikayelerini dinlediğimiz anası Ayşe Nine’nin mezarına götürmüştü… Yazısız, kuzey yosunlarının kapladığı bir dağ mermeri vardı annesinin mezar taşı olarak. Şimdi, iki sevdiğim insan da bizi bıraktı belki, ama analarına ve sevdiklerine kavuştu…
İnna lillah ve inna ileyhi raciun… Allah gani gani rahmet eylesin…
*Bu dünya buluşma yeri değil. Gurbet içinde gurbet işte. Babamın ve Ferruh Bozbeyli’nin ardından birer Fatiha okursanız minnettar olurum.