M. Fethullah Gülen Hocaefendi “Ka’be” yazısının son bölümünde şöyle diyor: “Ka’be çevresinde, her vazife ve mükellefiyetin kendine göre bir büyüsü vardır.
Ve imanlı sinelerin, büyünün tesirinde kalmamaları düşünülemez. Her lâhza onun çevresinde dönen, zaman zaman büyüyen ve büyüdükçe bir sel halini alıp o mübarek mekânın her yanını dolduran tavaftaki ruhlar; o çağlayan içinde duydukları heyecan ve cezbe ile kendilerini bütün bütün unutur, ledünnî ve rûhânî bir başka âleme uyanırlar. Orada her söz, her dua ve her yakarışta kendi aşk ve iştiyaklarının dile getirildiğini hisseder, kalblerdeki en mahrem duyguların, duyulmadık en mahrem kelimelerle seslendirildiğine şahid olur ve bütün ömür boyu, buradaki ses, ışık ve musikiyle bütünleşen hislerle, en erişilmez hazları, en ölümsüz hatıralar içinde elde etmiş olurlar.”
Merhum Hayati Kalaycı Ağabeyimiz bir Hac dönüşü anlatmıştı: “Medine-i Münevvere’de Mescid-i Nebevî’deyken ömrümde hiç duymadığım çok hoş ve bayıltıcı bir râyiha hissettim… O zevk ve o ruhanî lezzet ve haz anlatılamaz!.. Sonra Mekke’ye geldik, Ka’be’de tavaf esnasında o durum aklıma geldi. Kendi kendime “O bir defa denk geldi, öyle bir hissedip geçtin. Sen gerçekten adam gibi bir adam bir mümin ve Müslüman olsaydın, onu burada da hissederdin.’ dedim. Hüzünle ve hasretle tavafa devam ettim… Kendimi çok garip hissediyordum. Birden bire o râyiha bütün benliğimi sarıverdi… Her hücrem, her zerrem bu haz ve zevkle ihtizaz haline geçmişti!.. Halime ve bu mazhariyete ne kadar şükrettim ve hamdü senâlarda bulundum!..”
Kimbilir Hocaefendi kendisi ve daha niceleri oralarda neler hissetti ve o duygularla “Felek mest, melek mest, yıldızlar mest, semâvât mest, güneş mest, ay mest, zemin mest, unsurlar mest, nebat mest, şecer mest, beşer mest, serâser hayat mest mevcudatın bütün zerreleri beraber mestlik içinde mest!..” dediler!…
Cenab-ı Hak, oralarda bu duygularla sermestlik içinde böyle güzelliklere mazhar olmayı hepimize nasip etsin…
Üstad Hazretlerinin dediği gibi: Namazı vaktin evvelinde kılmak, kılarken Ka’beyi hayalen nazara almak müsehabtır. Böylece birbirine giren daireler gibi Ka’be’nin etrafında meydana gelen saflar göz önüne gelmekle yakın saflar Ka’be’yi kuşattıkları gibi, en uzak safların da Âlem-i İslâmı kuşatmış olduğu da hayal ile görülsün. Her bir mümin o saflara girmekle o muazzam cemaate dahil olsun ki, o cemaatin icmâ ve tevâtürü onun namazda söylediği her davaya ve her bir sözüne kati bir delil olsun. Meselâ, namaz kılan kimse ‘Elhamdülillah’ dediği zaman, sanki o muazzam cemaati teşkil eden bütün müzminler ‘Evet doğru söyledin’ diye onun o sözünü tasdik ediyorlar. Ve bu tasdikleri hücum eden evham ve vesveselere karşı, mânevi bir kalkan vazifesini görür. Ve aynı zamanda bütün duyguları, hasseleri, lâtifeleri o namazdan zevk ve hisselerini alırlar.
Yeryüzü MESCİDİ çeşit çeşit ve muntazam hareketleriyle süsleyen o muazzam cemaatin, satırları andıran saflarının o güzel manzarası, İlahî bir fotoğrafla filme alınmaktadır.
Bir gül düşünelim. Yaprak yaprak ortasında simsiyah püskülcükler… Gonca halinde açılmış, ondan da tekrar gonca haline yapraklar açılıp kapanarak geçmekteler. Hep taze ve taptaze, kalan bu gül gibi şehir ve köylerin anası yani yerin göbeği olan Mekke’nin ortasında siyah peçeli Ka’be… İç içe daireler halinde dünyanın her tarafından saflar dizilmiş… Her an dünya üzerinde beş vakit eksik olmuyor… Bütün Müslümanlar içe doğru eğilen gül yaprakları gibi Ka’be’ye doğru yönelerek namazın o narin ve zarif hareketleri ile eğilip bükülüyorlar. Tasavvuru hatta tahayyülü bile doyumsuz bir haz veriyor.