Şehir Hatları İşletmesi’nde 19 yıl çalıştıktan sonra ‘sorgu odası’na alınarak işine son verildi Sezgin Yurdakul’un. O da eşi ve üç sevimli çocuğu ile birlikte hakkını aramak için parklara, sokaklara çıktı. Sesini Fransız TF1 ve ünlü Financial Times dahil dünya duydu: Darbeci değil, gemiciyim!
SELAHATTİN SEVİ-KRONOS
Sezgin Yurdakul, 19 yılın sonunda işine son verildiğinde kazanılmış bütün haklarını da kaybetti. Tazminatını vermedikleri gibi işsizlik maaşı almasına bile izin vermediler. Çünkü o, sayıları yüzbinleri geçen KHK’lılardan biriydi.1998 yılında önce yazılı, ardından da sözlü sınavları kazanarak işbaşı yaptığı Şehir Hatları İşletmesi tarafından iş akti tek taraflı olarak fesh edildikten sonra çalmadığı kapı kalmadı Yurdakul’un. Üç çocuğunun ve eşinin nafakası onun omuzları üzerineydi. Olmadı, bütün kapılar yüzüne kapandı.Bir gün sosyal medyada mimar Alev Şahin’i görmüştü. Düzce gibi muhafazakâr bir yerde 17 gündür eylem yapıyor, “İşimi İstiyorum” diyordu. “Ben de yapabilirim” diye düşündü. Kırtasiyeden üç dört karton ve bir kalem alıp eve geldi. Kartonların üzerine, “Darbeci değil gemiciyim”, “Babam suçlu değil”, “İşimi geri istiyorum” yazıp ertesi gün İstanbul Büyükşehir Belediyesi önüne gitti ailece. Eylem yapacağı yerde bir tane park vardı ve çocuklar orada oynarken o kendi çocuklarıyla eylem yapmaya hazırlanıyordu. Bir süre o da küçük çocuklarını parkta salladı. “Cesaretini bir türlü toplayamıyordu”. Tam dönecekti ki eşi, “Ben Maltepe’den Fatih’e iki saatlik yolu çocuk sallamaya gelmedim. Parka gidecek olsam evimin yanında vardı, haydi al eline kâğıdı.” dedi. Ve aldılar…
Eşi Zeynep Yurdakul (38) ve çocukları Şevval (16), Işık (8) ve Burçak (3,5) ile sokakta hak arama mücadelesi başlamıştı… Devamını Sezgin Yurdakul anlatıyor:“Bana bir cesaret geldi. İBB binasının tam karşısına dikildik. Elimizde kartonlar ile yoldan gelen geçen bakıyor, kimi durup kağıtlarda yazılanları okuyordu. Yaklaşık yarım saat sonra belediye binasında bir hareketlilik oldu. Güvenlik personeli telsizle birbirini arıyordu. İki üç kişiye bile olsa sesimizi duyurmuştuk.”
Sonrasında o cılız sesleri Fransız TF1 ve ünlü Financial Times dahil dünya duydu. Türkiye’deki gazete ve televizyonlar ise görmezden geldi. Yine de onlar aile boyu sokaklarda hukuk ve adalet arıyor. Ödülü ise bazen hamburgercide Çocuk Menüsü…
İlk eyleminize müdahaleyi belediyenin güvenlik görevlileri mi yaptı?
Evet, aradan 10 dakika geçtikten sonra üç dört takım elbiseli belediye görevlisi yanımıza geldi, ne olduğunu sordu, anlattık. Kimi üzüldü kimi geçmiş olsun dedi. Bazıları ise suçun yoksa dönersin diye teselli bile etti. Olumsuz bir tepki ile karşılaşmadık ilk günümüzde. Yarım saat sonra görevliler tekrar yanımıza geldi ve “durumunuzu ilgili yerlere ilettik, gereği yapılacak, eylemi sonlandırın” dedi. Biz de, “Ya bu kadar kolay mıymış işe geri dönmem.” diye sevinip evin yolunu tuttuk. Yaklaşık on gün sonra yine belediye önüne gittik, yine aynı görevliler geldi. Durumu bir kez daha anlattık. Fakat aradan yarım saat geçmemişti ki bir minibüs yaklaştı. On tane sivil polis eylemi sonlandırmamız gerektiğini, hakkımızda şikâyet olduğunu, çevreye rahatsızlık verdiğimizi söyledi. Biz de kimseye rahatsızlık vermediğimizi, kaldırımda sessizce durduğumuzu ve bunun bizim anayasal hakkımız olduğunu söyledik. İşin rengi değişmişti. Bize gözaltı işlemi yapmaya kalktılar. Ailece direndik. Yaşanan arbedede çocuklar da korktu ve ağlamaya başladı. Bunun üzerine polis amirine, “Siz gözaltı işlemi yapmayın biz de eylemi bitirelim” dedim. Öyle de oldu. Fakat çocuklar eve gelene kadar ağladı.
O günden sonra eylemlerinizi sonlandırdınız mı?
Vazgeçmenin çözüm olmadığını biliyorduk, ısrarla eyleme iki ay devam ettik. Ben tek gitmek istiyordum ama eşim kabul etmiyordu. Çocukları bırakacak yerimiz de yoktu. Ya hiç eylem yapmayacaktık ya da hep birlikte gidecektik. Hep birlikte eylem yaptığımız süre zarfında herhangi bir olumsuzluk yaşamadık ondan sonra.
Türkiye ve dünya sizi eşinizle ve sevimli çocuklarınızla hak ararken tanıdı. Biraz kendinizi ve ailenizi tanıtır mısınız?
1978 yılında Kastamonu’da doğdum. Dört kardeşiz… Babam uzun yıllar Libya ve Suudi Arabistan’da inşaat işçisi olarak çalıştı. 1983’te ailece İstanbul Beykoz’a taşındık. İlk, orta ve liseyi burada okudum. Lise eğitimini Türkiye’nin ilk denizcilik lisesi olan Beykoz’un en güzel okulu Barbaros Hayrettin Paşa Lisesi’nde bitirdim. 1995 yılında mezun olduktan sonra yurt dışında gemilerde çalıştım. 18-19 yaşlarında Yunanistan, İtalya, Fransa, İspanya, Tunus, İsrail, Portekiz ve Bulgaristan’ı gördüm gemici olarak. 1997 yılı sonunda ise o zamanlar bir kamu iktisadi teşekkülü olan Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nin Şehir Hatlarına önce yazılı sonra da sözlü sınavı geçerek girdim. 6 Ocak 1998’de işe girmeye hak kazanmıştım. Tam da o zamanlarda askerliğim gündeme geldi, askerlik hizmetimi yaptım. Lise eğitimim ve mesleğim denizci olduğu için askerliğimi de Gölcük Donanma Komutanlığı’nda önce Ulubat ardından da Kemal Reis Fırkateyni’nde serdümen olarak 18 ay yaptım. Askerden gelince bir dilekçe ile tekrar işime başvurdum ve çalışmaya devam ettim. 2002 yılının eylül ayında evlendim ve büyük kızımız bir yıl sonra dünyaya geldi. 2011’de ve 2016’da ise diğer çocuklarımız doğdu.
Sıradan bir hayatınız vardı ve gündelik hayat koşuşturmaları ile yaşamaya devam ediyordunuz…
Evet, askerden geldikten sonra Açık Öğretim Fakültesi İşletme bölümüne kayıt oldum. 2002-2007 arası okuyup mezun oldum. Büyük kızım başarılı bir çocuktu. Benim de yardımımla dört buçuk yaşında okuma yazma öğrendi. Okul hayatı boyunca da hep başarılı oldu. İki yıl Beykoz’da benim okuduğum ilkokula gittikten sonra 2011’de Maltepe’ye taşındık. 2013 mayısında dördüncü sınıfı giderken evimize 500 metre mesafedeki bir özel okulun bursluluk sınavlarına girdi. Bin 100 öğrenci arasında dördüncü oldu, yüzde 75 burs kazandı. Çok kısa sürede İngilizceyi de öğrendi. Hatta UNESCO’nun kompozisyon yarışmasına katıldı ve sertifika bile aldı. Öte yandan okullar arası ‘spelling bee’ denen yarışmada üçüncülüğü ve son yıl birinciliği var. Nitekim 2017’de Anadolu Lisesi’ni kazandı. Ortanca kızım 2011 doğumlu, 2016 yılında ana sınıfına başlaması gerekiyordu. İşten çıkarıldığımız için ekonomik gerekçelerle onu okula gönderemedim. Kızımın eğitimi bir yıl geç başladı. Şu anda üçüncü sınıfa geçti. En küçük kızım ise Nisan 2016 doğumlu. O da bizimle birlikte eylemlere katıldı.
Şehir Hatları İşletmesi’nde hangi görevlerde bulunmuştunuz? Hangi gerekçelerle ihraç edildiniz?
Denizcilik baba mesleği sayılır. Babam uzun yıllar yurtdışı inşaat şirketlerinde çalıştıktan sonra 1990 yılında gemilerde iş bulmuştu. Ben de 1992 yılında denizcilik lisesine girdim. 1995’ten itibaren de bilfiil çalışmaktayım. Yani 41 yıllık hayatımın 27 yılı bu mesleğin içinde geçti. Şehir Hatlarına girdikten sonra 19 yıl boyunca kurumun tüm gemilerinde ve hatlarında görev aldım. İstanbul, Çanakkale, Eskihisar-Topçular gibi hatlarda çalıştığım süre boyunca en küçük bir şikâyet gelmedi. 15 Temmuz 2016’dan sonra ise tüm ülkede olduğu gibi şehir hatlarında da bir cadı avı başladı. Kurum müdürleri tüm enerjisini 15 Temmuz’a kadar yasal olarak faaliyet gösteren kurumlarda kimler iltisaklı diye araştırmaya başladı. 16 Ağustos tarihinde kuruma çağrıldım. İnsan kaynaklarındaki görevli benim ikinci kattaki bir odaya gitmemi söyledi. Gittim, kapıyı çaldım. İçeride 3 tane müdür oturuyordu. Kara Operasyon Müdürü, İnsan Kaynaklar Müdürü ve ismini bilmediğim yeni işe başlamış bir kişi daha… Üçü yan yana hâkim-savcı, ben de karşılarındaki sandalyede ‘sanık’ olarak oturuyordum adeta.
Yani Şehir Hatları İşletmesinin bir katında ‘paralel mahkeme’ ya da ‘Sorgu Odası’ mı kuruldu? Neler sordular size?
İsmimi, işe ne zaman girdiğimi, hangi okullarda okuduğumu, dershaneye gidip gitmediği sordular. Daha sonra önlerinde önceden hazırlanmış notlara bakarak “kızımı neden o okulda okuttuğumu” sordular. Ben milat olarak kabul edilen 17-25 Aralık öncesi ve başarı bursuyla okula yolladığımı söyledim. Ardından, 17-25 aralık sonrası neden almadığını sordular. Okulun iyi bir eğitim verdiğini, evime yakın olduğunu ve cüzi miktar para verdiğimi belirttim. Ayrıca 4 yıllık bursu olduğu için değerlendirmek istediğimi, zaten okulun da kapısında Millî Eğitim Bakanlığı tabelası olduğunu hatırlattım. Bankasya’da banka hesabımın neden olduğunu sordular. Ben de hayatım boyunca faiz veren bir bankayla hiç çalışmadığımı, sadece Bankasya değil diğer katılım bankalarında da 1998’den bu yana hesabım olduğunu milat olarak kabul edilen 17-25 Aralık öncesi ve sonrası da Bankasya harici katılım bankalarında hesabım olduğunu belirttim. (Daha sonra diğer bankalardaki hesaplarının dökümlerini de kendilerine verdim üstelik. 2001 krizinde batan İhlas Finans’da benim de bir miktar param batmasına rağmen sonraki süreçte yine de faizsiz bankalarla çalıştım.) Gazete aboneliğimin olup olmadığını, benim ve eşimin sohbetlere gidip gitmediği, çocuklarımın ismi yaşına kadar her şey soruldu. Bununla da yetinmediler, sosyal medya hesaplarının şifresini isteyerek özel yazışmaları okumak istediklerini söylediler. Bunu isterken de kendi isteğimle veriyorum diye kâğıt imzalatmaya çalıştılar. Ben de bunun yasal olmadığını söyleyip reddettim ve bana, “Tamam çıkabilirsin” dediler.
19 yıl çalıştığınız kurumun bir gün yargısız infaz mekanına dönüşeceği aklınıza gelmiş miydi? Sorgu sonrasında psikolojik durumunuz nasıldı?
Sorgudan sonra dört ay daha çalıştım ama o dönemdeki yaşadığım psikolojik travmayı tarif edemem. Ülkede her gün binlerce kişi işten çıkarılıyor. Tam bir kaotik dönem içindeydik. Kurum müdürlerinin araştırma bile yapmasına gerek olmayan, 19 yıldır beraber çalıştığınız, sizi sizden iyi tanıyan ‘arkadaşlarınız’ bizzat sizi ihbar ediyordu: falan kişinin çocuğu okuyor, filan kişi gazeteye abone diye. Sizin soruşturma geçirdiğinizi bilenler sizinle aniden diyaloğu kesiyor, selam bile vermiyor, Facebook’tan bile bir bir takipten çıkıyor, telefonunuza cevap vermiyor, adete yargılanıp suçunuz sabit olmuş infazınızı bekliyorsunuz. Ya da veba, çiçek gibi bulaşıcı bir hastalık taşıyorsunuz, sizden hastalık kapmamak için uzak duruyorlardı. O dört aylık süreç hayatımın en kötü dönemiydi. 40 yılda yaşamadığım acı ve üzüntüyü 4 ayda yaşadım. Telefonum her çaldığında nabzım yükseliyordu. Arayan numara bilmediğim ve hele bir de sabit hat ise açmaya korkuyordum. Sabah erken saatte telefon çaldığında büyük bir korku ve kalp çarpıntısı ile uyanırdım. Ben yine eşimle kıyasladığımda bu süreci çok hafif atlattım. Eşim ki doğru dürüst hasta bile olmayan biri bu süreçte psikolojik tedavi gördü. Antidepresan ilaçlar kullandı. Devamlı ağlıyordu. Kendimiz için değil, “Üç evladımız ne olacak” diye üzüntüden sütü kesildi o dönem. 5-6 aylık olan en küçük kızımızı emzirmedi. Bebek de mama kabul etmedi. Aç, huysuz ve uykusuz aylar geçirdi en küçük kızım. En büyük kızım da yeni okulunda sorunlar yaşadı. Arkadaşları hangi okuldan geldiğini sorunca o da söylemiş, bunun üzerine siz darbecisiniz, teröristsiniz, vatan hainisiniz diye hakaretler etmişler. Günlerce okula gitmek istemedi. Derslerine ve sınavlarına çalışamadı. Odasından bile çıkmıyordu ve bunlar onun daha ilk okuldan beri heyecanla hazırlandığı büyük hayaller kurduğu liseye giriş sınavının hemen öncesinde oluyordu. Eğer bu travmayı yaşamasa belki çok daha iyi bir derece yapabilirdi. Ortanca kızım o yıl ana sınıfına başlayacaktı hatta yazın ona çanta, boya kalemleri renkli kâğıt ve resim defterleri almıştık. Büyük bir heyecan içindeydi evin içinde çantasıyla dolaşıyor, dışarıda kimi görse ben okula gideceğim diyordu. 15 Temmuz sonrası süreçte ne olacağını bilemediğimiz için onu anasınıfına gönderemedik. Okullar açıldı, ablası okula gidip gelmeye başlayınca, “baba ben ne zaman gideceğim” diye sormaya başladı. Ben de bugün yarın derken en sonunda kızım sen daha okuma yazma bilmiyorsun, öğrenince gideceksin dedim o da okuma yazmanın okulda değil evde öğrenileceğini zannetti, ondan sonra da hiç sormadı. Ne zaman okula gideceğini bilmiyorum, belki de anladı olanları.
Bu korkulu bekleyiş ne zaman bitti, işinize ne zaman son verildi?
Böyle bir dört aydan sonra 22 Aralık 2016 tarihinde kurumdan aradılar. Ertesi gün gemiye gitmememi, genel müdürlüğe gelmemi söylediler. Gittim önüne bir kâğıt koydular ‘suçlarım’ yazıyordu. “İster imzala ister imzalama, personel kartını bırak ve çık! İş akdin fesh!” dediler. Çıktım, gururla ve onurla. Tek bir suç işlemeden, tek bir ceza almadan 19 yıl çalışmamın karşılığı layık görülen muamele buydu.
Eşiniz ve çocuklarınız nasıl karşıladılar işten atılmanızı?
Zaten ben ve eşim bir gün öncesinden anlamıştık ama çocuklara söylemedik. Eve geldim saatlerce balkonda oturdum soğuk kasvetli ve yağmurlu bir kış gününde. Hiç konuşmuyorduk, sadece bundan sonra ne olacağının bilinmediği daha soğuk ve karanlık günleri endişesi vardı. İkimizde birbirimizin yüzüme bakmıyorduk. Ben içime o dışına akıtıyordu göz yaşlarını. Kızım okuldan geldi beni evde görünce şaşırdı ben de ona izne çıktığımı söyledim. Günlerce benim izinde olduğumu zannetti ama hiçbir zaman da “baba iznin ne zaman bitiyor” diye de sormadı. Çünkü o da anlamıştı aslında işten çıkarıldığımı. Sessizce o da kabul etti olanları. Belki o da yaşadı içinde bunun acısını ama asla belli etmedi.
Fakat siz durmadınız, susmadınız. Sonuna kadar ailece hakkınızı sokakta haykırdınız…
Aradan geçen iki buçuk yılda KHK mağdurları biraz daha görünür olmaya, sesini çıkarmaya başladı. Her ilde sosyal medya üzerinden organize olup mağduriyetlerini dile getirmeye başlayınca ben de yeniden mücadeleyi başlatmaya ve Şehir Hatları genel müdürlük önünde bir basın açıklaması yapmaya karar verdim. Sosyal medya üzerinden duyuru yaptım ve her ne kadar yeterli olmasa da 20 kişilik bir KHK’lı grubuyla Şehir Hatları genel müdürlük binası önünde basın açıklamamızı yaptık. Herhangi bir olumsuzluk yaşamadık. Hatta kimse bile gelmedi emniyetten. Vatandaş da fazla ilgili değildi.
Eylemi ailece yapmanızın pozitif etkisi oldu mu?
Eylemi ailemle yapmamın pozitif etkisi var, insanlar bu şekilde sizinle daha iyi empati kurabiliyor, size bakıp “Ya bunlarda terörist olacak tip de yok” diyor. Ayrıca çocuklar bu yaşta bir eylem, mücadele kültürünün içinde olunca gelecekte kendilerine yapılacak haksızlığa karşı daha dik ve kararlı durabilir, hakkını arayabilir. “Ben hak mücadelesini çocukken yaptım şimdi haydi haydi yaparım!” diyebilir. Bu hak mücadelesi illa sokağa çıkmak şeklinde olmak zorunda değil. Üstelik kız çocuğunun dezavantajlı olduğu bir coğrafyada ve toplumda yaşıyorlar. Bu toplumda hak aramak çok daha zor sonuçta. Türkiye’de yaşıyoruz Norveç’te değil.
Siz bir anlamda şanslı sayılırsınız, çünkü sesiniz sadece Türkiye’de değil, dünyada da duyuldu…
Büyük haksızlıklar olmuştu. Düşünebiliyor musunuz, işten çıkarılma sürecinde tam bir torpil ve kayırmacılık ortaya çıkardı. Üst mevkilerde tanıdık bakan vekil belediye çalışanı olanlar kendini kurtardı, bizim gibi Allah’tan başka kimsesi olmayan garibanlar da köteğin altına yattı. İşten atılma gerekçelerimden biri de “referansım” olmaması. Yani devlette hatırlı bir tanıdığımın olmaması. Utanç verici… Eylem yaptığım ilk dönem bunu Türkiye’de haber yapacak tek bir basın kuruluşu yoktu. Hepsi havuz medyası idi. Şimdi olduğu gibi sesimizi sosyal medya üzerinden duyurmaya çalıştık bütün KHK mağdurları gibi. O süreçte Fransız TF1 ve ünlü Financial Times bile bizi gördü, kendi ülkemizdeki gazete ve televizyonlar görmedi. Birkaç internet sitesi ilgilendi, o kadar.