AKP iktidarının baskıları sebebiyle Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan gazeteci Arzu Yıldız, 7 aylıkken bıraktığı bebeğine 3 yıl sonra kavuştu. Kanada’da yaşayan Yıldız, Facebook sayfasında geçen hafta gerçekleşen kızıyla buluşmasına dair bir yazı paylaştı.
“Onu bıraktığım gibi emziği ile aldım.” diyen Yıldız, kızının ilk gece yarısını uyandığında “Dedemi istiyorum” diyerek kendisini tekmelediğini aktardı. O tekme ile kızını daha çok sevdiğini belirten Yıldız, “Nasıl bir vicdansızlık bataklığından çıktığının farkında değildi. Kaç bebek böyle tanıştı anne-babası ile bilmiyorum. Kaç bebeği annesi ile tanışmak zorunda bıraktı insanlar?” diye sordu.
İşte Arzu Yıldız’ın kızıyla buluşmasını anlattığı duygusal satırlar:
“Hafızasını kaybeden bir insanın geçmişini tekrar hatırlaması için onda derin izler bırakan bir şarkı, ses, yüz vs bir şeyler gösterirler filmlerde.Ben Türkiye’den ayrıldığımdan beri orada geçen geçmişime dair hiç bir şey hatırlamıyordum. Aklımda sadece o ülkeyi gözyaşları ile terk ettiğim gün kalmıştı. Türkiye’de sadece bir gün demekti benim için. Fazlası değil. Bir de bebek emziği.
Bir anne kundaktaki bir bebeği nasıl bırakabilir? Bu yüzden dönüp arkama bakmadan, sarılmadan gitmek istemiştim. Tam kapıdan çıkarken dayanamayıp baktım. Halıda sürünen ve ağzında emzik olan kızıma. Vicdanlı olmanın bedelini ödüyordum kendi çocuğumu vicdansızca bırakmak zorunda kalarak.
O anda hakkında haberler yaptığım insanlar geldi aklıma onlar da öyle mi terk ettiler evlerini diye düşündüm.O halıda sürünen emzikli bebek görüntüsü hiç silinmedi hafızamdan.Kanada’ya geldiğimde Türkiye’ye dair bir şey kalmadı hiç aklıma. Kalması da mümkün değildi. Aklıma gelmesi gereken herkes, her şey bir bir gittiler zaten. Bir rüzgarda yüreksiz ve vicdansızca savrularak. Benim iyi hayallerimin/düşüncelerimin kötü birer kabuslarıymış meğer onlar.
Burada üç sene boyunca 7 aylıkken bıraktığım kızımı bir daha görüp görmeyeceğimi düşündüm. Yaşama her şekilde tutunmalı insan güçsüz ve hasta bir anne bırakmak istemedim hikayelerinde. Bir köprü üzerinde yürürken gördüğüm bir bebek emziği gelip sarsana kadar. O köprüde saatlerce o emziği elimde tutarak ağladım. Aşağıya atlaması da kolaydı. Korkmuyor insan kaybedecek bir şeyi kalmayınca. Ama bir korkak gibi gitmek istemiyorum bu dünyadan. Pes etmiş bir annenin neyi örnek olabilir ki geride kalana.
O emzik benim hayatımın en önemli figürü oldu. Emzik unuttuğum her şeyi geri getiren bir hatırlatma makinesi sanki.Geçen hafta üç yıl aradan sonra kızımla kavuştum. Onu bıraktığım gibi emziği ile aldım.
Ağlamak ürkütmek istemedim karşılarken. İnsanın kendi çocuğu ile tanışması ne demek bilir misiniz?
Havalimanından çıkışını beklerken, “hangisi benim ki acaba” diye bakındım gelen küçük çocuklara. Sonradan onu fark ettim, bir kadının bavulun arkasına saklanmış beni daha önce görmüş, ve koca gözlerini üzerime dikmiş bir vaziyette bakıyordu. O bakışı anlatacak hiç bir ifade bulamıyorum. Anlatılamayacak bir bakıştı. O küçük bedene göre çok derin ve büyük anlamları olan bir bakıştı. “O bakındığın çocuk benim, annem sen misin” der gibi bakıyordu. Benim onu gördüğümü fark ettiği anda yolculardan birinin bavulunun arkasına iyice gizlendi. Ama kenardan hala beni izliyordu. Ömrümün sonuna kadar unutamayacağım bir bakıştı. Kucağıma aldığımda donup kaldı, tepkisizdi. Utanıyordu. Biraz yürüdükten sonra elbisesini beğenip, beğenmediğimi sordu.
Arabada eve gelene kadar aynadan beni izledi ben de onu. İkimizde birbirimize bakıyorduk. Ezberleyelim yüzlerimizi der gibi. Hayat denilen şey, sabahına seni bir başkası olarak uyandırabiliyordu. Bunu o küçük bebek bile öğrenmişti.
Eve geldiğimizde biraz sohbet etmeye çalıştım gece yarısıydı zaten uyudu. İlk kez yanına yattım.
Gece göğsümün üzerine bir tekme yiyerek uyandım. “Burası bizim evimiz değil, çekil dedemi istiyorum” diye bir feryatla uyandı. Yastığını alıp, “senle yatmak istemiyorum” diyerek gitti.
Çok üzülmüyor insan o tekmeye vefadan dolayı atılmışsa eğer. Emek vereni bir gecede unutacak bir bebek, ileride o tekmeyi göğsüne değil, insanın kıçına da basardı. Daha çok sevdim onu.
Bugün tam 10 gün oldu. Ama ben onu ilk gördüğüm günden beri dayak yemiş gibiyim. Dizlerimin üzerinde duramıyorum. Her yanım ağrıyor. Halsiz ve yorgunum. Kavuşmanın beklemenin yorgunluğu bu galiba. Kendini tutmanın, ya da insanlar hala ayrı iken çocuklarından bu mutluluğu kaldıramamanın ağırlığını taşıyamıyor dizlerim. Bunu yapanların vicdanları nasıl taşıyor anlamıyorum.
Yeni bir ev, yeni bir anne, bir ülke, yeni dil, yeni yatak. Her şeyi ile dünyası yenilenen bu küçücük kız;
Nasıl bir vicdansızlık bataklığından çıktığının farkında değildi. Kaç bebek böyle tanıştı anne-babası ile bilmiyorum. Kaç bebeği annesi ile tanışmak zorunda bıraktı insanlar?
Kaç anne göğsünde tekmelerle uyandı. Tekmelerini değil de, başını koyacak o göğüse biliyorum.
O vefa tekmelerine üzülmüyorum…
Evindeyken, evini arama hallerine de…
O tekmeler bir tükürük bu vicdansızlık gemisinin yolcularına…
O gemi o bebeklerin tükrükleri ile batacak.
Kimsenin gemisine binmesin, kendi kendine ilerlesin uçsuz bucaksız hayat sularında diye
Bizim ilişkimiz yüzme dersi ile başlayacak…”