Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR-tr724.com
Erdoğan’ın adım adım kurduğu tek adam iktidarı epeydir güç kaybediyor, toplum desteğini yitiriyor. Bizim toplum yeterli demokrasi, hukuk bilinci olmadığı için otoriterleşme sürecini: “bana dokunmuyor”, “işimden, konumumdan olmayayım”, “istikrar bozulmasın” diye görmezden geldi.
Erdoğan da suskunluk sarmalının verdiği imkanları iyi değerlendirdi; “istikrar”, “güçlü lider” “güçlü devlet” gibi altı boş, hamasi vaatlerle tek adam rejimini tekmil kurdu.Bu arada toplumun muhalefeti kifayetsiz görmesi, muhafazakar-sağ seçmenin alternatif bulamaması nedeniyle Erdoğan’ın otoriterleşme sürecine biraz da kerhen destek verdiğini unutmayalım. Erdoğan otoriter eğilimli, çok fazla bagajı olan, kendisini hiç bir ilke, etik değerle bağlı görmeyen bir oportunist ve pragmatist; bu doğru. Ama Türk siyaseti, mevcut siyasi aktörler de otoriterleşmeye gerekli tepkiyi veremedi, çözüm üretemedi; belki de öyle niyetleri hiç olmadı. Aksine neredeyse tüm siyasi partiler Erdoğan’ın diktatörleşmesine en önemli araç haline gelen 15 Temmuz söylemlerine destek verdi. Baykal gibi, Bahçeli gibi siyasi figürler ve toplum içine gömülü bazı beyaz yakalı etki elemanları Erdoğan her dara girdiğinde kurtardı, toplumsal sorgulamaları engelledi.
Erdoğan aslında ciddi bir aşınma sürecine girmişti, bütün politikaları sorgulanıyor, başarısızlıklar alt alta sıralanıyordu. 17/25 sonrası Ulusalcı-Ergenekoncu kesimle ittifakı ona taze kan oldu. Yargıda, sivil, askeri bürokraside etkin olan, ülkenin derin kodlarıyla uyumlu yapılar Erdoğan’a hayat öpücüğü verdi. Erdoğan-Ergenekon zoraki koalisyonunun planladığı anlaşılan 15 Temmuz ise Erdoğan’a hem yeni bir ömür, hem de devletin bütün unsurlarına anayasa-yasa dinlemeden hükmetme imkanı sağladı.
Fakat ülke o kadar kötü yönetiliyor, kaynaklar öyle pervasız soyuluyor ki 15 Temmuz’un açtığı krediler de tükendi. Ekonomi çöktü, işsizlik fırladı. Herşeyi satmalarına rağmen açıkları kapatamıyorlar. Ekonomik kriz, enflasyon herkesin cebine dokunuyor. Canı yanan yavaş yavaş ötekine yapılan zulmü, adaletsizliği de görüyor. Dün “itibar!” sayılan devletlüların harcamaları göze batmaya başladı. İnsanlar epeydir homurdanıyordu; yerel seçimler var olan problemleri görünür kıldı, dillendirilmesine kapı araladı. Erdoğan’ın İstanbul seçimlerini vicdanları kanatarak, kanırtarak yeniletmesi ve seçimi yine kaybetmesi ciddi bir kırılmaya neden oldu. Toplum yavaş yavaş suskunluk sarmalından çıkıyordu. Anayasa Mahkemesi bile Erdoğan’ın hoşuna gitmeyecek kararlar almaya, bazı hakimler kararlarıyla konuşmaya, medya bazı doğruları yazmaya, AKP içinden muhalif eleştiriler yükselmeye başlamıştı. Davutoğlu ve Babacan gibi “temkinli” siyasetçiler bile kafalarını çıkardı. 15 Temmuz sonrası kurulan korku düzenini hızla dağılıyor, insanların cesareti artıyordu.
Giderek artan çok seslilik, AKP içinden ve dışından yükselen eleştiriler, bürokratların, yargıçların zaman zaman yasalara uygun ama Erdoğan’ın hazzetmeyeceği kararlar alması Reis’i rahatsız etmiş, endişelendirmiş olmalı. Zira tek adam rejimleri korkuyla, baskıyla ayakta kalabilir. Korku duvarı yıkıldığında, sorgulamalar arttığında otoriter rejimler ayakta kalamaz. Herkesin kutsadığı, tapındığı liderlerin büyüsü bozulur.
Şahsen ben “Cemaati bitirme” misyonunu tamamladığından dolayı, Türk siyasetinde alışık olduğumuz üzere, yerel seçimlerden sonra bir geçiş süreci yaşanacağını ve ülkenin tedricen normalleşeceğini umuyordum. Zira Türkiye bulunduğu konum ve angajmanları nedeniyle kalıcı bir diktatörlük kurulması ve tamamen çökmesi istenmeyecek bir ülkedir. Her askeri darbe sonrası yaşanan geçiş süreçlerine benzer bir zaman dilimi, sivil darbe olan 15 Temmuz’un üzerinden de geçmişti. Ülke üzerinde etkili iç ve dış aktörlerin, artık eski normallere dönmeye tedricen kapı aralayacaklarını düşünüyordum. “Bu kadar kirli bir adam normalleşmeye nasıl razı olur? Hesap vermeye yanaşmaz ki!” denebilir. Pekala daha önceki pek çok vakada olduğu üzere eski defterleri kurcalamamak ve ülkeyi yeniden yarı-demokratik bir düzleme çekmek üzere uzlaşma yapılabilirdi!? Sürecin öyle yürüyeceğini düşünüyordum, bu düşüncemden hala bütünüyle vazgeçmiş değilim. Ancak HDP’li belediyelere kayyım atanması, belediye meclislerinin feshedilmesi, şiddete bulaştığına dair delil olmaksızın pek çok siyasetçinin tutuklanması Erdoğan rejiminin tedrici yumuşama ve demokratikleşme yolunu değil, korkuya ve baskıya dayalı tek adamlığa devam yolunu tercih ettiğini gösteriyor.
Peki bundan sonra ne olur? Erdoğan baskı rejimini sürdürebilir mi? İnsanlar umutlanmış iken sindirme, susturma, yıldırma politikası toplumda tekrar kabul görür mü?
Hakikat şu ki Erdoğan tek başına tek adam olmadı. Açık gizli, sağdan soldan, dindar seküler, ulusalcı Kürtçü destekçileri hep vardı. Erdoğan tüm gücü ele geçirerek tek adam olabilsin ve bu güçle bazı odakların istediği bazı kirli işleri yapabilsin diye hep destekendi, önü açıldı, kredi verildi. O’na bu krediyi açanlar eğer aynı krediyi açmaya, yolundaki engelleri kaldırmaya devam ederlerse daha yaptıracakları işler var, yarım kalan projeler var demektir. Belki de ta partiyi kurmadan bazı odaklara verdiği taahhütlerden ikincisini gerçekleştirmesi için şartları hazırlıyorlar, Erdoğan’ı buna zorluyorlardır! Belki de BOP gereği “ben BOP eşbaşkanıyım!” diyen Erdoğan için sıra diğer önemli misyona gelmiştir!?
Toplumun vicdanını kanatacak, her bir Kürdün damarına dokunacak şekilde yapılan kayyım ataması ancak bir kırılmaya, kopuşa hizmet eder. Son 4-5 yılda Güneydoğu’da Kürt kentlerinin yerle bir edilmesi, Kürtlerrin aşağılanması, en temel haklarının dahi yok sayılması, yükseltilen şövenizm Kürtlerin ülkeye bağlılığını sıfırlayacak, aidiyet duygularının kırıntılarını da yok edecek adımlardı. Kayyım ataması Erdoğan açısından tek adam rejimini devam ettirmenin mecburiyeti gibi görülse bile, sosyolojik açıdan toplumsal yarılmanın başlangıcı olabilir. Şiddete bulaşmayan, silah kullanmayan Kürtlere Siyaset yapma alanı bırakmaz, sivil alanları dahi onlara kapatır, en temel haklardan mahrum eder ve devlet politikasıyla kitlesel olarak aşağılar, dışlarsanız, onlara bölünme, ayrılma dışında yol bırakmazsınız. Üstelik bu yaptıklarınız uluslararası alanda ayrılmaya/bölünmeye meşru gerekçe oluşturur.
Ülkeleri ayrılıkçılar değil, genelde milliyetçiler, şövenistler böler. Erdoğan’ın son dönem yaptıkları adeta Kürtleri bölünmeye, kendi yolunu çizmeye zorlayan hareketler. Erdoğan’ın bu sert, dışlayıcı, ayrıştırıcı politikalarını ancak milliyetçi yönü olan partiler/kesimler bozabilir. MHP zaten Erdoğan’ın ortağı. Ama İYİ Parti sorumlu davranarak bu antidemokratik uygulamayı kınayabilir; adaletsiz, hukuksuz olduğunu söylebilir. Böylece hem Türk-Kürt yakınlaşmasına katkıda bulunur, hem de bölme-ayrıştırma projelerine katkı vermemiş olur. Kürt meselesi ülkenin demokrasisini, hukukunu test eden bir turnusol. Bu alanda toplum barışına, birlikteliğine katkı verecek adımlar ülkenin birliğini koruma yanında, demokratşikleşmeye, hukukun üstünlüğünü yeniden tesis etmeye yardımcı olacaktır. MHP umutsuz vaka. Ama mevcut tablo samimi milliyetçilere ve İYİ Parti’ye ülke bütünlüğüne katkı sağlamak ve kangren olmuş bir sorunun çözümüne destek olmak için fırsat sunuyor; önemli sorumluluk yüklüyor.
Kayyım atama meselesi Erdoğan’ın tek adam rejiminin sorgulanmasına engel olmak için, korku atmosferini sürdürme stratejisinin gereği yapılan bir iş mi, yoksa başka planların ateşleyicisi mi bilemiyoruz. Ancak insanların normalleşme, demokratikleşme umudunun yükseldiği bir anda Erdoğan, elinde balyozla ülkenin en kırılgan konusunda yeni bir otoriterleşme serüvenine girişti. Bu, beklenmedik sonuçlar ve felaketler doğurabilecek tehlikeli bir macera. Kanaatimce artık Erdoğan’ın tek adam rejimini sürdürebileceği bir zemin kalmadı. Ekonomik, sosyolojik ve siyasi açıdan ciddi bir sorgulanmayla, erozyanla karşı karşıya. Yeniden sertleşmeye, baskıya yönelmesi sadece kendisi için harakiri olmaz, ülkeyi ve toplumu zorlu bir kaosa sokabilir.
Ülkenin selameti, her kesimiyle toplumun huzuru için siyasi, ekonomik, sosyal, tüm aktörlerin, tüm demokratların Erdoğan ve destekçilerine karşı birleşmeleri kaçınılmaz bir zorunluluk halini almıştır. Erdoğan’a ve O’nun zaaflarından yararlanarak kirli projeler yürütenlere karşı amasız, fakatsız, dik ve demokratik duruş sergilenmesi gerekmektedir. Erdoğan ve avanelerinin en büyük gücü muhaliflerin bölünmüşlüğü ve birbirine nefreti oldu. Etnik, dini, mezhebi, siyasi görüşleri bir kenara bırakıp hukuk, adalet ve demokrasi ilkeleri etrafında toplumun bütün kesimlerinin birleşip Erdoğan’ın tek adam rejimini sürdürme isteğine, derin kirli odakların toplum mühendisliğine engel omaları gerekiyor. Aksi halde bu kadar gerilen, kutuplaştırlan bir ülke bir kıvılcımla kaosa sürüklenebilir. Sıkıştırılan toplumsal kesimlerin patlamasıyla ülke parçalanabilir. Allah korusun pek çok otokratik, baskıcı yönetimde yaşandığı gibi umulmadık bir zamanda, bir anda gelişen bir olayla Türkiye parçalanabilir, Suriye’ye dönüşebilir.