KHK’lı Hakim Köroğlu: Eğer bir gün hakimliğe geri dönersem, kimse hakkında ‘Bana zulmetti’ diye karar vermem. Kanun ne diyorsa o… Ne fazla ne eksik. Hiçbir darbe dönemi bırakıldığı gibi kalmadı, su akar yolunu bulur. Ama yarın olur, ama ertesi gün…
SELAHATTİN SEVİ-TR724.COM
15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından, 4 bin 500’den fazla hakim ve savcı hakkında “darbeye teşebbüs” ve “Gülen Cemaati” üyesi oldukları suçlamasıyla işlem yapıldı. Binlercesi mesleklerinden ihraç edildi. Bugüne kadar çok azı konuştu. Darbe girişimi sonrasında gözaltına alınan, tutuklanan, 21 ay 10 gün sonra hakim karşısına çıkan Bandırma Hakimi Mehmet Köroğlu bu isimlerden biri. Köroğlu, yaşadıklarını Kronos’a anlattı. Hem ailesiyle birlikte yaşadığı hukuk ihlallerini, hem de Türkiye’deki yaygın yargılama süreçlerinin fotoğrafını çekti.
Adınızı, kendisi de KHK’lı bir polis memuru olan ve kapıcılık yaparak geçimini sağlayan amcanızın oğluyla çekildiğiniz bir fotoğrafla duydum. Paylaşımda, “An itibarıyla köyüm… KHK’lı bir hâkim ve polis… Babamıza yardıma geldik… Biz Anadolu’nun garip insanlarıyız” ifadeleri vardı. Öyle misiniz?
Çok ayrıntıya girmeden anlatayım. 1988 yazında Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesinin Kavşut köyünde dünyaya geldim. İlkokulu orada, daha doğrusu mezrasında bitirdim. İlkokul 4’te taşımalı eğitimle Kavşut merkeze gittim. Sonra 5. sınıfı tekrar köyde, ortaokulu Göksun’daki bölge yatılı okulunda okudum. Liseyi Kayseri’de, üniversiteyi ise Kocaeli Hukuk Fakültesinde okudum. Sonuçta, köyden geldiğimiz için zor imkanlarda okuduk. Annem babam hâlâ köyde. Şartlarımız zordu. Fakat çok şükür bu günlerimize geldik.
O şartlarda eğitim gördünüz ve hakim oldunuz…
Evet, 2006’da hukuk fakültesine başladım ve 2010’da mezun oldum. Sonra 2010’da hâkim ve savcılık sınavına girdim. Kazanamadım. 2010’da iki tane sınav oldu, bir adli yargı sınavı bir de idari hâkimlik sınavı, ikisini de kazanamadım. Çalışmak için süremiz oldukça dardı. Çok az bir puanla kaybettim. 2011 yılında kazandık ve staja başladık. Yaklaşık iki yıl Ankara’da adliye, Yargıtay, Akademi stajımız oldu. 2013’te Mayıs ayının sonunda kura çektik ve kura kararnamesiyle Bandırma’da görev aldım. Göreve başlamam haziranda oldu. 3 yıl orada görev yaptım. İlk 1,5 yıl ağır ceza mahkemesinde üye olarak, sonraki 1,5 yıl da aile mahkemesinde çalıştım.
Sonra 15 Temmuz’da yakalandınız…
15 Temmuz’da da aile mahkemesindeydik; o gün kararları verdik, gerekçeleri yazdırdım, bir kısmını da pazartesiye yazarım dedim. Çünkü aile mahkemesinde gerekçeleri yazdırmak gerçekten zor. Sonra o gün akşam olay oldu. Evdeydik, kayınbiraderim de tatil amaçlı gelmişti. Onlar da bizdeydi. Televizyonda haberleri gösterdi, “Enişte şu an darbe oluyormuş” dedi. Ben de, “Saçmalama, bu vakitte böyle bir şey mi olur” dedim. Sonuçta anayasa hukuku dersinde 1921, 1924, 1960, 1982 anayasalarını gördüğümüz için darbe dönemlerini de anlatıyorlardı bize. O da gerçekten öyle görünüyor deyince izlemeye başladım. Tabii ben endişelendim. Eşim de “Neden endişeleniyorsun, neden sürekli balkondan bakıp duruyorsun” dedi. “Bu düpedüz bir oyun, sonuçta darbe olsa da önce bizi götürecekler, olmasa da” dedim. İlk olarak kaymakam, hâkim, savcı ilçede ne varsa onu götürecekler dedim. Eşim, ne alakası var sen evde oturuyorsun dedi. Oturuyorum ama böyle işte dedim.
O gecenin sabahında ne oldu, endişeleriniz arttı mı, gelişmelere göre azaldı mı?
Neyse, sabah oldu. Saat sekiz-dokuz gibi televizyona baktığımda 2745 hâkim ve savcının açığa alındığını gördüm. Açıkçası ben kendimi beklemiyordum, kimse kendini beklemez aslında ama rakam da yüksek olunca bekler.
Tutuklanmanız nasıl oldu?
Benim bir arkadaşım vardı, hem üniversiteden sınıf arkadaşım hem de adliyede birlikte çalışıyorduk. Ferhat dedim, 2700 küsur hâkim ve savcıyı açığa almışlar, listede var mıyız yok muyuz, senin haberin var mı dedim. “Hâkim Bey, şu an benim işim var, müsait değilim.” dedi ve kapattı. Ondan sonra, akşama doğru benim çocuğun ayağı incindi. 22 aylıktı, hastaneye götürdük, hastaneden geldik. Yarım saat sonra da polisler gelmiş eve. Ben evde değildim ama zaten Facebook’ta görmüştüm, hâkim ve savcıları gözaltına almaya başladılar diye. Bekliyordum, biliyordum geleceklerini. Eşim aradı, polisler geldi, dedi. “Beklesinler geliyorum” dedim. O gün tam tatil için kayınbabam ve kayınvalidem de gelmişti. Onlar da evdeydi. Neyse eve geldim. Polisler arama yapıyorlar. Arama kararına baktım, ben müsait değilim diyen hâkim arkadaş arama kararını vermiş. Dediğim gibi üniversiteden sınıf arkadaşım… Gözaltı kararı da verilmiş.
Gerekçe ne?
Kararda “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” yazıyor. Yani, darbeye teşebbüs. Ve terör örgütüne üye olma suçundan… Evde delil var mı, ne var ne yok diye arama yapıyorlar. Gelmişler ama evde zaten benim devletin verdiği beylik tabancam vardı. Bu silahı polisler gördü ama hiçbir şekilde işlem yapmadılar. Sadece ve sadece evde Fethullah Gülen’e ait kitap, cd, gazete var mı? Sadece onların derdindeler. Baktılar onlardan da bir şey yok, sonra silahımı bulup hiçbir şey yapmadılar, el koymadılar. Hâlbuki darbeye teşebbüs ve silahlı terör örgütü suçlarında ilk başta silahı alıp götürmeleri gerekir.
Silahınıza el koymadılar mı?
Bizim terörist olduğumuza inanmamışlar ki o gün silahı almadılar, ben tutuklandıktan iki ay kadar sonra eşimden evdeki silahımı istemişler. Neyse bizi götürdüler. Akşam saat 9-10 gibiydi. Polislerle gittik. Gece saat 01.00 gibi ifade vermeye başladık savcıya. Başsavcı ve yanında da üç tane daha savcı arkadaş vardı. Ankara’dan yazı gelmiş. Aslında talimat; talimatı soruşturmaya kaydetmişler. Bunun için de kendileri işlem yapıyor. Anayasal düzeni ortadan kaldırma suçlarına bakan savcı, önce özetledi, sonra “Bizim de yapabileceğimiz bir şey yok, Ankara’dan talimat geldi.” dedi. Savcıya, dedim ki: “Sayın başsavcım, ben kesinlikle darbeye teşebbüs etmedim. Herkes gibi ben de evdeydim. Hani dışarı dahi çıkmadım, çünkü gece vaktiydi. Yattım uyudum belli bir süre sonra. Lojmanın güvenlik kamera kayıtları mevcut.” dedim. Ondan sonra ifademi bu şekilde aldılar. Ben, durduk yere bir hâkim-savcıyı bu şekilde gözaltına alıyorsanız muhtemelen tutuklamaya sevk edeceksiniz, dedim. Tabii ben eşime polisler eve geldiğinde, “Bir hâkim-savcı bu şekilde kesinlikle gözaltına alınamaz. Bunların niyeti belli, Ankara’dan da talimat gelmiş. “Muhtemelen beni Ankara’ya götürecekler, sen çantamı hazırla.” demiştim. Ben başsavcıya öyle deyince bana, “Öyle düşünmeyin, belki hâkim bey sizi tutuklamaz. Kötü düşünmeyin.” dedi. İfadem alındı, gözaltı kararı devam etti. Ertesi gün akşam 6’ya doğru ceza hâkiminin önüne çıktık.
Bir hâkim olarak gözaltına alınmanız ve tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edilmeniz normal miydi, yargılama usulleri açısından?
Normalde hâkimlerin yargılanma usulünden kısaca bahsedecek olursak: Bir hâkimin suç işlediği iddia ediliyorsa, o yerdeki sulh ceza değil, bulunduğu yerdeki ağır cezaya en yakın ağır cezada ifadesinin alınması gerekiyor. Yani Bandırma’da ağır ceza var, benim en yakındaki Balıkesir Ağır Ceza Mahkemesinde ifademin alınması gerekiyordu. Orada işlem yapılması gerekiyordu, yapılmadı. Bandırma’daki sulh cezada yapıldı. Ertesi gün hâkimin önüne çıktık, hâkim, “Buyurun savunmanızı alayım” dedi. “Ne savunması”, dedim. Üzerime atılı suçları sordum. “Darbeye teşebbüs ve silahlı terör örgütü üyeliği”, dedi. “Sen de biliyorsun, o gün evdeydim. Dışarı dahi çıkmadım. Akşama kadar da birlikteydik. Darbeye teşebbüs, ne saçmalık! Böyle bir şey mümkün mü? Yani en azından bir usulü olur.” dedim. Ben ne söylersem yazıyor, tabii hâkim üniversiteden arkadaşım, dediğim gibi, yazıyor, cevap vermiyor. Dedim ki, “Dosyada darbeye teşebbüs ettiğime dair veya silahlı terör örgütü üyesi olduğuma dair hangi delil var?” Aynen bu ifademi zapta geçiyor hâkim. Ben zabta geç diye sormuyorum, sen bana dosyayı göster. Orada sinirlendim artık, dosyada hangi delil var dedim. “Hâkim Bey, delillerin hepsi Ankara’daymış!” dedi. Normalde bir hâkim delili görmeden asla karar veremez. İkincisi; talimatla tutuklama olmaz zaten. Tamamen yanlış. Dosyada sadece HSYK’nın beni açığa alma kararındaki liste var, başka hiçbir delil yok. O zaman daha OHAL ilan edilmemiş. Biz 16 Temmuz’da gözaltına alındık, 20 Temmuz’da da OHAL ilan edildi. Yani daha dört gün var. Bütün deliller Ankara’daymış deyince tekrardan, “Bir hâkim delilleri görmeden karar verebilir mi?” diye sordum, ama tutanağa geçti. Sonuç olarak tutuklanmamıza karar verildi. Toplam altı kişiydik. O gün akşam Bandırma’da görev yapanlar ve listede olanlar toplam dokuz kişiydik ama üç kişiye ulaşamadılar. Aynı gün altı kişiyi tutukladılar. Şundan tutukladılar; savcılık hem darbeye teşebbüsten hem de terör örgütüne üyelikten tutuklanmamızı istemiş, fakat bizi darbeye teşebbüsten tutukladılar. Örgüt üyeliğinden tutuklamadılar. Çünkü ilerleyen zamanda bu olay önem kazanacak.
Tutuklandınız ve Bandırma’da cezaevine gönderildiniz…
Evet, neyse tutuklandık, girdik cezaevine, müdür geldi. Sonuçta bir hâkimsin, oradaki cezaevinin idari olarak bize bağlı olmasa amiri de konumundasın. Varıyorsunuz, orada tutuklusunuz sonuçta. Müdürlerden biri geldi o sıra; “Hâkim Bey nasılsınız, hoş geldiniz, geçmiş olsun, geçer…” Her neyse klasik hoş geldiniz, geçmiş olsun temennileri… Cuma olay oluyor, biz cumartesi gözaltına alınıyoruz, pazar da tutuklanıyoruz. Söylemiştim hani, başsavcı ifade alırken, “Belki hâkim tutuklamaz” demişti cumartesi günü. Müdür bey dedi ki, “Hâkim Bey, dünden bizi başsavcı aradı, dedi ki hâkim ve savcılar gelecek oraya, bir tane koğuş ayarlayın. Biz de sizin için bir koğuşu boşalttık.” Düşünün başsavcıya ben niyetiniz belli, tutuklamak istiyorsunuz diyorum, o da belki hâkim tutuklamaz diyor. Fakat siz daha başsavcıya ifade vermeden cezaevini arıyor, koğuş ayarlayın hâkim savcılar gelecek diyor. Tutuklanacak yani…
Tutukluluğunuzun ilk günlerinde o zaman ve sonra basına da yansıyan kötü muamele ve kısıtlamalar gördünüz mü?
İlk tutuklandıktan yaklaşık tam üç hafta, hatta 22-23 gün hiçbir şekilde ailemizle telefonla ya da kapalı görüşümüze izin verilmedi. Tabii burada beni en çok üzen, o gün oğlumun ayağı incinmişti, hastaneye götürmüştük. Üç hafta boyunca oğluma bir şey oldu mu acaba diye endişelendim. Doktor, hafta içi çocuğunuzu getirin detaylı bakmamız lazım demişti. Oğlum daha 22 aylıktı o zaman. Hiçbir şekilde görüştürülmedik. Bizim fişleme listesi internete düştü. Örnek veriyorum; Mehmet Köroğlu yazıyor, yanında eşi Leyla Köroğlu, hemşire… HSYK’nın fişleme listesi, internete sızdı biliyorsunuz. O gün ben tutuklanmadan önce gördüm. Sonra ceza dosyasının içerisine ne hikmetse o fişleme listesi de yanlışlıkla mı ihmalen mi bilmiyorum girmiş. Bir baktım Mehmet Köroğlu, yanında eşini yazmış, ne iş yaptığını yazmış, hangi kurumda çalıştığını yazmış… Onun benimle ne alakası var, değil mi?
Yani siz belki de gözaltına alınmanız ve tutuklanmanıza giden yolda isimlerinizin daha önceden belirlendiğini düşünüyorsunuz.
Evet, iddianame düzenlendikten sonra, dosyayı gönderin dedim. Gözaltı kararı sırasında da çoğu kişi görmüş ama benim çok fırsatım olmadı. Dediğim gibi çocuğu hastaneye götürmüştüm. Ben bu listeyi doğrudan ilk olarak ceza dosyasında gördüm. “Mehmet Köroğlu. Eşi: Leyla Köroğlu, Bandırma Devlet Hastanesinde hemşire olarak çalışıyor” diye yazmışlar. İşin ilginç tarafı fişleme listesinde şöyle bir olay olmuştu. Medyaya da bu olay yansıdı. Bandırma’da 15 Temmuz’dan üç-dört ay önce bir savcı arkadaş vefat etmişti. Bizzat tanıdığım, samimi bir arkadaşım. Adı, Ahmet Biçer. Bir baktık ki, o gün tutuklanacaklar listesinde adı var. O bizi ayrıca üzdü, duygulandırdı tabii. Birlikte aynı adliyede görev yapıyorduk. Zaten toplamda 20-22 hâkim-savcı olduğu için herkes birbirini çok yakından tanıyordu. Bu durum gözaltı listelerinin 15 Temmuz’dan çok daha önceden hazırlandığının da bir delili.
Size tutuklanmanıza sebep olacak ne gibi deliller sundular?
Tutukluluğumuz devam ediyor. Diyoruz ki kısaca; “Ben darbeye teşebbüs etmedim ama beni darbeye teşebbüsten tutukladınız.” Dosyada darbeye karıştığıma dair bir tane makul şüphe yok, bırakın kuvvetli suç şüphesini, normalde makul şüphe için ilk başta işlem yapılır. Kuvvetli suç şüphesi varsa ama çok kuvvetli, somut deliller olacak, suçüstü hali olacak bir sürü şey var da izaha gerek yok, hukuki kısmına çok girmek istemiyorum. “Hiçbir delil yok, tahliyemi talep ediyorum” dedim. Suçun vasfı ve mahiyeti, mevcut delil durumu, dosyanın kapsamı dikkate alınarak şüphelinin tutukluluğunun devamına… Yani klasik şablon karar.
Tutuklandıktan hemen sonra şöyle bir olay oldu: Bandırma’da görev yapan, bir bayan, beş erkek hâkim-savcı tutuklandık. Beş gün sonra, perşembe günüydü, üç arkadaş itiraz etti, tahliyemizi talep ediyoruz dediler… Ben de cuma itiraz edeceğim dedim, cuma günü karar çıksın hani. Pazar tutuklandık, bir hafta itiraz süremiz var. Ben cuma itiraz yapacağım. Üç arkadaş itiraz edince hâkim tahliyelerine karar verdi. Beni tutuklayan hâkim o gün hafta sonu olduğu için sınıf arkadaşımdı ama asıl sulh ceza hâkimimiz başka idi. O bu üç kişinin tahliyesine karar vermiş. Aynı şu gerekçelerle: “Suçun vasfı ve mahiyeti, mevcut delil durumu, dosya kapsamı, suç vasfının şüphelinin lehine değişme ihtimali bulunduğundan bu kişilerin tahliyesine…” demiş. Şimdi bunları haricen, sağlam bir kaynaktan öğrendim. Şimdi değil ama zamanı geldiğinde bunları da açıklayacağım. Tahliye eden sulh ceza hâkimi demiş ki: İki kişi için, isimlerini söylemeyeyim, HSYK’dan aradılar, bu bu kişiler tahliye edilecek, bir kişiyi de sen tahliye edebilirsin, ben de o kişiyi tahliye ettim diye söylemiş. Yani beyefendi takdir hakkını kullanmış, o kişiyi tahliye ediyor. İki kişi için de emir gelmiş, bunları tahliye edeceksin diye. Sonra bizim için tutukluluk halinin devamına, dendi. İlk başta dosya Bandırma’daydı. Orandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiler. Oraya da defalarca itiraz ettim. “Hiçbir şekilde darbeye karışmadık, darbeye teşebbüs etmedik” dediysek de, klasik, suçun vasfı ve mahiyeti falan filan… Sonra bin kişilik, iki bin kişilik listeler halinde, aşağıda ismi geçen kişiler yığınının tutukluluk halinin devamına… Bakın liste usulü adam tutukluyorlar, bu kez de tutukluluk halinin devamına karar veriyorlar… Böyle bir şey hukuk düzeninde mümkün değil. Hani böyle bir karar verseniz sizi anında disiplin suçundan ihraç ederler. Dosyamız Ankara’da uzun süre durdu.
Siz cezaevine girdikten sonra OHAL ilan edildi ve ardından KHK’lar geldi. Bu süreç size nasıl yansıdı, anlatır mısınız?
Sonra bir tane KHK çıktı, hâkim-savcıların soruşturma ve yargılaması en son görev yaptığı yeri bağlı bulunduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yer başsavcılıkta yapılır, diye. Dolayısıyla yargılaması da oradaki ağır ceza mahkemesinde yapılır. Balıkesir, bölge adliye mahkemesi olarak İzmir’e bağlıydı. Dosyayı İzmir’e gönderdiler. Bu kez Ankara’da altı yedi ay bekledikten sonra İzmir’e geçti dosya. İzmir’de de her ne hikmetse beklediler. Bütün hâkim ve savcıların yargılamasını 2017 Mayıs’ın sonu haziran-temmuz gibi iddianame düzenlemeye başladılar. Normalde, örnek veriyorum, bir adam suça tam karışmış mı, suç işlediğine dair delil elde edildi mi, anında dava açarsın. Bir aylık iki aylık süre olmaz. Gerekirse 15 günde de üç günde de dava açılır. Fakat delil bulmanız gerekir. Ne hikmetse bütün hâkim savcıların iddianamesi o zaman düzenlendi. Benim iddianame de yanlış hatırlamıyorsam 02.06.2017’de hazırlandı. İzmir 14. Ağır Ceza Mahkemesine dava açıldı. Bu arada başsavcılık benim için demiş ki dosyasında hiçbir delil bulunmadığından darbeye karışma suçundan takipsizlik vermiş. Sonra örgüt üyeliğinden ise dava açmış. İtirafçı beyanları, şu bu…
Siz ilk kez hâkim karşısına ne zaman çıktınız?
02.06.2017’de hakkımda dava açıldı. Yani, gözaltına alındıktan ve tutuklandıktan yaklaşık bir yıl sonra hakkımda dava açıldı bana. İzmir 14. Ağır Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul ettiği için hakkımda tensip zaptı düzenleniyor. Tensip zaptını göndermiş. Cezaevi bana tebliğ etti. Dedi ki, “Silahlı terör örgütüne üye olmaktan dava açılmış ya sanığın tutukluluk halinin devamına…” Yaklaşık 6 ay sonrasına da gün vermiş. Normalde bu dosyalarda suç bir ay haydi çok sürsün iki ay. Mahkeme çok yoğun olsun, üç ay sonrasına gün verilir. Fakat bizimkini altı ay sonrasına gün vermiş. Ben de hâliyle bu duruma itiraz ettim. Bir, dosyada hiçbir delil yok, bunlar terör örgütü üyeliği oluşturmaz. Üçüncüsü hâkim-savcıların özel yargılama usulleri var. Rastgele benim tutukluluk halimin devamına karar veremezsin. Özellikle itirazda şunu belirttim altını çize çize. Altını çize çize derken gerçekten dilekçenin altını, cetvel koydum düzgün olsun diye ve birkaç kez üzerinden geçtim ki hâkimlerin dikkatini çeksin, itirazımı okusunlar diye. Siz benim silahlı terör örgütü üyeliğinden tutukluluk halimin devamına karar vermişsiniz. Fakat ben silahlı terör örgütü üyeliğinden hiçbir zaman tutuklanmadım. Darbeye teşebbüsten tutuklandım fakat darbeye teşebbüsten de şu anda takipsizlik kararı verildi. Ondan tutukluluk kararı veremezsin, çünkü dosya kapandı. Silahlı terör örgütü üyeliği suçundan ise tutuklanmadım ki tutukluluk halimin devamına karar veriyorsunuz. Tutuklu olunmayan bir şeyden tutukluluk halinin devamına karar veremezsiniz. Mahkemeye gitmiş, mahkeme, şablon bir kararla sanığın itirazının reddine, demiş. Tabi bunu bir üst mahkemeye İzmir 15. Ağır Ceza Mahkemesine göndermiş, o mahkemenin kararı da skandal. Benim itirazımla ilgili karar verilmesine yer olmadığına verilmiş, siz bu hususu yeniden değerlendirin, dolayısıyla sanığın itirazı hakkında karar verilmesine yer olmadığına diyor. İtiraz mercii aslında şudur, eğer ben itiraz dilekçemde haklıysam itirazımı kabul edersin, haksızsam itirazımı reddedersin. İzmir 15. Ağır Ceza Mahkemesi itirazım hakkında ya kabul etmek ya reddetmek zorunda. CMK’ya göre, itiraz müessesesine göre bu böyle. İkisini de yapmamış, bizi tekrar 14’e göndermiş. Muhtemelen haricen görüşmüşler; bu adam bu iddialardan tutuklanmamış, tutukluluğunun devamına karar veriyorsunuz. İtirazı var demiş. İzmir 14. Ağır Ceza Mahkemesi de benim SEGBİS’le bu hususta ifademi aldılar. Dedim, örgüt üyeliğinden tutukluluk halinin devamına karar vermişsiniz, ben ondan tutuklu değilim dedim. Tutuklu olmadığım bir şeyden tutukluluğun devamına karar veremezsiniz dedim. Gereği düşünüldü, savcının mütalaasını aldı: Sanığın şu suçtan tutuklu olmadığı anlaşıldığından sanığın tutuklanmasına! Orada beni yeniden örgüt üyeliğinden tutukladılar ve tutukluluğumun devamına karar verdiler. Tarih olarak açıklamak gerekirse, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkımda silahlı terör örgütüne üye olmadan, 02.06.2017’de iddianame düzenledi. 30.06.2017’de İzmir 14. Ağır Ceza Mahkemesi tensiben hiç tutuklanmadığım silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutukluluk halimin devamına karar verdi. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 28.07.2017’de anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan takipsizlik kararı verildi ve dosya kapandı. Bir düşünün; dosyada kuvvetli suç şüphesini gösterir deliller var diyerek tutukladıkları dosyada hiçbir delil yok diye takipsizlik kararı vermişler. Bu dosya kapandığına göre aynı gün tahliye edilmem gerekiyor. Fakat beni tahliye etmediler. İtirazımdan dolayı İzmir 14. Ağır Ceza Mahkemesi 03.08.2017’de SEGBİS ile beni darbeye teşebbüsten tahliye etti, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutukladı. Takipsizlik kararı verilmiş bir suçtan nasıl tahliye edebiliyor, bir hukukçu olarak anlamış değilim. Ona da itiraz ettim ama bir faydası yok tabii. Sonuç olarak 28.07.2017-03.08.2017 tarihlerinde hiçbir mahkeme kararı olmadan, buna tutuklu diyemeyeceğim, esir olarak cezaevinde kaldım.. Ekim’in sonu muydu, kasımın başı mıydı mahkeme gününü bekliyoruz artık, duruşma günü vermiş İzmir 14. Ağır Ceza Mahkemesi, duruşmamıza bir ay kala Bursa Bölge Adliye Mahkemesi açıldı. Balıkesir’i Bursa’ya bağladılar. İzmir, ben bu davaya bakmıyorum dedi, Bursa’ya gönderdi bizim dosyamızı. Bursa’da yaklaşık bir buçuk ay kadar bekledi. Hâkim karar verdi, dava İzmir’de açıldı, İzmir’de bakılması gerekir dedi. Yetki uyuşmazlığı ortaya çıktı. Dosyayı Ankara’ya Yargıtay’a gönderdiler. Yaklaşık iki ay kadar da Yargıtay’da bekledi. Tabii bu arada durumu izah edip tahliye talebinde bulunuyorum. Kesinlikle kabul etmiyorlar, red çıkıyor. Yargıtay da dâhil. Yargıtay en sonunda İzmir bakacak dedi. İzmir’de ilk duruşmaya çıktık.
İlk duruşmanıza tutuklandıktan ne kadar süre sonra çıkmış oldunuz?
İlk duruşmaya 21 ay 10 gün sonra çıktım. Savunmamızı yaptık ve sonuç olarak tahliyemize karar verildi. İlk başta elektronik kelepçe ile tahliyemize karar verildi. Bulunduğu bölgeden dışarı çıkmama. Çıktıktan sonra ayağımıza elektronik kelepçe takıldı, dört ay kadar böyle gezdik. İkinci duruşmada 4 ay sonra itiraz ettim. Gerek yok zaten ben imza atıyorum. Sağ olsunlar onlar da itirazımı kabul ettiler. Hala yargılamamız ve imzamız devam etmekte. Hala haftada bir gün gidip imza atıyorum. Zaten yurt dışına çıkış yasağım var, buradayım, gelip gidiyorum. Duruşmalara katılıyorum.
Uzun süren tutukluluğunuz döneminde cezaevi koşulları nasıldı?
Cezaevi idaresi sağ olsun, iyiydi. Yalnız biz tutuklandıktan sonra açığa alındık, 35-40 gün sonra ihraç edildik. İhraç edildiğimiz gün kabalıkları arttı açıkçası. Kötü muamele falan yapmadılar ama ilk başlarda açığa alınsak da hâkimdik. İyi davrandılar, sonra da çok kötü davranmadılar ama bakışları değişti, davranış şekli değişti tabii ki.
15 Temmuz’da çocuğunuzun ayağı incinmiş ve siz hastaneye gösterdikten sonra kontrole dahi götüremeden tutuklandınız. Ondan sonra çocuğunuzu ilk kez ne zaman gördünüz, kucakladınız?
15 Temmuz Cuma günü darbe girişimi oldu, pazar günü tutuklandık, üç hafta sonra pazartesi günü de ilk kapalı görüşte eşimi ve çocuğumu gördüm. Tabii beni en çok üzen, oğlum beni dışarıdan camdan öpmeye çalışıyordu. Camı öpüyordu, camdan beni öperken burnunu cama vurdu ve ağladı, o tabii çok üzdü, beraber duygulandık. İlk açık görüşü de yaklaşık dört ay sonra yaptılar. 15 Eylül müydü, bayramda yaptırdılar. İki ay ayrı bayram görüşü ayrı ama normal açık görüşümüzü dört ay sonra yaptırdılar. Normalde bizim önce aylıktı, daha sonra kanun hükmünde kararname ile cezaevi yönetimi ile ayda bir olan görüş iki ayda bire çıktı. İki ayda biri de dört ay sonra yaptık.
Sizin cezaevinde kaldığınız dönemde kısıtlamalar daha çoktu, şimdi kalktı, değişen bir şey var mı sizce?
Çok da değişen bir şey yok aslında. Bazı arkadaşların yakınlarından haber alıyorum, çevremde duyuyorum spor etkinliğine çıkarıyorlarmış. Spor etkinliğine gitseniz ne olacak gitmeseniz ne olacak. Haftada bir olması gereken telefon görüşünü iki haftada bire çıkardılar, bizim telefon görüşümüzü, normal hükümlülerde, işte adam öldürmek, cinsel suçlar aklına ne gelirse yağma, dolandırıcılık… ayda bir açık görüşü vardı, haftada bir yine telefon görüş hakları ve kapalı görüş hakları vardı. Bizim iki haftada bir telefon görüşümüz, haftada bir kapalı görüşümüz, iki ayda bir de açık görüşümüz vardı. Eşim Kayseri’ye gelmişti, ben Bandırma’da kalmıştım. Ta buradan oraya gitmesi zulümdü. Kayseri’ye naklimin yapılması için dilekçe yazdım. Onu da kabul etmediler. Sürekli reddine, reddine diyerek sonunda kabul etmediler. Hala da reddediyorlarmış, duyuyorum. Kabul etmiyorlar, zulüm üstüne zulüm.
Cezaevinden çıktıktan sonra çevrenizin ve meslektaşlarınızın size karşı bakışı değişti mi? Davranışları nasıl oldu size ve ailenize karşı?
Meslektaşlarımla zaten 15 Temmuz’dan sonra görüşmüyorum, hiçbirisinin hiçbir cesareti yok. En yakın dostlarım arayıp geçmiş olsun demedi, bakın dost bildiklerim. Dostlarımdı, gerçekten dost dediğim insanlardı. Arayıp sormadılar. Sadece yakın çevrelerden geçmiş olsuna geldiler. İnsanların bana karşı bakışı değişmedi. Sonuçta benim nasıl bir insan olduğumu yakın akrabalarım iyi biliyordu. Biliyorum geçecek, elbette bugünler de geçecek. Sağ olsun, annem-babam, yakın akrabalarım benim suçsuzluğuma her zaman inandı, zaten suçumuz da yoktu. Hiçbir arkadaşımın yoktur. Dediğim gibi meslektaşlarımın hiçbirisinden geçmiş olsun telefonu dahi alamadım.
Sizi en çok hayal kırıklığına uğratan ne oldu bu dönemde?
Aslında bekliyorduk; dışarının durumunu da soruyordum ziyarete geldiğinde eşimden falan. Ailece görüştüğümüz, Ramazan’da birbirimizi davet ettiğimiz kişiler hiçbirisi telefona dahi cevap vermiyormuş. Bütün bunları duyduğum bildiğim için onlardan çok da bir şey beklemedim açıkçası. Dedim ya en yakın dost bildiklerim, tamam beni aramasın, haber de mi gönderemezdi, isteseler birisiyle haber gönderebilirlerdi. Çok üzüldük, olmaması gerekiyordu bilmem ney, hayırlısı olsun. İki cümle kurabilirlerdi, yapmadılar.
Siz bir hâkimken ve görev başındayken belirli bir konumunuz ve saygınlığınız vardı. Geliriniz ve belirli bir yaşam standardınız vardı. Bunların birden yok olması sizi ve ailenizi, çocuklarınızı nasıl etkiledi?
Etkiledi tabii ki, çok etkiledi. Sonuçta belli bir makamımız vardı, meslek olarak konumumuz vardı. Sonra ihraç olduk. Şu anda tamamen boştayız. Avukatlık yapalım diye müracaat ettik. Avukatlığımızı kabul etmiyorlar. Şu süreçte avukatlık da yaptırmıyorlar. Bunun haricinde gittim Kayseri’de birkaç tane avukatla görüştüm. Tamam, anladık çalışmamıza izin verilmiyor, en azından yanınızda durup size yardımcı olayım. Birkaç tanesi beni tanımış olmalarına rağmen kabul etmedi. Şundan dolayı olmaz, “Yanında FETÖ’den yargılanan bir hâkimi çalıştırıyor diye şikâyet etseler ben bundan zarar görürüm” diye kabul etmediler. Avukatlık falan da yapamadık, öyle bir iş de bulamadık. Ne yaptım bu süreçte, gittim ev eşyası taşıdım, hani hamallık yaptım. Affedersiniz; evde bir köpek yaşıyormuş, gittik köpeğin pislikleri varmış, pisliklerini temizledik. Hani hiçbir şekilde onurum incinmedi. Benim çocuğumun ve ailemin geçimi vardı. Para kazanmam gerekiyordu. Bugünlerde de serbest olarak ufak tefek işlerde çalışıyorum.
Peki, en son fotoğraf da çektirdiğiniz köyünüzdeki yaklaşım nasıldı? Sonuçta siz o mahrumiyet bölgesinden çıktınız ve yıllar sonra hâkim olarak döndünüz. Fakat bir gün geldi, yine büyük zorluklarla elde ettiğiniz kazanımlarınızı kaybettiniz ve bir tür çocukluğunuzdaki fakirlik günlerine döndünüz. Bu, sizin içinizde nasıl bir duygu fırtınası kopardı?
Ben okulu bitirdim, staja başladım, çalıştım. Zaten her yaz tatilinde köyüme geliyordum, babamın patoz’unu bekliyordum. Babamın işlerini yapıyordum. Hayatımın hiçbir döneminde tatil yapmadım, tatile gitmedim. Hayatımın bundan sonraki döneminde de gitmem. Tatil döneminde gelir babamın hangi işleri varsa onları halleder yine geri giderim. Yapı olarak öyleyim. Köyde ilk başlarda hoş geldin derdi insanlar, sonuçta hâkimsin, o köyden çıkmışsın. Şimdi köylü vatandaşların gözünde bile, bakışlarından bile anlıyorsun, biraz düşmüşsün. Bakın nereden nereye, ne hale düşmüş der gibi…
Peki, bütün bu yaşadıklarınız karşısında nasıl güçlü kalabiliyorsunuz?
Kendimi hiç yukarılarda görmedim. Rızkı veren Allah. Oradan alır oradan verir. Rızkımız kesilmişse zaten ahirete gideceğiz demek. Rızkımız buradan devam ediyor, buradan devam edeceğiz. Köyde büyüdüğümüz için eskiden hep bulgur pilavı, soğan yerdik. Çok şükür, yine yeriz. Benim için ekstradan bir şey değişmedi. Varlık içinde yetişip de sonradan yokluğa düşmüş birisi değiliz. Zamanında büyük yoksulluklar da gördük, sonra çok şükür babamın durumu düzeldi, iyi oldu.. varlıklı zamanları da gördük. Önceleri gerçekten yoksulduk, o yüzden bir şey değişmedi. Önemli olan sağlık, eşinin ve çocuğunun mutluluğu. Onların yanında yine mutlu olmasını biliyorum. Sonuç olarak her şey bir makam değil. Tabii ki çok üzüldüm, makamımı kaybettim. Halimize binlerce kez şükrediyorum yine de. Bakın, dosyamda bazı kişilerin isimlerini gördüm, itirafçı değil iftiracı diyeceğiz artık. Doğru olmayan o kadar çok şey var ki!.. Birisi benim hakkımda hem itirafçı hem de gizli tanık olmuş. Bu arkadaş HSYK’ya bir dilekçe yazmış. Demiş ki HSYK’ya, gizli tanık oldum, itirafçı oldum, bildiğim her şeyi anlattım. Bu kişinin hem itirafçı olarak hem de gizli tanık olarak ifadesi var. O kişi aynı kişi. Gitmiş, işte beni mesleğe alın, ben ne yapacağım, filan… Hani böyle üç beş kuruş için başkalarına boyun eğmeye değmez. Ne kadar boyun eğersen seni o kadar çok kullanırlar. Bu bir gerçek. Kendini kullandırmayacaksın, doğru bildiğin şeyden şaşmayacaksın. Cezaevine girmekten, ölümden şundan bundan korkmayacaksın. Hani bunlar benim görüşlerim tabii ki. Bunun için gitmiş boyun eğmiş. Şimdi ben, ne HSYK’ya ne Adalet Bakanlığına ne burada tanıdığım hâkim-savcılara boyun eğmem. Suçsuzluğuma, önce şahsım sonra da benim gibi mağdur olmuş arkadaşlar adına da söylüyorum. Kesinlikle bunlar boyun eğilecek şeyler değil. Bir ifade vereyim de ben kendimi kurtarayım. Yani gerçekten suç bildiğin şeyler var ve bilmiyorsan gerçekten büyük vebal altındasın. Biri dershaneye gitmiş, birisi bilmem çocuğunu şuraya buraya göndermiş; bunlar için gidip o kişilerin hayatını da yakmaya gerek yok ki. Kendini de yakmaya gerek yok yani.
Sizin aleyhinizde gizli veya açık itirafçılık yapanları kendilerini yakmış olarak mı görüyorsunuz? Belki de istedikleri yere gelecekler…
Kendilerini yaktılar. Onların beyanlarına göre dahi benim beraat etme ihtimalim var. Sonuçta onlarla aramızda bir husumet oluştu. Onların itirafçı olarak kendi çıkarları mevcut. Sonuçta onun çıkarıyla benim çıkarım çakışıyor. Bu yüzden de bana iftira atıyor. Kendisi diyorsa ki FETÖ bir terör örgütüydü, ben de üyesiydim, işte sen zaten teröristliğini kabul etmişsin yani. Bunun artık kurtuluşu da yok yani. Sen az ceza alsan da artık teröristsin devletin gözünde öylesin, teröristsin. Evet, kendilerini yaktılar. Kendilerine de yazık oldu, karşılarındakilere de daha çok yazık oldu. Sadece kendim için söylemiyorum. Ailenin tek geçim kaynağı, çocuğu hasta, ailesine bakması gerekiyor, adamın sen gidip ismini veriyorsun. Tekrardan bu kişiyi tutuklatıyorsun. Bu kişinin ailesinin geçimi ne olacak, çocuğu ne olacak, sağlığı ne olacak, ondan sonra intihar edenler duyuyoruz, hastalanıp iyice, ölenler oluyor. Çok fazla mağduriyetlerini artırıyorlar. Yalan beyanda bulunayım, kurtulayım mantığı ile onlara temyiz süreci de işlemedi, bölge adliye onayladığında cezaevine gidiyor. Ben 21 ay 10 gün yattım onlar da yirmi bir ay yatacak. İndirimli üç yıl, dört yıl ceza verse dahi yatacak yani.
Bu dönemde sıradan insanların başına gelenleri biliyoruz, okuyoruz fakat siz kendi yaşadıklarınız da dâhil bir de hukuk penceresinden bakıyorsunuz. Göz göre göre okulda öğrendikleriniz, kitaplarda yazılanlar çiğneniyor…
Benim için darbeye teşebbüsten Ankara’dan liste geldi, emir geldi, seni darbeye teşebbüsten tutuluyorum dediler tutukladılar. Ne oldu, benim hiçbir suçum yokken beni darbeye teşebbüsten tutukladılar. Deseler ki ya arkadaş, şunu yapmışsın, bunu yapmışsın, şöyle karar vermişsin, birinin mağduriyetine sebep olmuşsun deseler, derim ki bu olabilir. Ben hâkimdim, bu arada yanlış karar vermiş olabilirim. Gözden kaçırmış olabilirim. İhmalin olabilir. Bunlar olmaması gereken, ama nadiren de olsa olan şeyler. Bu şekilde hiçbir suçlama olmadı bakın. Doğrudan, sen darbeye teşebbüs etmişsin. Arkadaş ben de evdeydim, sen de evdeydin. İkimiz de evdeydik, o zaman ikimiz de darbeye teşebbüs ettik evden. Aynı durumda olmamıza rağmen o tutukluyor, ben tutuklanıyorum. Doğrusu bir emir var, sen beni bu suçtan tutukluyorsan diğer insanları da işte şunu yapmış bunu yapmış demenin bir mantığı yok. Ona da emir gelmiş, suç uydurması çok kolay. Evinde oturan bir hâkimi rahatlıkla darbeye teşebbüsten tutuklayabiliyorsa diğer insanlara da herkese, kim olursa olsun a’dan z’ye, isim vermek istemiyorum, dersin ki bu darbeye karıştı bunu tutukla. O darbeye teşebbüs edenin yanındaydı, onu da tutukla. Çünkü yukarıdan isim gelmiş, emir gelmiş. Bu mantıkla hareket edersen hukuku katledersin zaten. Katledildi hukuk zaten. Bizim dönemimizde bakıyorsunuz toplam yaklaşık 12 bin hâkim ve savcı vardı. Yaklaşık 4 binini ihraç ettiler o dönemde, şimdi bu sayı 4 bin 500’ü buldu. Sayı 8 bin, 8 bin 500’e düşmüştü. Bunun yerine sen gittin, hâkim savcıları ihraç ettik, hâkim savcı eksiğimiz var diyerek yeni hâkim savcılar aldılar ve şu anda ihraç hariç hâkim-savcı sayısı hariç yaklaşık 20 bin civarında hâkim savcı var. Sen 10 bin, 11 bin hâkim savcı aldın. Kimleri aldın peki?! İktidarın il başkanı, ilçe başkanı, gençlik kolları başkanı. Bunları aldın, bunları da bizim yargılandığımız mahkemeye gönderiyorsun. Şu anda bakıyorsun bu özel yetkili mahkemeler, “özel yetkili” diyorum. Münhasırlandırmış HSYK, sadece FETÖ davalarına bakıyor. Bakıyorsun, üyelerin hepsi daha yeni kuradan gelmiş. Normalde eskiden özel yetkili mahkemeler vardı. CMK 250 ile kurulmuş mahkemeler, sonradan TMK’ya çevirdiler. Bu mahkemelere eskiden 10 yıllık 15 yıllık tecrübesi olan hâkim ve savcıları gönderiyordu. Şimdi kuradan bakıyorsunuz geliyor, il başkanı, ilçe başkanı bizi yargılıyor. Buradan bir adalet bekleyebilir misiniz, bekleyemezsiniz. Benim bir adalet beklentim yok, gerçekten yok. 20 yıllık hâkimler verdikleri karar sebebiyle bu dönemde sürülüyorsa kuradan gelenlerin başkana muhalefet yazması düşünülemez.
Bu dönemde hukuku uyguladıklarını iddia edenlerin en temel çelişkileri neler?
En temel sorun hâkim savcıların tecrübesizliği, korkması, korkmaktan da ziyade yaranma çabası. Ben fazla ceza vereyim de iktidara yaranayım. Gözüne gireyim de beni adalet bakanlığında bir dairenin başkanı yapsın. Birilerine yaranmak için bu şekilde kararlar veriyorsan bu hukuk katliamıdır gerçekten yani. Mağdur, mazlum ne kadar insan var ceza veriyorsun. Hem ihraç ediyorsun işini elinden alıyorsun, dışarı çıksa bile başka yerde çalışmasına izin vermiyorsun. Bir de üst sınırdan ceza ve tutuklu bırakıyorsun. Bu, insanın mağduriyetini katbekat artırıyor. Özellikle hâkim ve savcıların tarafsız olması gerekirken taraf tutması; biz bu yapıyı bitireceğiz, hâkim ve savcının bir yapıyı bitirme gibi bir vasfı olamaz yani. Neye bakarsın; hukuk kuralları bellidir. Şartları bellidir, bir yapının terör örgütü olup olmadığı bellidir hani. Ayrıca bir yapıyı terör örgütü kabul etsen bile terör örgütüne üyelik için gerekli olan bazı şartlar vardır. Süreklilik, devamlılık, eylem… Sadece dershanesine gitti, sadece okuluna gitti çocuğu, gazete aldı, sendikasına üye oldu diye sen o kişiye terörist diyemezsin. Sen gitmişsin bankayı açmışsın, sendikayı açmasına izin vermişsin; Milli Eğitim Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı yani o zamanlar üçlü kararname ile açılıyordu bunlar. Rastgele açılmıyor ki. Sen hukuken açmışsın sonra bu kişileri sen devlet eliyle üye yapmışsın. Tekrardan da bu kişiler üye oldu diye terörist ilan etmişsin. Bu hukuk düzeninde olmayacak şekilde, devlet zaten vatandaşına tuzak kuramaz. Bu genel bir ilkedir. Görüldüğü gibi yeri tuttular. Örnek veriyorum, ilk başlarda FEM Dershanesine, Serhat Dershanesine, Kayseri’de Zafer Dershanesine gitmeyeni memur olarak almıyordu zamanında iktidar. Özellikle orası referans olarak gösteriliyordu. Gittin mi gittin, o zaman gel diyordu. Şimdi sen o tarafa insanları teşvik ediyorsun, Türkçe Olimpiyatlarına gelin diye teşvik ediyorsun. Sonra sen niye Türkçe Olimpiyatına geldin diye FETÖ’den terörist ilan ediyorsun. Hani derler ya cılkı çıkmış, gerçekten öyle.
Söz konusu olan ve şikâyet ettiğiniz yargı sorunları sadece son dönemde mi var? Sizin döneminizde ve önceki dönemlerde de böyle sorunlar yok muydu? Mesela, yeni hâkim ve savcı alımları, mesela Ergenekon ve Balyoz yargılamalarındaki usulsüzlükler…
O zamanlar da öyleydi, fakat şimdi bu katbekat arttı. 2007 ve 2008’de bu yapıya ait okula, dershaneye gitmiş öğrencileri alıyorsunuz, diğerlerini eliyorsunuz. Mülakat var sonuçta, hâkim savcılıkta. Sol kesimlerden biri gelirse eleniyordu yani, yalan mı? O zaman insanlar, anneler, babalar veya kişinin kendisi diyordu ki madem böyle, bana ters ama meslek elde edebilmek için bu okullara gitmem gerekiyor, çünkü bunlar tercih ediliyor, hükümet de bunları teşvik ediyor. Bu iddialar haberlere, medyaya da çok fazla çıktı. Hükümet yönlendiriyordu sonuç olarak. İllaki gelin burada okuyun, kayıt yaptırın denilmiyordu belki ama insanlar özendiriliyordu. Şimdi de ne oluyor, insan ister AKP’li olsun ister olmasın gidiyor, AKP’ye üye oluyor. Memurluk, kadro elde edebilmek için üye oluyor yani. Sevse de sevmese de.
Peki, duyduğunuz bu rahatsızlıkları dile getiriyor muydunuz? Ya da biraz önce sorduğum gibi belirli yargılamalardaki hukuksuzlukları kendi aranızda konuşuyor muydunuz, eleştiri yapıyor muydunuz?
Ergenekon davasındaki delillerin hiçbirini görmedim, dosyanın içeriğini bilmiyorum. Zamanında Yargıtay onaylamış, Yargıtay’ın onayından geçmiş. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar gitti biliyorsunuz. O zaman yine de bir hukuk düzeni vardı. En azından OHAL’de değildin, en azından emir ve talimatla karar vermiyordu yargı. En azından sadece listelere dayanılmıyordu. Bunları da medyadan takip ettiğim kadar söylüyorum, esas işin aslını bilenler yargılamayı yapanlar. Doğrudan Ergenekon süreci ile ilgili bilgim yok, ne söylesem yalan olur, yanlış olur.
Sizce yargıda işin iyice çığırından çıkması ve herkesin şikayet eder hale gelmesinin miladı nedir? 2010 referandumu mu, daha öncesi mi?
17-25 Aralık’tan sonra hâkimler arasında, savcılar arasında ve adliyeler arasında ciddi bir kutuplaşma oldu. Kendi aralarında konuşuluyordu hani. Bu dönemde, ben cemaati destekliyorum diyenler oldu. Operasyonun ilk günlerinde yapılanlar doğruydu diyenler oldu. İşler tersine döndü, bazıları bir şeyler elde edebilmek için cemaat yanlış yaptı, şöyle olmalıydı, böyle olmalıydı diyenler oldu. Sonra insanlar menfaat gruplarında toplanmaya başladı. İnsanlar daha o dönemde birbirini ihbar etmeye başladı, fişlemeye başladı diyebilirim. 2010 öncesini bilmiyorum, mesleğe 2011’de atıldım. Bandırma’ya atandık. Atandıktan sonra 8-10 ay görev yaptık, hiçbir problem yoktu. Herkes işinde gücündeydi. Sonra bu olay oldu, yargıda birlik platformu kuruluyor; gelin gidin, gelmeniz şöyle faydalı böyle faydalı. İnsanlar özendirilmeye falan başlandı. Ben o zaman da tavrımı koydum, hiçbir grubun içine girmedim, üye de olmadım. Şucu bucu olmak istemiyorum, sonuçta ben bir hâkimim. Devletin hâkimisin yani, bağımsız olarak görev yapıyorsun. Yok dedim, ben istemiyorum. Sen kabul etmedin diye sen karşı taraftasın diyor, senden uzak duruyor insanlar, senden kaçıyorlar. Seni karşı tarafla ilgili soru sorup tuzağa çekmeye çalışıyorlar. Bilgi elde etmeye çalışıyorlar. İnsanlar kendi içlerinde tedirgin oldu. Sonra zaten bu olaydan on ay sonra HSYK seçimleri oldu. Sonra da her şey değişti hani. Görevden almalar, azletmeler, mahkemeleri değiştirmeler şu bu derken her şey, çok şey değişti.
En önemlisi de askerler gibi hâkim ve savcıların da yargılanmaları zordu ama artık çok kolay oldu…
Hâkim ve savcıların yargılanmaları çok zor şartlara bağlanmış, anayasada ve yasalarda da hükümleri var. Hâkimler ve savcılar kanununda da yargılama usulleri düzenlenmiş. Burada amaç şu, hâkim ve savcılar her şeyde böyle tehdit gibi kullanılmasın. İstediği gibi bağımsız olarak, tarafsız olarak karar versinler çabuk etkilenmesinler. Hüküm var; anayasadaki hüküm diyor ki, tam olarak hatırlamıyorum, kısaca, hâkim ve savcılar diyor, ancak diyor ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçu, suçüstü işlerken yakalanması halinde diyor, yani hem ağır ceza mahkemesinin alanına giren bir suç olacak, hem de suç işlerken suçüstü yakalanacak. Bu durumda, HSYK müfettişlerince bu hususta rapor düzenlenecek. Rapor düzenledim, gerçekten yargılanabilir diyorsa tabii yargılanabilir. Bizi ne yaptılar; HSYK’nın bir tane açığa alma listesi varmış, ismim geçiyormuş, dolayısıyla darbeye teşebbüsten seni tutukluyoruz diyorlar. Bakın hiçbir delil yok. Ne oldu anayasadaki hüküm, anayasa çiğnenmiş oldu. Normalde hâkim ve savcıların yargılanması çok ağır şartlara bağlanmış, buna rağmen bu kararı verdiler hâkim ve savcılar. Keşke korkmasalardı hâkim ve savcılar, böyle şey mi olur diyebilseydi. Yarın bir gün başımız ağrır, bunun hesabı bize sorulur. Yapmadı, doğrudan bana emir geldi, tutukluyorum oldu. Ne olur, yarın bir gün bunun ilk sorumluluğu bizi gözaltına alan, tutuklayan hâkim savcılara olur. Polislere bile bir yere kadar bir şey olmaz. Çünkü polislere operasyon emrini kim veriyor, savcılık veriyor. Yarın bir gün iktidar kalmasa, AKP değişse ne olacak, diğer iktidar şey mi diyecek, ben başbakandan, cumhurbaşkanından talimat almıştım o yüzden bu kararları verdim mi diyecek. Sen hukuk fakültesini okudun mu okudun, anayasada şu yazıyor mu, suç teşkil eden hiçbir görev yerine getirilemez. Ben ne yaptım, bir adamı tutukla dedi tutukladım. Bu suç teşkil eder mi eder. Sen bunu tutukladın. Anayasaya göre senin sorumluluğunu doğurur mu, kaçınılmaz yani.
Bir gün tekrar görevinizin başına döneceğinizi düşünüyor musunuz?
İnanıyorum, o inancımı ilk günden bu yana hiç kaybetmedim. Ha ölürüm, ne bileyim ağır hasta olurum bir şekilde hayattan göçüp giderim o ayrı mesele. Bir gün görevime döneceğime candan inanıyorum. Sonsuz yani… Herkes biliyor, ben de biliyorum, bu kararı verenler de biliyor, yaptıklarımın hiçbiri suç değil. İleride bunlar göreve de dönecek. Tekrardan beraat da edecek. Bunlar bilinmesine rağmen tam tersi kararlar veriyorlar. Tamam, ben bir adam öldürsem, affedersiniz bir cinsel suç işlesem, dolandırıcılık işine karışsam. Derim ki ceza aldım, bundan dönülmez. Talimatla tutuklanıyorum. Tekrardan ondan da takipsizlik kararı alıyorsan, aynı şekilde talimatla terör örgütü ilan edilip, terör örgütünden hakkınızda dava açılıp eninde zorunda yine bir beraati verecekin. Önümüzdeki günlerde mahkûmiyet kararı çıkabilir hakkımda, talimatla geliyor çünkü. Talimatla ne dediler; anayasal düzeni ortadan kaldırmaktan bunu tutuklayın dediler. Bunu diyen kişiler FETÖ terör örgütünden buna ceza da verin diyebilirler. Eğer bir gün dönersem, dönünce de bana bunlar zulmetti ben de zulmedeceğim değil, kanun neyse o olur yani, ne fazla ne eksik.
Yani bir intikam duygusu yok, kimseye kin beslemiyorsunuz?
Hayır, ben hukuk fakültesi okudum, hâkimlik yaptım. Bir hâkim intikam duygusuyla hareket etmemeli, etmez, hukukçusun kanun ne diyorsa o. Çevremdekiler sen hayal görüyorsun diyor, düşünemiyorlar, ileriyi göremiyorlar. Sonuçta hiçbir darbe dönemi bırakıldığı gibi kalmadı, su akar yolunu bulur. Ama yarın olur, ama ertesi gün olur…