Bazı anne babalardan namaz kılma yaşındaki evlatlarının namaza başlamadığına veya bir ara kılarken terk ettiğine dair şikayetler duyuyoruz. Bazı kardeşlerimiz de birtakım nafile namazlara teşviklerimizi okuyunca, “Farz namazlarımı bile şevkle kılamıyorum” gibi mesajlar gönderiyorlar. Bu yüzden bugün kısaca “Niçin namaz kılmalıyız?” sorusuna cevap vermek istiyoruz. Şüphesiz bu soruya vereceğimiz cevapla binlerce gerekçe sıralayabiliriz. Biz bunların çok önemli gördüğümüz birkaç tanesini işleyeceğiz. Ailemizle ve çevremizle paylaşalım, inşallah istifadeye vesile olur.
Cenab-ı Hakkın imandan sonra en çok önem verdiği ve Kur’an’da yaklaşık 100 kez emrettiği ibadet namazdır. Rabbimiz çeşitli vesilelerle namaz üzerinde ısrarla durmuştur.
Diyebiliriz ki, Allahü Teâla kâinatı insan için, insanı da ibadet ve namaz için yaratmıştır. Kur’an’da defalarca “iman eden ve salih amel işleyen kimselerin kurtuluşa ereceği ve cennetlik olacağı” müjdelenir. İşte salih amellerin başı namazdır.
İki farklı ayette, “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, günahtan ve azaptan korunasınız.” “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım” buyuran Rabbimiz, çok açık bir şekilde var oluş gayemizi belirtmiş oluyor. (Bakara: 21, Zâriyat: 56)
Çevremize baktığımızda, bütün varlıkların bir vazifesi olduğunu görürüz. Güneş bizi ısıtmakta ve aydınlatmakta, hayvanlar etiyle, sütüyle, gücüyle, yumurtasıyla, balıyla bize hizmet etmekte, türlü türlü bitki ve sebzeler bizim için gıda olmakta, âdeta bütün varlıklar insanı memnun ve mutlu etmek için gece gündüz çalışmaktadır.
Bütün varlıkları bir gaye için vazifelerle donatan Rabbimizin insanı gayesiz, hikmetsiz, vazifesiz yaratması mümkün müdür? İşte bizim vazifemiz de, başta namaz kılarak ve diğer ibadetlerle Allah’a şükretmektir.
Rabbimiz, bize sayamayacağımız kadar çok nimetleri ihsan etmiştir. Sadece vücudumuz ve organlarımız, her organa ayrı ayrı ihsan edilen nimetleri düşünsek bile ne büyük lütuflara mazhar olduğumuzu anlayabiliriz. Amerika’da ayağı yürüyen merdivene sıkışıp kesilen bir çocuğa bir mahkeme, milyonlarca tazminat verilmesini kararlaştırmıştır. Bir böbrek nakli yüzbinlerce liraya mal olmaktadır. Bunların bedelini kazanmak için belki de binlerce yıl çalışmak gerekmektedir.
Namaz kılan huzurlu ve mutludur
Şöyle bir düşünsek: Gözlüğü, ayakkabıyı, elbiseleri yapanlara bir bedel ödüyoruz da, gözümüzü, ayağımızı, vücudumuzu yaratan Rabbimize bir bedel ödememiz gerekmez mi?
Rabbimiz sayısız organlarımızı, duygularımızı bize sonsuz lütfu ve keremiyle bağışlamış, bizden herhangi bir bedel değil, sadece şükür istemiştir. Bu hususta Rabbimiz şöyle buyurur:
“Beni zikir ve ibadetle anın ki, ben de sizi rahmet ve nimetle anayım. Bana ibadetle şükredin, sakın nankörlük etmeyin. Ey iman edenler! Allah’tan, sabırla ve namazla yardım isteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara: 152-153)
Allah’ın bizden istediği namaz, o kadar kolay, rahat, tatlı ve güzeldir ki, kim namazını düzenli olarak kılsa büyük bir huzur, sevinç ve mutluluk hisseder.
Bu muhteşem ibadeti terk etmenin ahirette acıklı azaba sebep olduğunu belirten Kur’an-ı Kerim, namazı, kabir ve Cehennem azabından kurtuluşa bir vesile olarak anlatır. Bu hususta verilen şu müjde ne kadar anlamlıdır:
“Mü’minler, kabir ve Cehennem azabından kurtularak, Cenneti kazandılar. Onlar, namazlarını Allah’tan korkarak, hürmet ve tevazu içinde ve tâdil-i erkân ile kılarlar.”(Mü’minûn: 1-2)
“Namazı terk eden dinini yıkmış olur”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Namaz dinin direğidir, kim namaz kılarsa dinini ayakta tutar, kim terk ederse dinini yıkmış olur” buyurmuştur. Gerçekten de yaşanmayan bir din dünyada da, ahirette de bizi kurtarmaz. Demek ki namaz dinî yaşayışımızın direğidir. Namaz kılmayarak dini yıkılmış bir Müslüman olmayı kabullenebilir miyiz? Bunun için namaza dört elle sarılmamız gerekir.
Yine Peygamberimiz (s.a.v.), “Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir” buyurarak, namazın vazgeçilmez üstünlüğünü vurgulamıştır. Bugün namazı ihmal etmek, tembellik yapmak, üşenmek belki nefsimizin hoşuna gidebilir. Ama namazı terk etmenin bedeli çok ağırdır.
Beş vakit namaz Miraçta, perdesiz ve aracısız olarak doğrudan doğruya Allah tarafından emredilmiştir. Buna işaret eden Peygamberimiz, “Namaz mü’minin miracıdır” buyurmuştur. Bu yüzden namaz, Rabbimizle manen görüşmek, konuşmak, Ona derdimizi arz etmek, yardım istemektir.
Namaz en büyük ve ebedî sevgilimiz olan Rabbimizle buluşmaktır. Bizler, her zaman en çok Rabbimizi sevdiğimizi söyleriz. O halde Sevgilimizin huzuruna koşa koşa gitmek ve namazı coşa coşa kılmak gerekmez mi?
Namaz Rabbimizle dostluk kurmak ve iletişimde bulunmanın en önemli yoludur. Onunla dost olan, düşmanlarına ve dertlerine karşı çaresiz kalır mı?
Peygamberimiz (s.a.v.) namazı, “herkesin evinin önünden akan ve günde beş kez yıkandığı manevî bir ırmağa” benzeterek, “namazın kişiyi günahlardan arındırdığını” belirtir. Böyle muhteşem bir fırsatı değerlendirmek, yapacağımız en güzel uğraş değil midir?
Namazın büyük önemi yüzünden Bedir Savaşında Peygamberimiz ve ashabı kendilerinden üç kat fazla olan düşmanla çarpışırken bile, üstelik cemaatle namaz kılmışlardır. Rabbimiz de onlara üç bin melekle yardım etmiş ve zafer ihsan etmiştir.
Namaz, savaşta bile ertelenmezse, ne zaman kazaya bırakılır?
Bir tane namaz kılmayan sahabe yoktur
Namaz çok önemli olduğu için savaşta, hastalıkta, yolculukta, yoğun iş ortamında, hatta yaralıyken bile kılınmıştır. Sadece bazı kolaylıklar gösterilmiştir. Hz. Ömer (r.a.), suikasta uğradığı gün yaralıyken bile namaz kılmıştır. Peygamber Efendimizin 100 bin sahabesi içinde bir tane namaz kılmayan yoktur.
Bu gerçekler ışığında, her şeye rağmen namaz kılmak için can atmamız gerekmez mi?
Ne yazık ki, nefis ve şeytan namaz kılmamak için bir sürü bahane uydurur. Söz gelişi, kimi insanlar, “Allah büyüktür, affeder” diye düşünürler. Oysa bu şeytanın bir oyunudur. Çünkü Allah Kendi Peygamberini bile namazla mükellef tutmuş, hatta teheccüd gibi ona özel bazı farzlar emretmiştir.
Kimi insanlar, “Daha gencim, yaşlanınca kılarım” der. Hâlbuki yaşlanıncaya kadar kalmaya kimin garantisi var? Üstelik uzun ömürlü olsak bile, ahirette gençliğimizden itibaren bize hesap sorulmayacak mı?
Bazıları da “Zamanım yok” der. Zamanı yaratan Allah’tır. Her şeye zaman bulup, namaza bulmamak olur mu? Acaba boş ve gereksiz konuşmalarla, faydasız televizyon programlarıyla ve telefonla meşgul olmakla kaybettiğimiz zamanları hesap ettik mi hiç?
Kimileri de, “Çalışmak da bir ibadettir” diye düşünür. Gerçekten de, çalışmak, ancak namaz kılmak, meşru bir iş yapmak ve güzel bir niyet taşımak şartıyla ibadettir.
Bazıları da namaz hiç bitmediğinden usanır. Oysa her gün yemek yeriz, su içeriz, havayı teneffüs ederiz, ama usanmayız, aksine lezzet alırız. Peki, ruhumuzun ve kalbimizin gıdası olan namazdan niye usanalım? Lezzet almamız gerekmez mi?
Biz yeter ki namaz kılmak isteyelim, Rabbimiz en zor şartlarda bile namaz için zaman ve imkân yaratır.
Yarına çıkmaya garantimiz yok
Dinimizin büyük önem verdiği namaz, maalesef büyük ihmale uğramaktadır. Beş vakit namaz kılan sayısı çok az olduğu gibi, bunlar arasında da sık sık kazaya bırakanlar vardır. Özellikle sabah namazı, uyku ve yorgunluk yüzünden ihmal edilmektedir. Oysa Peygamberimiz, “Sabah namazının iki rekat farzı dünya ve içindekilerden hayırlıdır. Sabah namazını kılan Allah’ın garantisi altındadır” buyurmuştur. Namazı önemseyip beyin ve kalp saatimizi kurarsak, hiçbir vakit kazaya bırakmayız.
Namaza olan aşk ve şevkimizi arttırmak, sevgimizi ve şuurumuzu geliştirmek için çaba harcamalıyız. Kendimizi namaz konusunda okuyarak, dinleyerek, araştırıp yeni bilgiler öğrenerek geliştirelim. Çünkü namazsız geçen bir günümüz bile olmamalıdır.
Eğer beş vakit namaz kılmıyorsanız, hiç ertelemeden hemen bugün başlayın. Çünkü yarına çıkmaya garantimiz yok. Eğer zaten kılıyorsanız, hiç kazaya bırakmayın. Hiç eksiksiz kılıyorsanız, daha mükemmel ve huşu içinde kılmak için çırpının. Ayrıca eşinize, çocuklarınıza ve çevrenize namazı anlatın, güzelce teşvik edin.
Cenab-ı Hak hepimizi, namazı dosdoğru kılan, çevresine örnek olan ve başkalarını teşvik eden müminlerden eylesin.