MEHMET TAHSİN-TR724.COM
7 Haziran 2015 seçimlerinden ağır yaralı çıkan AKP tek başına iktidar olamadı. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından yürütülen koalisyon görüşmeleri de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın müdahalesiyle sonuçsuz kalınca erken seçime gidildi.
İşte ne olduysa o andan itibaren terör gemi azıya aldı, bombalar mantar gibi patlamaya, insanlar ölmeye başladı.20 Temmuz’da 34 kişinin hayatını kaybettiği Suruç katliamıyla Türkiye karanlık bir döneme girdi. 6 Eylül’de Dağlıca’da 16 askerin şehit olması gerilimi artırdı. 10 Ekim’de Ankara’da düzenlen Barış Mitingi sırasında patlayan bomba sonucu 102 vatandaşımız hayatını kaybetti.
Bu kanlı saldırıdan 10 gün sonra, Van mitinginde konuşan Başbakan Ahmet Davutoğlu, iktidardan indirildikleri takdirde meydanın Beyaz Toroslar’a kalacağını iddia etti.
7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar yaşananların oluşturduğu korku iklimi, AKP’nin tekrar iktidara uzanmasını sağladı. Neyse ki AKP tekrar iktidardaydı artık. Beyaz Toros’ların ortaya çıkmasına gerek de kalmamıştı. Aradan çok zaman geçmedi, ‘Pelikan Çetesi’nin hedefi olan Ahmet Davutoğlu Başbakanlık’tan istifa etti. 2,5 ay sonra da malum 15 Temmuz Darbe Girişimi oldu.
Beyaz Toroslar Siyah Transporter olarak geri döndü
İşte tam da o günlerde Beyaz Toroslar tekrar ortaya çıktı; ama bu defa beyaz değil, Siyah Transporter şeklinde. Yolda yürüyen birinin yanına yaklaşan Siyah Transporter’ın güpegündüz, çoğu zaman onlarca kişinin gözü önünde, başına çuval geçirerek kaçırıldığı haberleri duyulmaya başladı.
HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun verdiği bilgiye göre 15 Temmuz 2016’dan sonra biri kadın toplam 27 kişi bu şekilde kaçırıldı. Bunlardan biri hariç tamamı Gülen Cemaatine mensup olduğu belirtilen kişiler.
Bu insanlar açık alanlardan, çoğu zaman kameraların da olduğu yerlerden bir Siyah Transporter’a tıkılıyor. Haftalarca ortaya çıkmıyor. Yakınları polise gidiyor ancak ‘bizde yok’ cevabından başka bir şey alamıyor. Bir süre sonra bu kişilerden bazıları ilgisiz yerlerde ortaya çıkıyor. Ancak ne olup bittiğini anlatmıyor, konuşmuyor ve uzun süre sessizliğe gömülüyorlar.
Bir zaman sonra yakınlarına anlattıklarında ortaya çıkıyor ki bu kişiler legal olmayan merkezlere legal olmayan usullerle sorgulanmış, işkencenin her türlüsüne maruz kalmış, aç susuz bırakılmışlar. Haftalar sonra da legal merkezlerde ortaya çıkmışlar.
Bu şekilde kaçırılan kişilerin yakınları, resmi kaynaklardan cevap alamayınca çaresizce sosyal medyada seslerini duyurmaya çalıştılar. İlk zamanlar Milletvekilleri Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Sezgin Tanrıkulu dışında kimse seslerini duymadı. Bu iki milletvekilinin mecliste verdikleri soru önergeleri, İçişleri ve Adalet bakanları adeta duvar gibi cevapsız bırakıldı. Gergerlioğlu ve Tanrıkulu’nun Mecliste kaçırılmalarla ilgili bir komisyon kurulması teklifi MHP ve AKP’lilerin oylarıyla reddedildi. Kaçırılanları yakınları bu defa çareyi uluslararası mercilere taşıdı. Birleşmiş Milletler ve AİHM Türkiye’ye kaçırılmaları sordu. Ama Adalet bakanlığı cevap veremedi.
Son örnek geçtiğimiz Şubat ayında bir mahkeme dosyasında isimleri geçen 6 kişi farklı illerde ardı ardına kayboldular. Tam 6 ay sonra bu kişilerden Salim Zeybek, Özgür Kaya, Erkan Irmak ve Yasin Ugan’ın Ankara Emniyeti’ne giderken GBT’ye yakalandıklarını henüz avukatları birden Ankara Emniyeti’nde ortaya çıkıverdi. Emniyet yetkililerine göre 6 ay önce aynı zamanda kaybolan altı kişiden dördü, nasıl bir tesadüfse (!) artık, sokakta yürürken GBT kontrolüne takılarak alınmışlar. Halbuki aileler ilk arandığında bu kişilerin bir operasyonda yakalandıkları söylenmişti.
6 ay sonra ortaya çıkan Salim Zeybek, Özgür Kaya, Erkan Irmak ve Yasin Ugan, 11 gündür Ankara Emniyeti’nde tutulmalarına rağmen avukatlarıyla görüştürülmüyor. Ailelerin sosyal medya hesaplarını kapatması ve yapılan uluslararası başvuruların geri çekilmesi için yoğun baskılar yapıldığı söyleniyor. Belli ki birileri işledikleri suçların farkına vardı ve örtbas etme peşinde.
İddialar ciddi. Bütün oklar MİT ve İçişleri Bakanlığını işaret ediyor. İnsanlar MİT mensubu oldukları iddia edilen kişiler tarafından kaçırılıyor, MİT’ten bir yalanlama gelmiyor. Aylar sonra ortaya çıkan kayıplar bu defa Emniyet’e alınıyor, aynı kötü muamele devam ediyor. Emniyet veya İçişleri Bakanlığından tek bir açıklama yok.
Velev ki kaçırmaların sorumlusu MİT veya İçişleri Bakanlığını değil. Peki, vatandaşlarının can güvenliğini korumakla yükümlü olan bu mercilerin sorumluluğu olması gerekmez mi?
Son yıllarda hukuk devletinden hızla kabile devletine evrilen Türkiye Cumhuriyeti’nde bu tür durumlarda sorumluluk alan kimse çıkmıyor. Halbuki modern demokrasilerde bu tür durumlarda birileri bedel öder.
Kosova’da kaçırılmalar İstihbarat şefi ve İçişleri Bakanını yedi
Geçtiğimiz aylarda MİT’in Kosova’dan kaçırdığı 6 Türk vatandaşı, ülkede siyasi krize neden olmuştu. Olayın duyulması üzerine Twitter hesabından açıklama yapan Kosova Başbakanı Ramush Haradinaj, “Operasyondan benim haberim yok.” demiş, Cumhurbaşkanı Haşim Taçi ise, yazılı açıklamayla ülkesindeki kurumların yabancı vatandaşların haklarını korumada başarısız olduğunu itiraf etti. Ardından Kosova Başbakanı Haradinaj, İstihbarat şefi ve İçişleri Bakanını görevden aldı.
15 yaşındaki Alexandra Maceşanu, köyüne gitmek için bindiği aracın sürücüsü tarafından kaçırıldıktan sonra tecavüz edilerek öldürülüyor. Genç kızın üç kez aramasına rağmen polisin 19 saat sonra müdahale etmesi nedeniyle Başbakan Viorica Dancila, Emniyet Genel Müdürünü, cinayetin gerçekleştiği şehrin emniyet müdür yardımcısı ve vali yardımcısını da görevden aldı. Kurbanın üç kez 112’yi aramasına rağmen, cinayetin işlendiği adresi yanlış tespit eden Telekomünikasyon İletişim Kurumu (STS) Başkanı istifa etti.
Dikkat edin, genç kızı kaçıran bir devlet görevlisi değil, adi bir suçlu. Ama işini doğru yapmadığı için bir genç kızın ölümüne neden olan devlet görevlileri bedel ödüyor.
Maalesef bizde genelde bunun tersi oluyor, bu tür vakaların sorumluları hiçbir zaman hesap vermediği gibi çoğu zaman terfi ile ödüllendirilebiliyor. Kaçırma, işkence ve benzeri hukuk dışı uygulamalar, çoğu zaman tepeden gelen talimatlarla yapıldığından, hiçbir bürokrat ve siyasetçinin istifası veya görevden alınması söz konusu olmuyor. Aksine, yukarıdan gelen emirlere uymayıp direnenlerin görevlerine son veriliyor.