Çile, inanmış bir gönlün hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. Dâvâsı büyük olanların çilesi de büyük olur.
Hayatını inanmış olduğu değerlere adayan bir hizmet kahramanı, Kur’an hizmeti adına gerektiği zaman haysiyetini, şerefini, elde ettiği imkânlarını, hatta hayatını fedâ etmeye hazır; bu yolda her türlü zulme, işkenceye, musîbet ve belâlara göğüs germeye azimli bir çilekeştir.
Bunların olmaması için de mü’min, var gücüyle esbabda kusur yapmadan, planlı programlı, barışı ve güveni sağlayacak şekilde, metotlu ve sistemli çalışması gerekmektedir.
Kendisini hak ve hakikate adamış bir ruh, bu yolda karşılaşacağı bütün sıkıntılara, musîbet ve belâlara karşı katlanmaya söz vermiştir. Bundan dolayı bütün zorluk ve meşakkatlere aldırmadan, kalbini Allah’ın rızâsına, Resûlullah’ın (sav) hoşnutluğuna kilitlemiş olarak şu veya bu nedenlere ve engellere takılmadan, gece gündüz imkânlarını seferber ederek, Allah ve Resûlullah’ın yâdını herkese duyurma ve sevdirme yolunda koşar ve koşmalıdır.
Adanmış ruh, ölümle sona erecek dünyânın fâni ve basit şeylerine takılmadan, pes edip yılmadan, bezginlik göstermeden, sağa sola saldırmadan, ‘her an Azrâil (as) kapımı çalabilir’ mülâhazasıyla, zamanı ve ömrünü israf etmeden hizmete, yangından nesli kurtarmaya, şûrâya bağlı olarak biri iki yapmaya gayret gösterir.
Dünyâyı bir misâfirhâne olarak gören, kalbiyle Allah arasına hiçbir engel koymayan, her şeyi Yaratan’dan dolayı seven ruh ve gönül eri, durmadan, yorulmadan, hizmet-i îmâniyye ve Kur’âniyye ile insanlığın huzurlu olması, muhtaç gönüllere hakikatlerin duyurulması, mülkün gerçek sâhibinin tanıtılması ve sevdirilmesi yolunda gayret gösterir.
Zulmün, ihânetin, nifakın, fısk-ı fücûrun, îmân vefazîletiher devirde boğmaya çalıştığı gibi günümüzde de; sarsılmaz iman, bitmez ve tükenmez sabır, çelik gibi irâde, eğilmeyen baş, boğulmayan ses ve nefes, aynı zamanda ahlâkı, edebi, fazîlet ve meziyetleriyle mücehhez nesiller yetiştirilmelidir ki, bu saldırılara mukâbele edilebilsin, paratoner oluşturulmuş olsun.
Böylesine îman ve ihlas şuuruyla yetişen nesillere, hiçbir zaman engel konulamaz. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun sabırla, tevekkülle karşı kor, îmânını, izzetini, haysiyet ve şerefini korur. Bilerek ve irâdî olarak müsbet hareketi tercih eder, bütün gayretini emniyet ve asayişin temininde sarf eder. Kendilerine kötülük bile yapılsa, hizmet edeyim derken başkalarının zarar görmesine vicdânı müsaâde etmez.
Hz.Üstad’ın (r.aleyh) ifâde ettiği gibi; ‘Bizim vazîfemiz, ihlâs ile îman ve Kur’an’a hizmet etmektir. Muvaffak etmek, halka kabul ettirmek ise, vazife-i ilâhiyedir. Mağlup da olsak, kuvve-i mâneviyyeye ve hizmetimize noksanlık vermemeliyiz’ Çünkü kalblere hükmeden Allah’dır. Îmanı, sevgiyi, kalbe Allah kor.
Onun için bugün, hizmet adına hiçbir beklentiye girmeden, kavga gürültüye fırsat vermeden, uhrevî değerleri öne çıkararak, Allah’ın insan olarak yarattığı milyonlarca kişilerin îmana muhtaç olduğu, küfür ve dalâlet yangınında perişan olup âhiretini zayi ettiği bir dönemde, tulumbasını alıp yangın söndürmeye, enkazdan insan kurtarmaya gayret etme zamanıdır.
Yine Büyük çilekeş Hz.Üstad; ‘Bana ızdırab veren, yalnız İslam’ın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi. Onun için mukâvemet etmek kolaydı. Şimdi tehlike içerden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi mukâvemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezemez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basîret gözü körleşirse, îman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım yegâne ızdırabım budur’ diyor ve ‘…Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem, orası da bana zindan olur. Milletimin îmanını selâmette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur. Milletimin îmanı, saâdet ve selâmeti uğrunda nefsimi de, dünyâmı da feda ettim’ buyuruyor. (Tarihçe-i Hayat)
Nahl sûresi 110 ve 111. âyetlerde Cenâb-ı Hak; “Bundan sonra şunu bil ki: Şüphesiz ki senin Rabbin, mihnet ve işkenceye, zulme ve baskıya uğradıktan sonra mücâhede edip sabreden, ardından da hicret edenlerle beraberdir.Evet, Rabbin, onların bütün bu güzel hareketlerine karşılık elbette onları bağışlayıp ihsanda bulunacaktır. Çünkü O gafûrdur, rahîmdir.”
“Gün gelecek, herkes sâdece kendisini kurtarmaya bakacak, gözü başkasını görmeyecek, her şahsa, yaptıklarının karşılığı tamtamına ödenecek, kendilerine asla haksızlık edilmeyecektir” buyurmaktadır.
Yine Nahl sûresi 127 ve 128. âyetlerde de Rabbimiz; “Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir. Kâfirlerin yüz çevirmelerinden mahzun olma, yaptıkları hilelerden dolayı da telaş edip darlanma.”
“Çünkü Allah fenalıktan korunanlar ve hep güzel davrananlarla beraberdir” buyurmaktadır.
Beşerin dünya ve âhiret mutluluğunu sağlamak için, tevhid hakikatine gönülden bağlanan, fikrî, kalbî ve ruhîistihâlelerden geçerek müstakim, kâmil fertlerden oluşan bir cemaat ve toplum oluşturmak hizmet insanlarının gâyesi olmalıdır.
Onun için başta Kur’an-ı kerim’i, Sünnet-i Seniyye’yi ve sahâbe efendilerimizi (r.anhüm) rehber edinerek, hem nefsimizin, hem de neslimizin kaynaklarımızdan sistemli bir şekilde çok iyi beslenmesini sağlamalıyız. Bir defaya mahsus olmak üzere gözümüzü açtığımız dünyâyı,âhiret pazarı olarak iyi değerlendirmeli, vazifelerimizi yapmış olmanın mutluluğu ve huzuru içinde hâkimler hâkimi Allah huzuruna gitmeye hazır olmalıyız.