Cezaevinde tutuku bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yeniden tutuklanmasına karar verilen duruşmadaki ifadesi kamuoyuna yansıdı.
Ankara’da yargılandığı dosyadan tahliye edildikten sonra, hüküm giydiği cezadan tutuklu yattığı sürenin mahsup edilmesi talebi kabul edilen ve tahliye edilmesi beklenen Selahattin Demirtaş hakkında aynı suçlamayla yeni bir tutuklama kararı verildi.Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 6-8 Ekim 2014’teki Kobani olayları nedeniyle düzenlenen izinsiz gösterilere ilişkin soruşturması kapsamında video konferans sistemi üzerinden şüpheli olarak ifadesi alınan Demirtaş şunları söyledi:
“Suçlamaları anladım. Bugün Cumhuriyet Savcısı tarafından tutuklanmam istemiyle Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmemin sebebi, iktidarın siyasi çıkarları ve kendi iktidarını sürdürme çabalarından kaynaklanmaktadır. Şu anda aleni bir şekilde yasa dışı ve hukuka aykırı işlem yapılmaktadır. Bana okuduğunuz suçlamalar 4 Kasım 2016 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca zaten tarafıma yönetilmiş ve aynı suçlama nedeniyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanmama karar verilmiş suçlamalardır. Bu suçlamaya dair hakkımda düzenlenen iddianamede 6-8 Ekim olayları olarak bilinen süreçte ülke genelinde yaşanmış olan bütün ölüm, yaralanma ve mala karşı suçların tamamı delil olarak dosyaya sunulmuştur. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde bu suçlamalara dair sorgum yapılmış, kovuşturma sürdürülmüş, 3 yıla yakın da tutukluluğun bu gerekçelerle devam ettiği, o süreçte devam eden tutukluluğum hakkında dosya Anayasa Mahkemesi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Alt Dairesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi büyük dairesi önünde de görülmüştür.
“Bu süre zarfında gerek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı gerekse Adalet Bakanlığı’nın AYM ve AİHM sunduğu hükümet savunmalarının hiçbirinde bugün Ankara Savcılığı’nın bana yönelttiği suç maddelerinin hiçbirisi mevcut değildir. Türkiye’de yargının yürütme erkinin baskısı ve telkini altında politik kararlar verdiği yoğun bir şekilde kamu oyunda tartışılmakladır ve bu durum kamuoyunda aleniyet kazanmıştır. AİHM Alt Dairesi de 20 Kasım 2018’de benimle ilgili vermiş olduğu kararda AİH Sözleşmesinin 18. maddesinin siyasi amaçlarla ihlal edildiğine ve tutuklanma ile yargılanma süreçlerinin muhalefeti bastırmak, demokratik toplum düzenini ortadan kaldırmak amacıyla yapıldığına hükmedilmiştir. Ancak bu karar şu anda büyük daire tarafından yeniden ele alınmıştır.
Şu anda iktidar partisinin kamuoyu araştırmalarına göre çok ciddi bir oy kaybına uğradığı, olası bir seçimi kazanamayacağı ve parlamentodaki çoğunluğu tümden kaybedeceğini araştırma şirketleri iddia etmektedir. Tam da böyle bir süreçte 3 yıla yakındır tutuklu olduğum ve yargılama konusu arasında bugünkü suçlamalarında bulunduğu suçlamalardan savunmalarım tamamlanmış olduğu gerekçesiyle tahliyeme karar verilmiştir. Yine daha önce İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesince açık politik amaçlarla hakkımda verilmiş olan 4 yıl 8 aylık hüküm nedeniyle cezaevinden tahliye edilmem mümkün olmamıştır. Hem siyasi ortamlarda hem de tüm kamuoyunun gözü önünde Selahattin Demirtaş serbest kalacak mı tartışması yürütülürken bugün sabah saat 10.00 sularında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı konu ve içerik belirtmeden bir soruşturma nedeniyle şüpheli sıfatıyla ifademi almak üzere bana tebligat yapmıştır.
Ben cezaevinden yazdığım dilekçe ile avukatlarıma haber verebilmem ve yanımda avukatlarımın da bulunabileceği bir zamanda ifade vermek istediğimi belirttim. Ancak Cumhuriyet Savcısı 3 defa cezaevini telefonla arayarak benim SEGBİS’e çıkmamı ve bu dilekçede belirttiğim beyanları sözlü olarak ifade etmemin yeterli olacağını belirtmiştir. Bunun üzerine ben de saat 14.00 gibi bulunduğum cezaevinden Savcılığa SEGBİS aracılığı ile bağlandım. O sırada telefonla kendisine haber verilen Avukat Kenan Maçoğlu da tüm bunlara tanıklık etti. Ben Savcılıktan suçlamaların ciddiyeti nedeniyle delillerimi hazır bulundurabileceğim, avukatlarımla da görüştükten sonra ifade verebileceğim kadar kısa bir süre talep ettim. Cumhuriyet Savcısı da “Elbette ki süreyi size veriyorum, burada bizzat hazır bulunmanızda da hiçbir sakınca yoktur, sadece bugün size suçlamayı okumuş olduk” dedi. Ben de bu soruşturmanın mükerrer olduğunu, bu konuyu göz önünde bulundurup bulundurmadıklarını sordum, savcı da “Evet ondan haberim var” dedi. Sonrasında SEGBİS bağlantısı sona erecek ben avukatımdan savcı ile görüşüp makul süre ve uygun bir tarih belirlemesini ve bana da iletmesini bekliyordum ki Edirne’de bulunan avukatım cezaevine gelerek Savcılığın beni tutuklamaya sevk ettiğini söyledi.
20 yıllık hukukçuyum
Ben 3 yıldır cezaevindeyim. Ancak akli melekelerimi yitirmedim. 20 yıllık hukukçuyum. 12 yıl da milletvekilliği yaptım. Böylesi yargı operasyonunun siyasetin telkin ve talepleri doğrultusunda yapıldığını anlayacak kadar deneyimliyim. Şu anda yapılan sorgu işlemi bile usule aykırıdır. Aynı tutuklamaya dair mükerrer sorgu yapılması, tutuklu kaldığım bir kovuşturmayla ilgili yeni bir tutuklama talebine karşı savunma yapmam istenmektedir. AİHM Sözleşmesinin 18. Maddesine, AİH Sözleşmesinin 14. Maddesine, Anayasanın eşitlik maddesine, Anayasının herkes kanun önünde eşittir maddesine, Ceza Hukukunun ve Usul Hukukunun aynı suçtan dolayı birden fazla yargılama yapılamaz ilkesi ve daha aklıma gelmeyen bir sürü ilkeye aykırıdır.
Suçlamaların konusuna gelince bu konuda Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde çok sayıda savunma yaptım ve belge delili sundum. Aynı şekilde Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen ve kamuoyunda Yasin Börü davası olarak bilinen davayla benim davamın birleştirilmesi gerektiği, yargılandığım mahkeme tarafından resen karara bağlanmış, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi sanık Selahattin Demirtaş’ı davamızın konusuyla alakasının olmadığı, dosyanın hiçbir yerinde ismimin geçmediği, dolayısıyla iki dava arasında bağlantı olamayacağı gerekçesiyle birleştirmeyi reddetti. Beni yargılayan mahkeme birleştirmede ısrar edince konu Ankara İstinaf Mahkemesine taşınmış ve Ankara İstinaf Mahkemesi birleştirme talebinin reddedilmesi gerekçelerinin doğru olduğu tespitinde bulunarak birleştirme talebini reddetmiştir. Ancak bütün yargılama süreçleri boyunca iktidar partisinin bütün sözcüleri, eski başbakanlar, bakanların neredeyse tamamı ve iktidara yakınlığı ile bilinen tüm medya organları benim 54 kişinin katili olduğumu, sayısı binleri aşacak defa kamuoyunda tartışmış ve ilan etmişlerdir.
HDP, hiç bir yerde en küçük bir şiddet olayına sebebiyet vermemiştir
“En nihayetinde de bugün beni 6-8 Ekim’de katledilen yurttaşlarımızın azmettiricisi olduğum iddiasıyla sizin karşınıza tutuklama talebiyle çıkarmayı başarmışlardır. 6-8 Ekim tarihlerinde yaşanan olayların üzerinden 5 yıl geçmiştir. Bu 5 yıl zarfında AKP İktidarının partim HDP’ye, şahsıma ve eş başkanımız sayın Figen Yüksekdağ’a yönelik siyasi linç kampanyaları devam etmiştir. Kamuoyunda bizimle ilgili söylenen yalanların, atılan iftiraların hiçbir gerçekliği yoktur. Bugün sorgulamaya konu HDP Genel Merkezi tarafından 6 Ekim 2014 tarihinde akşam saatlerinde atılan tweetler hiçbir şekilde şiddet çağrısı içermediği gibi şiddetin iması bile yoktur. Zaten 6-8 Ekim Şiddet Provakasyonları 2 Ekim tarihinde akşam saatlerinde Muş’un Varto ilçesi merkezinde partimizin sempatizanı olan bir gencin polis kurşunuyla katledilmesiyle başlamıştır. HDP Genel Merkezi tarafından atılan tweetler hiç bir yerde ne halkı galeyana getirmiş ne de en küçük bir şiddet olayına sebebiyet vermemiştir.
Şiddet ve provakasyon olaylarını durdurmaya çalıştık
Halkın asıl galeyana geldiği saatler HDP’nin tweetleri sonrası değildir. Muş’ta bir gencin öldürüldüğü saatlerin sonrasıdır ve o saat itibariyle de ben ve arkadaşlarım İçişleri Bakanı Efkan Ala ile saat başı sürdürdüğümüz telefon trafiği ile şiddet ve provakasyon olaylarını durdurmaya çalıştık, 7 Ekim tarihi itibariyle kamuoyuna yaptığım bir açıklamada henüz ortada başka bir ölüm ve şiddet olayı yokken bütün şiddet gösterilerini protesto ettiğimizi, kınadığımızı, bizimle hiçbir alakasının olamayacağını, şiddet eylemlerini yapanların sadece provokatör olduğunu ve bunların derhal durması gerektiğini kameraların önünde söyledim. Bunun delilleri yargılandığım dosyada mevcuttur.
Aynı şekilde ertesi günde hükümet yetkilileri ile çok yakın temas içerisinde, neredeyse her saat milletvekillerim aracılığı ile telefonla veya yüz yüze konuşarak, bu tür provakasyonların nasıl önlenebileceği konusunda hem işbirliği yaptım hem de görüş alışverişi yaptım. Ayın 5’inde hükümet yetkililerince bize şu öneri yapıldı. Dendi ki “Bu provakasyonların asıl amacı çözüm sürecini bitirmektir.” Çünkü o dönemde barış süreci devam ediyordu. Görüşmeler sürdürülüyordu. Biz de hükümetle bu konuda hemfikir kaldık. Hatta yabancı istihbarat örgütlerinin ve devlet içerisinde çöreklenmiş derin yapıların harekete geçmiş olabileceğini birlikte tespit ettik.
Sırrı Süreyya Önder üzerinden bana haber gönderdi
O günlerde ve o saatlerde ne hükümetten ne de kamuoyundan yaşanan provakasyonların HDP’nin twetlerinden kaynaklandığına dair hiçbir beyan, görüş veya algı yoktur. Hatta biz de, hükümet de HDP’nin yaptığı çağrının etkili olmadığını biliyorduk ve neredeyse o çağrı unutulmuştu. Hedefin çözüm süreci olduğunu düşündüğümüz için de hükümet İmralı’da Abdullah Öcalan’dan bir mektup getirirsek Selahattin Bey okur ve bunu kamuoyuna açıklar mı diye milletvekilimiz Sırrı Süreyya Önder üzerinden bana haber gönderdi. Ben de bu şiddet, terör ve provakasyonların durması için her şeyi yapabileceğimi buna da hazır olduğumu belirttim.
O mektubu da kamuoyuyla paylaştım
“Ayın 9’unda, bir gün sonra Adalet Bakanlığı İmralı cezaevine resmi bir devlet heyeti göndererek Öcalan’dan da bu provakasyonların durması konusunda çağrı yapmasını istedi. Öcalan da kendi el yazısıyla kısa bir not yazarak devlet yetkililerine teslim etti. Adalet Bakanlığı bu mektubun fotoğrafını WhatsApp üzerinden Sırrı Süreyya Önder’e, Sırı Bey de bana gönderdi. Ben o esnada Diyarbakır’da basın mensuplarını toplamış, çağrıyı tekrarlamaya, şiddetin durmasını istediğimizi belirtmeye ve Öcalan’ın da çağrısını eklemeye hazırlanıyordum. Nitekim o saatte mektup yetişti ve 9 Ekim’de şiddet olaylarını kınadığımızı, durması gerektiğini, Öcalan’ın da mektubunda bunu belirttiğini ifade ederek o mektubu da kamuoyuyla paylaştım.
Hükümet yetkilileri bana çabalarımızdan dolayı teşekkür etti
Dönemin Hükümeti Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu işbirliği ile uyum içerisinde bu şiddet olaylarının durmasını sağladık. Hükümet yetkilileri bana ve arkadaşlarıma samimi çabalarımızdan dolayı teşekkür ettiler. Bizler de bu tür büyük provakasyonların nereden kaynaklandığını, devlet içerisinde hangi zaafiyetten yararlanarak bu tür kışkırtmaların yapılabildiğinin tespit edilmesi amacıyla çok sayıda araştırma ve soru önergesi verdik. O soru önergelerinde de açıkça belirtildiği gibi Diyarbakır, Batman, Muş, Van, Mardin ve Gaziantep baş olmak üzere birçok şehirde resmi ve sivil polis gücünün kitleyi kışkırtmak için ciddi provakasyonlar yaptıklarını, duyumlarını aldık, tanıklarını belirttik, hem de mobese kamera görüntülerini sunduk. Bizim ve Hükümetin o süreçteki ortak tespiti buydu.
Devlet içerisindeki paralel bir yapı, çözüm sürecini bitirebilmek adına Varto’da bir genci katlederek provakasyonu tetikledi. Sonrasında HÜDAPAR ve HDP’yi, HDP ile AKP’yi ve bunların tabanlarını karşı karşıya getirebilmek için bütün tarafların sempatizanlarına saldırılar yaptılar. Bakanlar da bu sürecin gözlemcisi ve tanığıdır. Ancak 2015 yılına girdiğimizde 28 Şubat 2015 tarihinde Hükümet ile HDP arasında hazırlanıp Dolmabahçe Sarayında deklare edilen çözüm mutabakatının iktidar tarafından reddedilerek, inkar edilerek, çözüm sürecinin bitirilmesinin akabinde özellikle benim ismimi zikrederek 6-8 Ekim’in katili Demirtaş demeye başladılar.
“Asıl amaç partimi yıpratarak yüzde 10 seçim barajının altında bırakmaktı.
Bundan, bu söylemin kamuoyundan dolaştırılmasından umulan asıl medet 7 Haziran 2015 seçimlerinde beni ve partimi yıpratarak yüzde 10 seçim barajının altında bırakmaktı. Ancak o tarihte bu başarılamadı ve partim yüzde 13,1 oy alarak parlamentoya gitti. Sonrasında çözüm sürecini tekrar başlatma çabaları sonuçsuz kalınca ve AKP Mecliste çoğunluğu yitirince beni ve Figen Hanım başta olmak üzere partimi yargının hedefi haline getirmeye başladılar.
20 Mayıs 2016 tarihinde Anayasaya aykırı bir şekilde dokunulmazlıklarımızı kaldırarak 04 Kasım 2016 tarihinde 12 milletvekili arkadaşımla birlikte bizi tutuklayıp cezaevine gönderdiler. Benim ve Figen Yüksekdağ hakkındaki en ciddi suçlama da 6-8 Ekim olaylarını kışkırttığımız iddiasıydı ve bu suçlamayla ben 3 yıla yakın tutuklu kaldım. Figen Hanım halen tutukludur. Bu suçlamaların hiçbirini asla kabul etmiyoruz. Biz tek bir insanın bile burnunun kanayacağını, insanların zarar göreceğini düşünsek, bırakın çağrı yapmayı seçime bile gitmekten, partimizden vazgeçeriz. İnsanların canı bizim için her şeyden kıymetlidir. Ben ve Figen Hanım bırakın şiddet çağrısı yapmayı az önce özetle belirttiğim şekilde birlikte şiddeti durdurmaya çalıştık.
“Daha kârlı” olanı buldular, Demirtaş’ı, Yüksekdağ’ı suçlamayı tercih ettiler
O günlerde bizim altını çizdiğimiz ve benim ismimi koyarak paralel yapı dediğim 6-8 Ekim’i kışkırtmak suretiyle çözüm sürecini bitirmeyi hedefleyen derin güçleri araştırmak yerine işin kolayını buldular. Kendilerince siyasi açıdan “daha kârlı” olanı buldular. Demirtaş’ı, Yüksekdağ’ı ve HDP’yi suçlamayı tercih ettiler. O gün için bu yapıyı araştırmaya, soruşturmaya yönelmek yerine sırf seçim kazanmak için HDP’yi yıpratmak için bu yapıyı görmezden gelenler, 15 Temmuz 2016 tarihinde hepimize acı bir fatura ödettiler ve bu yapı 15 Temmuz 2016 tarihinde kanlı bir darbe girişimi ile inkar edilemez bir şekilde yüzünü göstermiş oldu. Ama iktidar yine de budan bir ders çıkarmadı. Çünkü siyasi hesapları henüz bitmiş değil. Demirtaş’ı Yüksekdağ’ı ve bir bütün olarak HDP’yi iktidarlarının selameti açısından tehdit olarak görmeye devam ediyorlar.
Silah ve baskı yöntemini reddeden insanlarız
Bizim halk nezdindeki on milyonlarca insanın yüreğindeki etki gücümüzü ve oluşmuş olan karşılıklı sevgiyi iyi biliyorlar. Türkiye’nin olası erken seçim tartışmalarına başladığı şu günlerde benim ve Yüksekdağ’ın tahliye olup cezaevinden çıkma ihtimalimiz, bugün önünüze koyulan siyasi komplo dosyasıyla engellenmek istenmektedir. Ben ve bütün partili arkadaşlarım Türkiye’nin birliği, beraberliği içerisinde her türlü şiddet, silah ve baskı yöntemini reddederek demokratik, Anayasal, barışçıl, siyasi mücadeleyi benimsemiş insanlarız.
Benim annem de babam da Kürt’tür, Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Kürt’üm. Benim dilim ve kültürüm yasalarca yıllarca yok sayılmış olmasına rağmen bunun düzeltilmesi mücadelesinde demokrasi yolundan şaşmadım. Halen de demokratik mücadeleye yürekten inanıyor tıpkı partim HDP gibi her türlü şiddeti kınıyorum.
“Bir gün adaletin tecelli edeceğine inanarak hapishaneden de demokrasi mücadelemi sürdürmeye devam edeceğim”
Türkiye’deki siyasi yargı pratiklerine, muhtemelen birazdan bir yenisini daha ekleyeceksiniz. Şunun bilinmesini isterim, bir gün adaletin hukuk eliyle ve hukukun üstünlüğü ile tecelli edeceğine inanarak hapishaneden de demokrasi mücadelemi sürdürmeye devam edeceğim. Yargıyı siyasetin sopası olarak kullanan ve kullandıran herkes dün feto yargısında olduğu gibi yarın da hukuk önünde hesap verecektir.
Şunun da hem yargı, hem de halk tarafından bilinmesini isterim. Ben hapishanede korkarak boyun eğecek, haksızlığa ve zulme, adaletsizliğe sessiz kalacak biri değilim, Allah’tan başka kimseden korkum yoktur. Şu anda hakkımda açılan davalarda siyasi saiklerle yürütülen soruşturmalarda zaten 600 yıldan fazla hapis cezası ile yargılanıyorum. 3 yıl önce tutuklanacağımı bile bile yurt dışından resmi temaslarımı keserek Türkiye’ye geldim. Bugün cezaevinden çıksam bana yurt içi yasağı koyup zorla yurt dışına atsanız bile gitmem. Türkiye’nin aydınlık geleceği için yapacağımız çok şey var. Bu ülkenin çocuklarına siyasetçiler ve hukukçular olarak çok borcumuz var. Gelecek on yıllarda demiyorum gelecek bir ve iki yılda herkes bu millet için yaptıkları ile ya övünecek ya ulanacak ya mahçup olacak.
HDP’nin hedefi ilk seçimde büyük bir demokrasi ittifakı ile iktidar olmak
Beni ve partim HDP’yi iktidar yürüyüşünden kimse alıkoyamaz, HDP’nin hedefi ilk seçimde ya tek başına ya da büyük bir demokrasi ittifakı ile iktidar olmak. Bugün yargı ve siyasi güçler tarafından yapılan operasyonlar bunu durduramayacaktır. Yedi milyona yakın seçmenimizi, hepsini tutuklamayı başarsanız, hepsini hükümlü hale getirmeyi başarsanız, seçmen olmaktan çıkarsanız bile iktidarın düşüşünü durduramayacaksınız. Dilerim o gün geldiğinde hepimiz alnımızın akıyla milletin huzuruna çıkabiliriz. Çünkü siyasi komplocular ve yargıyı ağır suçlar işlemeye zorlayanlar usul kanunu, Anayasayı, Ceza Kanununu hiçe sayarak yargılama faaliyeti yürütenler mutlaka ve mutlaka yakın dönem demokratik Türkiye’sinde bağımsız ve tarafsız Hâkimler huzurunda hesap verecektir.
Eşime ve kızlarıma, tüm aileme 1700 km uzaktayım
Tarihe not düşsün diye tutanağa geçiriyorum. Ben de müdahil sıralarında olacağım ve bana yapılanları ve kimlerin yaptığını isim isim, tarih tarih, tarafsız bir yargıç heyetine mutlaka anlatacağım. Ben şu anda hapisteyim. Eşime ve kızlarıma, tüm aileme 1700 km uzaktayım. Ama beni Mars’ta yapılacak özel bir cezaevine de koysanız benim ruhum önümüzdeki sandıktan çıkacaktır. Ben bugüne kadar kimseden tahliye istemedim. Çünkü suçsuz olduğuma yürekten inanıyorum, Siyasi rehine olduğumu da biliyorum.
Şu anda bir alt katımda bulunan hücre arkadaşım ve eski Hakkari Milletvekilimiz Abdullah Zeydan yemek hazırlığı yaptı beni beklemektedir. Vereceğiniz karar ne olursa olsun yol arkadaşımla yemek keyfimi bozamayacaktır. Zaten hapishanedeyim, haklıyım, suçsuzum, adaletin gerçekleşeceği günü sabırla bekliyorum. Bir gün tahliye talep etmem gerektiğinde de ben halkımdan tahliye talep edeceğim. Ve eminim ki onlar kurulacak ilk sandıkta benim gibi on binlerce siyasi tutsağın tahliyesine karar verecektir. Söyleyeceklerim bunlardan ibarettir.”