(Vatanına uzun yıllar hizmet etmiş bir Cumhuriyet Savcısı’nın bana yazdıklarını, yaşadıklarını sizlerle paylaşmak istiyorum, biraz uzun biliyorum, fakat acı ve keder bölünmüyor, affınıza sığınarak…)
Merhabalar,
Ben mesleğinde yaklaşık yirmi yılını doldurmak üzere olan bir savcıydım.
Bu süre boyunca her türlü mesleki inceleme, yeterlilik,teftiş, terfi gibi mesleki konularda en üst seviyede başarılı görülmüş, hiçbir soruşturma, inceleme geçirmemiş ve hakkımda bir şikayet olmamıştı.
Komşular arasında bile eşim, çocuklarım ile ailecek, medeni komşuluk ilişkileri takdirle karşılanan ve kimsenin şikayeti olmayan bir aileydik.
Fişleme yapan hükümete açıktan destek veren komşularımız dahi evimizi ziyaret eder ve kendi aralarında bizlerden bahsederlerdi.
17-25 Aralık sürecinden sonra başlayan fişleme çalışmaları sırasında, şahsen aleyhte bir konuşma yapmamam, facebook, twitter, instegram gibi sosyal medyayı kullanmamam ve kimseyi eleştirmememe rağmen, hırsızların lehine bir konuşma, bir söylemde bulunmamam yeterli görülmüşki ben de fişleme listesine dahil edilmişim.
15 Temmuz ;
15 Temmuz akşamı, evimde olanlardan habersiz otururken, aynı gece içerisinde “ikibinbeşyüz” kişilik hakim-savcı isimleriyle oluşturulan ve internet ortamına atılan fişleme listesinde adım “vatan haini” olarak ilan edildi.
Akabinde gözaltına alındım, nezarete atıldım, tutuklanmak üzere mahkemeye çıkarıldım.
Ancak tutuklanmadım, çünkü Rabbim’in takdiri bu yönde değildi.
Sorgu ;
Sorguda, Savcı “darbeyi yapanlar sana ne vaad etti” diye sorunca “yaratılış itibariyle kimseden emir ve talimat alacak biri değilim, madden zayıf bir anne-babanın evladıyım, devletim beni okuttu, savcı yaptı, bu paye bana yeter, daha ne isteğim olabilir. Fakat bu darbeyi yapanlar, HSYK ve Adalet Bakanlığı benim emir, talimat almayacağımı bildiğinden, bana haksız işlem yaptıramayacakları için ben burada mazlum, sen orada hâkim konumundasın” şeklindeki beyânımı tutanağa yazmak zorunda kalmıştı.
Sorguda Hakim’e “Darbe oldu diye evimden aldınız getirdiniz, darbeyle ilgili bir soru sormayıp, ortaokulu, liseyi nerede okudun ? çocukların hangi okulda okudu ? gibi sorular soruyorsunuz. Ben ortaokulu otuz sene önce okudum, o zaman bir adam öldürseydim şimdi zamanaşımına uğramıştı. Beni eğer suçluyorsanız darbe ile ilgili sorular sormanız lazım. Dosyamda devletin verdiği iki bilgisayar ve tabancadan başka bir delil yok. Benim bilmediğim sizin bildiğiniz bir şey varsa, bana da söyleyin savunmamı ona göre yapayım. Ancak ben burada tutuklanacak olursam, insanlar adaletsizlik yapsada “Kader adildir” vardır bir suçumuz ki “tutuklandık” derim. “ şeklindeki savunmamdan sonra Hakim tutuklamayıp, adli kontrolle serbest bırakmıştı.
Haftada bir kaç gün karakola gidiyor imzâ atıyordum.
Karakoldakiler, Savcı Bey genelde itiraz edilince “imza” kaldırılıyor, Siz de itiraz etseniz belki kaldırırlar, şeklinde yardımcı olmak istediler. Onlarda biliyordu ben ve benim gibilerde terörist siması, görüntüsü, emmaresi yoktu.
Hiç bir itirazda bulunmayıp memleketimden çıkıncaya kadar imzalarımı atmaya devam ettim.
Çünkü dosyada hiçbir delil yoktu, iyi , tarafsız ehli vicdan her Savcı bu dosyada takipsizlik kararı vermeliydi.
Ancak görevimden, mesleğinden ayrı kaldığım iki yılın sonunda yine bir temmuz ayında hakkımda dava açıldı.
Suçlama terör örgütü üyeliğiydi.
İki yıldan sonra “güyâ” deliller dosyama girmeye başlamıştı
Suçlama araçları ;
15 Temmuz’dan iki sene sonra “bylock” iddiasıylada karşı karşıya kaldım.
En önemli delilerden birisi, bir Hakim arkadaşımın ve eşi Hakime Hanım’ın gözaltına alınıp aleyhte beyan vermeye zorlanması üzerine, Hakime Hanım’ın söylediği şu ifadeydi “bebeğimiz olmuştu, Savcı Bey eşiyle beraber bize uğradı, tebrik etti, hayırlı olsun dedi ve bir çeyrek altın taktı, anladığım kadarıyla örgüt adına taktı”
Yine başka bir delil, diğer bir meslektaşın ” Savcı Bey’e telefon açar mesleki konularda kendisinden bilgi alırdık. Sorularımıza cevap verir yardımcı olurdu. Yaz tatilinde memleketine giderken adliyede bize uğradı, beraber yemek yedik çay içtik, yine universiteden sınıf arkadaşı olan, zaman zaman hasbihal edip dertleştikleri bir arkadaşı için “hakim beyi (süreçte bir kısım menfaâtlere kanıp, gelecek ve makâm endişesi ile zalimlere taraf olan ve bu hizmetlerinin karşılığında halen görevinin başında bulunan bir hakim) tanırım üniversitede beraber okuduk, başka bir semtte kalıyordu, liseli gençlerle ilgilendiğini bana söylediğini hatırlıyorum, o tarihten sonrada görüşmedik” dedi…” söylemiydi.
Evet bu ifadeler öylesine önemliydi ki Savcı iddianamesine alarak, cezalandırma gerekçesi yapıyordu.
Çünkü elle tutulur hiçbir şeye sahip değildi, bütün arkadaşlarım gibi, benimde dosyam bomboştu.
Lojmandan çıkarılıyoruz ;
Bir kaç gün önce komşu, meslektaş, arkadaş, dost gibi sıfatları taşıyan insanlar (!) bizim için haklı (!) itirazlarını dile getiriyorlardı.
“Vatan hainleri, teröristler ile, (kendileri tutuklu olsada) teröristlerin eşleri ve çocuklarıyla aynı binada oturamayız”
Bu nedenle kısa süre içinde, sekiz sene yaşadığımız konuttan, semtimizden, marketimizden, sokağımızdan, yaşadığımız şehirden ayrılmak zorunda kaldık.
Çocuklarımızın okulu, hasta küçük çocuğumuzun hastanesi, eğitim-tedavi süreci değişmek zorunda kaldı.
Memleketimize dönüp eşimin âilesinin yanına sığınmak zorunda kaldık.
Allah razı olsun, beraber yedik, beraber içtik, halbuki ailesinin ortada bıraktığı onlarla arkadaşım vardı.
İş arıyorum ;
Sekiz ay boyunca iş arandım.
Cadde üzerinde gördüğüm bir tostçunun “eleman aranıyor” yazısı üzerine en az beş kez dükkanın önünden bir o tarafa bir bu tarafa geçtim, o gün soramadım. Birkaç gün sonra tekrar aynı ilanı görünce bu kez cesaretle “iş arıyorum, ilanınızı gördüm” dedim. Ne var ki “biz daha genç birisini arıyoruz” deyip nazikçe reddedildi.
Bir kargo şirketi şoför arıyordu, oradaki oturan orta yaşlardaki bir bayan “amca seni almazlar, genç birini arıyorlar” dedi.
IŞKUR’a başvurdum, şoför arayan bir fırının iş ilanına beş kez başvurmama rağmen kabul etmeyip ilan vermeye devam ettiler.
Yalan söylemiş pozisyonuna düşmemek için iş başvurularımda ilgililere “Ben savcıydım 15 Temmuz sonrasında meslekten atıldım” diyordum.
Bu benim için utanılacak bir durum değildi, ben değil, beni bu duruma düşürenler utanmalıydı.
Birde olanları anlatırken üzgün bir ruh hali ile değil, tebessümle, heyecanla, sanki askerlik hatıraları anlatır gibi, benim başımdan değil de bir başkası yaşamış rahatlığında anlatıyordum. Bunu ifade edenlerede ” ne yapayım ağlayayım mı, üzerimizden silindir geçti ama yasıyoruz, yaşamak zorundayız” diyordum.
Uzun bir süre iş aramaya devam ettim.
Çok yakınım, akrabam olan kimseler vardı, iş imkanları, paraları da çoktu, ancak bu dönemde sahip çıkan olmadı.
İş buluyorum ;
Derken “temzilik elemanı aranıyor” şeklinde bir ilan gördüm.
Yapacak bir şey olmayınca oraya müracaat için gittim.
İşveren doğulu ve sol görüşlü bir patinin delegesiydi.
Buyur etti bir çay içerken “iş için geldim” dedim. “Sen ne iş yapıyordun” dedi .
“Ben savcıydım, yirmi yıl savcılık yaptım, ancak 15 Temmuz’da bir gecede hain ilan edildim, işimden atıldım” dedim. Biraz durumu anlattım, adam neredeyse ağlayacaktı.
“Abi bir ekmek değil mi böler , paylaşır beraber yeriz, yarın gel başla” dedi.
( Bana daha sonra anlattı içerde bulunan mutfak bölümüne gidip, elini masaya vurup, benim durumuma isyan etmiş )
Ertesi gün işe başladım. Tam 2 yıl 1 hafta beraber çalıştım.
Benden yedi yaş büyük olmasına rağmen hep “abi” diye hitap etti “arkadaşım” dedi, hiçbir zaman “şu iş şöyle olmuş, bu iş böyle olmuş , şu aksamış” demedi. Her zaman gönlümü aldı, bir arkadaş gibi davrandı .
Ben istemeden, hiç para konuşmadığımız halde kazandığı ile orantılı olarak emeğimin karşılığını verdi.
Hatta bir ara ihtiyaç olunca çocuğuma burs verdi.
Birgün samimiyete binaen eşi f.tö ibaresini kullanıp benide işin içine dahil ederek espiri yapınca otuz yıllık eşini benim yanımda azarladı, susturdu.
Bir gün bir ihale vardı, evrak teslim işi için polis merkezine uğradığımda kimlik kontrolü sonucu hakkımdaki soruşturma konusu vesilesiyle arkamdan işverenim aranmış ve “Gönderdiğin adam f.tö şüphelisi bilgin olsun” deyince “Yok canım onun öyle bir şeyi olamaz, o benim arkadaşım, belki bir akrabasının meselesinden kaynaklanmış olabilir” diye bana sahip çıkmıştı.
Yurdumdan ayrılmaya karar verince, işleri aksamasın diye bir ay önce “ben işten ayrılmak zor zorundayım, mahkemem var beni tutuklayabilirler, beni tutuklarlarsa senin işler aksamasın, bir arkadaş bulalım” dedim.
O, bir arkadaş işe aldı ama, beni bırakmak istemedi.
Ah vefa ;
Mesleki kıdemim ve tecrübem nedeniyle, ulusal yada uluslararası konferanslara, seminerlere konuşmacı olarak katıldığımdan, bazen de meslek içi eğitimlerde “Eğitmen” olarak vazife verildiğinden birçok meslektaşla tanışmıştım.
Bu tanışıklık nedeniyle meslektaşlarım rahat beni arayıp mesleki konularda bilgi alırlardı.
Bazende beni tanıyanlar başkasına tavsiye eder, bir çokları birilerinin selamı ile arar, mesleki sorular sorardı.
Hatta bazen duruşmaya ara verip beni arayanlar olurdu.
Bunun önemli bir nedeni gerçekten arayıp geçmiş olsun diyebilecek insanların bir çoğunun yada tamamının benimle aynı kaderi paylaşmış olup hapiste olmalarıydı .
Büyük bir kısmı ise sadece o günkü bilgi alma ihtiyacını karşılamak, yani menfaat için aradıklarından sonrada korkunun esiri olduklarından , menfaat ilişkisi sona erdiğinden , arama ihtiyacı duymamış olabilirler .
Ancak ben vefa duygusu ile yetiştiğimden kimseye vefasızlık etmemeye gayret ederdim.
Doğrusu böyle bir vefasızlıkla karşılaşınca, duygusallığa düşmedim, biraz üzülmedim desem yalan olur.
Bazıları en azından ” Savcı Bey biz sizi tanıyoruz, haksızlığa uğradınız, mağdur oldunuz, metin olun, biraz sabredin, bu işin sonunda doğrular anlaşılır” diyebilirlerdi.
Dırumumu bilmeden arayanları ise “Ben 15 Temmuz’dan sonra meslekten ihraç edildim. Benim için bir sıkıntı yok ama sizin için, bu adamı neden arayıp soruyor deyip, öküz altında buzağı arayabilirler. Bu nedenle bir sıkıntı yaşamayın” şeklinde uyarmak zorundada kaldım .
Aradan birkaç yıl geçince, tekrar arayıp soranlarım artmaya başladı.
Bunlar gerçek dostlarımdı, benim gibi mağdur ve dertlilerdi.
Evet bazı arkadaşlarım hapisten tahliye olmaya başlamışlardı. Tahliye olur olmaz telefonuma ulaşabilenler, beni arayıp “Savcı Bey sizin için hapiste iken çok üzüldük, çok dua ettik. Sizin hastalıklarınız ve bir kısım sıkıntılarınız vardı, şimdi çok eziyet çekmiştir şeklinde kendimizden çok size üzüldük” demişlerdi.
Halbuki ben içeri girmediğimden, onların hapisteki durumları nedeniyle utanmıştım.
Ancak arkadaşlarım öyle samimiydilerki benim hapse girmemem onlarda ayrı bir sevinç meydana getirip “elhamdülillah” demelerine neden oluyordu.
Bu süreçte ne yapmalıydım ?
Bu süreçte aktif sabır önemliydi. Bende ne yapabilirim ? ne edebilirim ? şeklinde az da olsa bir çaba içerisine girdim.
Bir çoğu hapisteydiler. Eşleri ve çocukları dışarıda mağdur kalmıştı. Ufak bir ziyaret, büyük teselli oluyordu.
Kazanabildiğim binbeşyüz, ikibin liradan beşyüz lira yahut üçyüz lirayı bir mağdurla paylaşmak, gizlice evlerine bırakıvermek onlar için de bir nefes alma imkanı oluyordu.
Hemen hepsi kiradaydı , masrafları vardı, bunları karşılamak için para bulmaları gerekiyordu, imkanlar az, ihtiyaç çoktu.
Ziyaretlerde en yakın akrabaların, annenin, babanın, dedenin sahip çıkmadığını görünce çok üzülüyordum.
Temizlik işinde çalışırken komşu illerden birkaç tanesine gitme imkanı buldum ve mutlaka, mesaimi dikkatlice tanzim edip, birkaç aileyi ziyaret etme imkanı yakalıyordum.
Bazende eşim ve çocuğumla tanıdığımız yada yeni tanıştığımız aileleri ziyaret etme imkanımız oluyordu.
Meslektaşım olan baba hapiste olduğundan üç çocuğuyla yanlız kalmış bir hanımefendinin imkansızlik nedeniyle, biraz da zeminden aşağıda ucuz diye tuttuğu karanlık, nemli, soğuk evi görünce cok üzülmüştük.
Çocuklardan biri ile markete gittik ne isterse aldık, ancak yaşına rağmen öylesine olgunduki masraf olmasın diye hiçbir şey istemiyordu. Annesinin almasını istemediği, ama kendisinin yemekten hoşlandığı sürpriz yumurtalardan bahsetti, onlardan üç kardeşe birer tane aldık, öylesine sevindi ki sanki babasına kavuşmuş ve onunla market alışverişinde gitmiş gibiydi.
Yine kendisi hapiste olan bir arkadaşımın yeni çocuğu olmuştu, eşimle ziyaret ettik eşi ve çocukları bizi görmekten çok memnun oldu. Anne size bir sürprizim var dedi “eşim burada yok ama sesi var size bir hoş geldin desin” dedi. Bizi mutfağa çağırdı ve buzdolabının kapağını açınca arkadaşımın sesi “Hoşgeldiniz, hoşgeldiniz” diyiverdi çocuklar onunla avunuyordu.
Hapiste olan bir arkadaşın yaşlı, felç geçirmiş babasını-annesini ziyaret ettiğimizde gece geç vakitti. Kalktılar, sabaha kadar yatmak istemediler ve sohbet ettik.
Yine bayan bir arkadaşın selamı ile diğer bir hanımefendiyi ailecek ziyaret ediyorduk. Bize selamı ile onları ziyaret etmemizi isteyen bayanın bize kapıyı açtığını, tanışma sırasında anlayabilmiştik.
Bayanlar arasındaki sevgi, ilgi göz yaşartıcı bir dayanışma timsaliydi.
Süreçte herkes elinden geleni yapıyordu, yapmalıydı.
Bu bir vefa mevsimiydi.
Ziyaretimizi yapıp ayrıldık, birkaç gün sonra tahliye ve kavuşma sevincini bizlerle paylaştılar, öyleki hem ev sahibi, hem de onu dertleriyle basbaşa bırakmayan arkadaşının eşleri tahliye olmuştu.
Zaman azalıyor ;
Duruşma günü yaklaşıyordu.
Dosyasında hiçbir delil olmayan, bu zamana kadar hiçbir yanlışları olmamış, vatan-millet sevdalısı, bazılarını ortaokul, liseden beri otuz senedir tanıdığım, çoğu üniversiteden arkadaşlarımın on-onbeş sene gibi hapis cezaları verilerek hapisten çıkarılmaması beni endişelendirmiyordu.
Bir hukuksuzluk, bir zulüm vardı.
Herkes kaderini yaşıyor, doğru bildiği şekilde yaşamanın biat etmemenin, yanlışa-harama bulaşmamanın ceremesini çekiyordu. Kaderimde varsa bende yaşayacaktım.
Duruşmaya gidip Ahmet Altan’ın dediği gibi celladımla tanışacaktım fakat Ahmet Turan Alkan’ın dedigi gibi “beni kesecek bıçagı” yalamayacaktım.
Ancak fikirlerine değer verdiğim öncelikle eşim, anam, arkadaşlarım ve itibar ettiğim birkaç yakınım zalime teslim olmamanın, Cenab-ı Hakk’ın imkan tanıdığı hicret şartlarını değerlendirmenin daha doğru olacağı konusunda beni ikna ettiler.
Yurttan çıkmam gerekirken işverenim, o güzel insan, beni yine bırakmadı, sonunda “abi benim dosyamı incelemem için şehir dışına çıkmam lazım, birkaç gün yokum” deyip ayrılmak zorunda kaldım.
Onbeş gün içinde hazırlıklarımızı tamamlayıp, para edebilecek şeylerimizi satarak, birazda Anam’ın kefen parasından takviye yapıp, “Bismillâh” diyerek yola çıktık.
Nasip böyleymiş, bakıma muhtaç çocuğumu kucağıma alıp Meriç’in kenarından aşağıya inerken, ayağım kayıp suya düşme korkusu ile bota binerken, botla giderken ve karşı kıyıda çalılıklardan geçerken, Meriç’te boğulan, suda kaybolup, sonsuzlukta çiçek açan canlar aklıma geldi.
Aklıma geldi ancak Rabbime güven ve itimat ile hiçbir endişe duymadım.
Yunan topraklarında özgürlüğü hissettim , gerçekten özgürlüğe, güvene hasret kalmıştım.
Karakolda iki gece kaldık, bir gün önce kendi vatanında dışlanmış ötekileştirilmiş biriyken, karakolda da olsa değer veriliyor olmak, ayrı bir güzellikti.
Parmak izi alan şahıs dilimizi bilmediği halde kucağımdaki çocuğumla bizi görünce , bir an önce oradan ayrılmamız ve serbest kalmamız için elinden geleni yapacağına dair bir şeyler anlattı ve gerçekten yaptı.
“Baby free, mother free, father free , no camp” diyordu.
Görevli bayan polis, kendi cebinden şeker ve meyveli yoğurt alıp yavrumuza ikram etti.
Atina’da bir hanımefendi, bayan Cristina yavrumuz için mama buldu, kendi elleri ile taşıdı, doktor ayarladı, muayene ettirdi, ilaçlarımızı aldı.
Düşman bildiğimiz Yunan polisinden, halkından insanlık gördük.
İki geceden sonra eşyalarımızı verip bizi serbest bıraktılar .
Belkide bir daha dönme imkanı bulamayacağımız vatan toprağından ayrılmanın burukluğu içerisinde, tehditten zulümden, korkudan kurtulmanın sevincini yaşıyorduk.
Ve dileğim oki ;
Bu dönemde kavli ve fiili duâlarımızı unutmamamız yanında, alıştığımız verme ve paylaşma gayretindende geri durmamamız gerekiyor.
Asıl musibet dinimize, imânımıza gelen zarar olduğuna göre, kendisi geçici olan dünyânın, yalan metâından olan kayıplarada çok üzülmemek lazım.
Şükür Allah’a ki doğru bildiğimiz yoldan ve yıllardır tanıdığımız dostlarımızdan ayırmadı bizleri.
Anadolum’da yüzbinlerce mağdur hala zulüm altında inlemekte, Rabbim öncelikle kendi vatanımızda mazlumlara kurtuluş imkanı versin yahut Rabbimiz onlara da hicret kapılarını açsın. (Amin)
mansurturgutk@gmail.com