Ahmet Cem Ersever, Türkiye’de devlet içindeki çeteleri, tanıklık ve itiraflarıyla deşifre eden ilk isimlerden biriydi. Jandarma Genel Komutanlığında binbaşı rütbesiyle görev yaparken 30 arkadaşıyla istifa etmiş ve daha sonra medya aracılığı ile konuşmaya başlamıştı.
İstifa gerekçesi de gizemini koruyan konulardan biri; dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis şaibeli bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Devlet içindeki çetelerin hoşlanmadığı demokrat bir komutan olarak tanınan Bitlis’in ölümü üzerine Ersever, TSK’dan ayrıldı. JİTEM’in kurucularından biri olarak kanunsuz eylemleri anlatmak istiyordu.
Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele (JİTEM) onlarca tanık tarafından varlığı kabul edilen bir yapı. Ersever’in de aralarında bulunduğu bir kısmı da sanık olan tanıkların anlatımına göre, teröre karşı kontrgerilla yöntemleriyle mücadele etmek üzere kurulan bir yapıydı. Bu tür yapıların kaçınılmaz sonu ‘gırtlağına kadar pisliğe batmaktır’. Söz konusu cümleyi eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı’nın kitabından ödünç aldım.
Avcı’yla, Diyarbakır’da görev yaparken tanışıyorlar ve birbirlerine o kadar güveniyorlar ki Ersever başına bir iş gelirse ona haber verilmesini vasiyet ediyor. Avcı hem kendi gördükleri (aslında bir kısmına iştirak ettiği) eylemler hem de Binbaşı Ersever’in anlattıklarından hakeretle JİTEM’in varlığının şahitlerinden. Jandarma Albay Arif Doğan da JİTEM’in varlığını kitap yazarak ve Ergenekon Davasındaki ifadeleriyle doğrulamıştı. ‘Ben kurdum’ iddiasını bu konuda kitap yazan kişilerin çoğu da teyit ediyor.
Meclis’in nispeten Meclis gibi çalıştığı günlerde kurulan Susurluk ve Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma komisyonları da bu gerçeği tespit etmişti. Raporların çoğu görünmez ellerin devreye girmesi sonucu kadük kalıp soruşturmaya dönüşmese de o yapıların mevcudiyetini kayıtlara geçirmişti. Susurluk’u Başbakan Mesut Yılmaz’ın emriyle araştıran Kutlu Savaş’ın raporunu da aynı minvalde sayabiliriz.
JİTEM’in tekrar gündeme gelmesinin sebebi Mardin’in Kızıltepe ilçesinde 1992-1996 yılları arasında 22 kişinin öldürülmesi ve kaybedilmesine ilişkin davada verilen beraat ve zamanaşımı kararları. Mahkemeler arasında pinpon topu gibi dolaştırılan dosyada örgüt suçundan beraat, cinayetlerden ise zaman aşımı kararı verildi. Tıpkı Hakkari Yüksekova Çetesi davasında olduğu gibi.
Binbaşı Ahmet Cem Ersever, Aydınlık gazetesine anlattıkları hakkında mahkemeye ifade vermek için 24 Ekim 1993’te Ankara’ya gitti ve çok güvendiği bir devlet görevlisinin evinde enterne edildi. Kendisinden 11 gün boyunca haber alınamadıktan sonra önce sevgilisi Neval Boz’un, ertesi gün de itirafçı Murat Demir’in cesedi bulundu. 4 Kasım 1993’de Ersever’in infaz edilmiş bedeni Ankara Elmadağ’da jandarma tarafından bulundu. Ersever, JİTEM’e dair bildiklerini mahkemede anlatmak üzere geldiği Başkent’te herkesin gözü önünde infaz edildi. Aslında bundan daha güçlü bir tanıklık olamazdı. O sessiz beden yüzbinlerce ifadeden bile yüksek bir sesle çetelerin varlığını haykırıyor yıllardır. Kızıltepe ya da Yüksekova’da olduğu gibi bir asit kuyusunda yok edilebilirdi ve sır olarak kalırdı. Ama o çete kendisine öylesine güveniyordu ki üç cesedi Ankara’ya adeta serpiştirmişti. Aynı zamanda bundan sonra konuşacaklara ya da bu işlerin üzerine gideceklere gözdağı veriliyordu. Kürt işadamlarının Sapanca-Adapazarı-Hendek üçgenindeki infazını aynı elin yaptığını söylemeye gerek var mı?
O kirli yapı bir yandan eski dosyaları kapatırken diğer yandan tekere çomak sokmaya cesaret edenleri cezalandırmaya devam ediyor. Kendilerini epey güncellediler; artık başkentin ortasında kimsenin kafasına sıkmıyorlar. Onun yerine tek kişilik hücrelerde ölmesini ya da çıldırmasını bekliyorlar. Ergenekon Davasına bakan mahkeme başkanı Hasan Hüseyin Özese örneğinde olduğu gibi. 38 aydır hücrede tutulan Özese, çetelere ‘çete’ deme ve cezalandırma cesaretinin karşılığını 10 yıllık hapis cazasıyla aldı. Ergenekon’un aklandığı yerde Yüksekova ve Kızıltepe benzeri davalardan sonuç bekleyenlerin akıllarından veya samimiyetlerinden şüphe etmeliyiz.
Susurluk mağduru(!) Mehmet Ağar’ı gizli içişleri bakanı, oğlunu ise milletvekili yapan Tayyip Erdoğan, diğerlerine de devlet nişanı filan versin. E-muhtıra müellifi Yaşar Büyükanıt’a yaptı, neden olmasın?