Yağmurlu bir günde geçti Meriç’ten, gözyaşları kendisini daha çok ıslatırken.
Ülkesinin en başarılı kurumlarından birinde, en üst seviyede, en başarılı şekilde hizmet ediyordu halbuki.
Ödül üzerine ödül alarak.
Yolculuk, neden mi ? Hepimizin bildiği hikâye.
Bir gece yarısı evinden aldılar “teröristsin” diyerek, küçük yavrularının gözü önünde tartaklayıp, eline kelepçe vurdular.
Hayli dövüp, sövdükten, günlerce nezârette tuttuktan sonra “şimdilik pardon” deyip, evine yolladılar, alay ederek.
Tekrar arandığını duyunca gayb ehline karıştı, gaybubet içerisinde bir süre yaşadı.
O duâ günlerini unutamıyor, okumadığım kadar okudum, dinlemediğim kadar dinledim, onlar benim Hey Gidi Günler’im diyor.
Günler günleri kovalıyor, zulüm artarak gidiyor, arkadaşlarının yaşadığı problemleri, işkenceleri ve en kötüsü ölümlerini duyuyordu.
Sonunda geçmeye karar verdi Meriç’ten. Hâmile eşini ve iki minik yavrusunu Türkiye’de bırakarak.
Çok zordu ayrılık, fakat arkadaşının “beş aylık” bebeği ile içeriye alınan eşini düşündü ve acı acı “buna da şükür” çekti.
“Gidipte dönmemek, dönüpte bulmamak var” derken, kanlı gözyaşlarını içine gömmüştü.
Kendi kendine söylendi, “Hocaefendi “çıkın” demişti çıkmamıştınız, işte şimdi vatanınızdan cebren çıkarılıyorsunuz”
Cebren çıktı vatanımızdan.
Ençok yaşlı anasını-yârini özlüyor, her anne oğlunun sevgilisidir, bilirsiniz.
Meriç’te sulara gömüleyazan, zar-zor kurtulan bir annenin ve bebeğinin çığlıkları, her gece kendisini uykudan uyandırıyor, kan ter içerisinde duâya duruyor.
Cep delik, cepken delik zor atmış kendisini Amerika’ya.
Yıllar evvel söylerdi “daha Büyüğümüz’le Amarika’ya gidip hizmet edeceğiz” diye, niyeti makbul imiş.
Hiç ummadığı misafirperverliği gördüğü Atina’dan ayrılırken, hüzünleneceği hiç aklına gelmemiş.
Öyle ya ” Yunan, düşmân !? “ derken, hayıflanarak “ya Türkiye’de kardeş bildiklerim !?” demeden geçemiyor artık.
Milletine karşı kırgın “âh vefâ, vefâ yâ hû” sitemi, her dem izinsiz dilinde dolaşıyor, kapı baca sormadan.
Yeni bir hayât kuruyor, eşi ve yavrularına kavuşma ümidiyle.
Bir pizzacıda “delivery” yaparken, Uber-Lyft yapabilir miyim ? Planları yapıyor.
Mesleğinin medâr-ı iftihârı olan iki arkadaşını hatırlıyor, birisi pazarlarda peynir satıyor diğeri ise bir köftecide yamak olarak çalışıyormuş, kırkbeşinden sonra.
Aylarca sırtında pompa ile böcek ilaçlaması yapan bir “Hakim” geliyor aklına sık sık, “keşke o ilacı vefâsızlara sıksaydın” diyerek.
Okumayı her zamanki gibi ihmâl etmiyor.
Bügünlerde defterine bir kaç Hadis not etmiş.
Gurbette hizmet etmenin yolu diyerek, şu hadîsi zikrediyor;
Abdullah İbni Selâm (ra) şöyle dedi: Ben Resûlullah’ı (sav) :
~ Ey insanlar! Selâmı yayınız,
~ yemek yediriniz,
~ akrabalarınızla alâkanızı ve onlara yardımınızı devâm ettiriniz.
~ İnsanlar uyurken siz namâz kılınız.
Bu sâyede selâmetle cennete girersiniz” buyururken işittim.
(Tırmizî-Kıyâmet)
Evet, selâm, tebessüm, diyalog, devamlı ikrâm, yedirip-içirmek ve ziyâret bütün kapıları açar.
Hele gece ibâdeti, teheccüd, “yirmili yaşlardan beri terk etmedim” derken ekliyor, “muhatabın gönlü gece yapılan duâ ile açılır, hem müʼminin şerefi, geceleri kâim olmasındadır.”
Şu Hadis’tende ibret almalıyız aman dikkât diyor.
Rasûlullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
“Cebrâil bana geldi ve şöyle dedi:
‘Yâ Muhammed!
~ İstediğin kadar yaşa, mutlakâ öleceksin.
~ İstediğini sev, mutlaka ayrılacaksın.
~ İstediğin şeyle amel et, ancak onun karşılığını elde edeceksin.
~ Bil ki müʼminin şerefi, geceleri kāim olmasında
~ izzeti ise insanlardan müstağnî kalmasındadır.”
(Cem’u’l-Fevâid, Hâkim)
Mü’minin izzeti insanlardan mustağni kalması, hiç birşey beklememesi derken yine ekliyor, “Dünyâya karşı soğuk olanı Allâh, halkın malına göz dikmeyeni insanlar sever”
(İbn Mâce-Zühd)
Büyüğümüz’ün “hicret ettiğiniz ülkelere çok borclu kalmayın, bir an evvel üretime katkıda bulunun, işinizi kurun” tavsiyesini duymuş.
Rabbimiz’in verdiği kabiliyetlere uygun meslekleri yapabileceğimiz gibi, dili iyice öğrenip, mümkünse asli mesleğimizi de yapabiliriz yahut mesleğimize uygun bir meslek kursu alarak, yada iş kurarak, devlet desteğinden kutulabiliriz, kurtulmalıyız derdinde.
Şu hadisi ise levhâ yapmış;
Dünyayı ahirete tercih eden, şu üç şeye mâruz kalır:
1- Sıkıntısı hiç eksilmez,
2- Yokluktan kurtulmaz,
3- Öyle bir hırsa kapılır ki, hiç bir zaman boş vakit bulamaz.
(Taberâni)
(Gerçektende Büyüğümüz, “Âhirzamân’ın en büyük felâketi, dünyâ hayâtının bilerek âhirete tercih edilmesidir” buyuruyor.)
“Şu üç şeye dikkât ediniz” Mehmed Ali Hocam söylemişti hiç unutamıyorum, hayât düstürum oldu diyerek, üç şey tavsiye ediyor,
~ Bütün ibâdetlerinizi son ibâdetiniz gibi yapınız.
~ Yârın pişmân olacağınız şeyi aslâ yapmayınız.
~ Ne yaparsanız, sâdece Allâh için yapınız.
Ve bu güzel insan noktayı koyuyor;
Nezârette haykıran bir sesi hatırlıyorum, kulaklarımda çın-çın çınlıyor “avukat bir arkadaş” işkence altında kükrüyordu “içeri atarsanız içeride, dışarı salarsanız dışarıda hizmet etmeye devâm edeceğim, dönmeyeceğim!”
Kararlı bir şekilde inliyor, “bizde dönmeyeceğiz, dönmeyeceğim”
Sizlere bir muhacir portresi arzettim.
Vallâhi bizim her ağabeyimiz, her kardeşimiz birbirinden güzel, ne kadar kısmetliyiz.
Ne olur bizleri birbirimizden ayırma yâ Rab!
Amin.
mansurturgutk@gmail.com