22 Temmuz 2015’te Şanlıurfa Ceylanpınar’da iki polisin evinde başına kurşun sıkılarak öldürülmesi yakın tarihin en netameli olaylarından biri.
Konu bu günlerde HDP Milletvekili Leyla Güven’in açıklamalarıyla tekrar gündemde. Ama tam Türkiyeye yakışır şekilde gündemde. Vekil Güven beş yıl önce yapması gereken bir şeyi bugün yapıyor ve olayın adi vaka olduğuna dair valinin verdiğini öne sürdüğü bilgiyi kamuoyu ile paylaşıyor. İddiaya göre; dönemin valisi İzzettin Küçük, vekile ‘olayın bir polisin aralarında husumet olan arkadaşlarını öldürmesinden ibaret’ olduğunu söylemiş. Evin anahtarına sahip olan biri için çok kolay bir cinayet.
Kayıtlara ‘çözüm sürecini bitiren saldırı’ olarak geçen olay bir Türkiye özeti gibi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, başkanlık sistemi için Kürtlerden beklediği desteği alamayacağını anladığı için masayı devirmek istiyor. PKK’nın savaş lordları da şehirleri yeterince tahkim ettiklerine inandıkları için çözüm sürecine ihtiyaçları kalmamış. İki taraf da tekrar silaha sarılmak üzere bahane arıyor. İki gün önce Suruç’ta bir bombalı saldırı yaşanmış ve Kobani’ye insani yardım götüren siviller katledilmiş. Türkiye’yi eylem alanı görmeyen İŞİD’in aklına esip(!) yaptığı saldırıda 34 kişi hayatını kaybetmiş, onlarca kişi de yaralanmıştı.
İki polis evlerinde uyurken şehit edilince AKP Devleti bir senaryo yazdı. Ona göre PKK sokakta binlerce polis dururken, bu iki polisi öldürmek üzere epey külfete katlanmış, karşı daireyi tutmuş, çilingirle anahtar yaptırmış ve gece gizlice girerek eylemi gerçekleştirmiş… PKK’nın cinayet tarzına uymayan olayın inandırıcılık problemini ise örgüt çözdü. PKK’nın yayın organı Fırat Haber Ajansı, HPG Basın İrtibat Merkezi’nden yapılan açıklamayı yayınladı. Açıklamada “22 Temmuz günü bir Apocu fedai timi, Suruç katliamına misilleme olarak bugün sabah 06.00 sularında Ceylanpınar’da DAİŞ çeteleriyle işbirliği içinde olan iki polise karşı bir cezalandırma eylemi gerçekleştirmiştir” deniliyordu. HPG, “Gerçekleştirilen eylem sonucunda Feyyaz Özsahra ve Okan Acar isimli polisler öldürülürken, polislerin silah ve kimliklerine el konulmuştur” ifadelerini kullanıyordu.
Yani PKK, basın açıklamasıyla olayı üstleniyor, ajansı da bunu duyuruyordu. Tepkiler üzerine her zamanki gibi kontrol dışı yerel güçler senaryosu ile yarım ağız düzeltme yapıldı: KCK Dış İlişkiler Sözcüsü Demhat Agit “Bunlar PKK’dan bağımsız birimler. Bize bağlı olmayan, kendi içlerinde örgütlenmiş olan yerel güçlerdir.” diyordu. Sonrası malum silahlar tekrar patladı ve Güneydoğu’da taş taş üstünde kalmadı.
Ceylanpınar saldırısının neden olduğunu çözmek için sonuçlarına bakmakta fayda var. “Bu ülkenin yoksul evlatlarının ölümüne dur demek zorundayız. önceki gün Adıyaman’da yaşamını yitiren asker de bugün Ceylanpınar’da katledilen polisler de bu ülkenin ezilen insanların, ezilen halkın emekçilerin çocuklarıdır, hepimizin çocuklarıdır. Onlara da Allah’tan rahmet diliyorum. Yakınlarına başsağlığı diliyorum. Acılarını yürekten paylaştığımızı ifade etmek istiyorum. Biz başka türlü bu şiddet sarmalından çıkamayız.” cümleleriyle çok sağduyulu bir açıklama yapan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 142 yıl hapis talebiyle iki yıldan fazladır tutuklu yargılanıyor. Onun ‘seni başkan yaptırmayacağız’ dediği Erdoğan ultra başkan yetkileri ile ülkenin tapusunu üzerine yaptırdı.
Dördü tutuklu dokuz sanığın suçsuzluğu ortaya çıktı. Yargıçlar herhalde borçlu çıkmamak için cinayetten beraat verdiği sanıklara propagandadan bir yıl altı ay ceza kesti. Dosyanın konusu olmayan ve sanıkların savunmalarının bile alınmadığı sosyal medya paylaşımları cezanın bahanesi oldu.
15 Temmuz’dan sonra tarih yeniden yazılırken Ceylanpınar saldırısı da muaf kalamazdı. “Ceylanpınar’da FETÖ şüphesi” haberleri gazetelerin ilk sayfalarında yer buldu. İlk sorgudan sonra şüphelileri tutuklayan hakim 16 Temmuz’da tutuklanan üç bine yakın yargı mensubundan biriymiş. İddianameyi hazırlayan savcı ise terfi alarak Ankara’ya Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Merkezi’ne atanmış. Onu FETÖ’ye nasıl bağlayacaklar? Görev yaptığı merkezde arama yapılmış! İhbarcı olduğu iddia edilen kişinin kardeşi de tutukluymuş. Kardeşinden ona ne diyebilirsiniz, adam mahkemede ihbarı yalanlamış ve bahsi geçen telefonun kendisine ait olmadığını söylemiş. Bitmedi, olayı kamuoyuna duyuran, konuyu Anayasa Mahkemesine taşıyan sanık avukatı bile FETÖ iddiasıyla gözaltına alındı. Özet geçeyim, sanıklar, ihbarcı, savcı, tutuklayan yargıç ve sanık avukatı hepsi birden ‘FETÖ’cü dediler.
Normal bir ülkede, kuliste “O polisler aslında 3 arkadaşlardı. Onlardan bir tanesinin diğer ikisiyle aralarında bir husumet yaşanmış ve 2 polisi öldürüp gitmiş. Dolayısıyla bu olay siyasi bir olay değil” deyip halka farklı konuştuğu iddia edilen vali İzzetin Küçük, hem adliyede hem de kamuoyu önünde bunun hesabını verirdi. Yaptığı yazılı açıklamayı yerel basın dışında neredeyse kimse girmemiş. Hatta kendi twitter hesabında bile yok. Aynı şekilde Hakkari Milletvekili Leyla Güven de beş yıllık suskunluğunun bedelini öderdi. Haberi onun ağzından veren medyadan kimse bu soruyu sormayı akıl edemiyor mu? Sorun akılda mı, gazetecilikte mi? Ya da ideolojik körlükte mi?