CUMALİ ÖNAL:TR724.COM
Ahmet Kuru’nun ‘Kıtalararası’ sitesinde yayınladığı ‘Gülen cemaati ve Müslüman Kardeşler’in çöküşündeki üç benzerlik’ başlıklı makalesini okuyunca bu yazıyı kaleme alma gereği duydum.
Bir din adamı ya da akademisyen değilim ama çeyrek yüzyıl İslam dünyasında çalışan bir gazeteci olarak iyi bir gözlemci olduğumu söyleyebilirim. Mısır’daki 10 yıllık gazetecilik hayatımın yanı sıra Sudan’dan Libya’ya; Irak’tan Filistin’e Pakistan’a pek çok ülkeyi, dini ve sosyal hareketi inceleme ve araştırma fırsatı buldum.
Özellikle Mısır’da Müslüman Kardeşlerin neredeyse tüm lider kadrosuyla röportajlar yaptım, akademisyen, aktivist ve gazetecileriyle aynı ortamlarda bulundum.Hemen ilk izlenimimi söyleyeyim: Gülen Hareketi’ne en uzak kesim olarak Müslüman Kardeşler mensuplarını gördüm. Genel olarak diğer ülkelerdeki dini hareketlerde de benzer bir yaklaşım olduğunu farkettim.
Kuru’nun makalesine dönmeden önce başka bir mülahazamı söylemek istiyorum. Son dönemde Gülen Hareketi’ne yönelik çok sert eleştiriler yöneltiliyor. Bu eleştirilerin bir kısmı bir zamanlar Hareket içinde yer almış ya da sempati beslemiş insanlardan geliyor.
Eleştirilerin temelini şu argümanlar oluşturuyor:
1- Bir dönem AKP ile yakın ilişki içinde bulunulması ve politikaya girilmesi
2- Hareketin Lideri Fethullah Gülen’in yakın çevresinde bulunan bazı kişilerin darbe ile ilişkilendirilmesi ya da bu kişilerin bazı netameli ilişkilere girmesi
3- Rejimin yanında yer alarak Kürtlere baskı yapması
4- Gelen şiddetli fırtınanın fark edilememesi
5- Yeni bir yol haritasının ortaya konamaması
Şimdi Kuru’nun makalesinde dile getirdiği eleştirileri değerlendirmek istiyorum.
Öncelikle Hizmet Hareketi ile Müslüman Kardeşleri neredeyse eş tutması kendi içinde çok ciddi sıkıntılar barındırıyor. Dünyada hangi din, mezhep ya da ideolojiden olursa tüm organizasyonlar az çok birbirine benzer.
Birincisi Müslüman Kardeşler Hareketi İngiliz işgal güçlerine karşı tepki olarak ortaya çıktı ve daha sonra paramiliter güçler oluşturarak işgalle mücadele yoluna gitti. Bu paramiliter düşünce her zaman örgütün içinde yer alıyor. Gülen Hareketi’nin tarihinde hiçbir zaman bu tür bir yöntem olmamıştır.
İkincisi Cihat ve emperyalizmle mücadele Müslüman Kardeşlerin temel iki temel felsefesini oluşturur. Kardeşlere göre Şeriat devlet ve toplumun temel esaslarını belirlemeli, Müslüman ülkeler, özellikle Araplar emperyalizmden kurtarılarak birlikleri sağlanmalıdır. Zaten Müslüman Kardeşlerin Mısır’daki seçimlere girerken ‘İslam çözümdür’ mottosunu seçmesi de bu ideolojisini açıkça ortaya koyuyor. Gülen Hareketi’nin hiçbir zaman bu tür radikal söylemleri olmamıştır.
Üçüncüsü Müslüman Kardeşlerin ideolojisinde Siyonizm ile mücadele asli unsurlardandır. Gülen Hareketi’nin böyle bir önceliği ve stratejisi yoktur.
Dördüncüsü bugün dünyadaki pek çok radikal hareketin; El Kaide’den Hamas’a, İslami Cihad’a lider kadrolarının Müslüman Kardeşlerden çıktığı bilinen bir gerçektir. Şu anda Suriye’den Irak’a, Somali’den Libya’ya faaliyet gösteren pek çok Selefi/Vahhabi örgütün de Müslüman Kardeşlerden esinlendiğini vurgulamak gerek. Gülen Hareketi ise bu örgütler tarafından benimsenmemektedir.
Beşincisi Müslüman Kardeşlerin neredeyse Arap ülkelerinin tamamında bağlantılı olduğu siyasi hareketler mevcuttur. Bazılarında bu partiler iktidarda ya da iktidar ortakları durumundadır. Gülen Hareketi’nin bu tür bir politikası yoktur.
Altıncısı Müslüman Kardeşler Rabia Meydanı’nda Sisi Yönetimi ile mücadele etmek için barikatlar kurdu, demir levyeli ve sopalı kişileri meydana topladı. Gülen Hareketi mensupları gaz yemelerine ve tartaklanmalarına rağmen polise taş dahi atmadı.
Yedincisi Müslüman Kardeşler toplumun tepeden aşağı doğru değişmesi gerektiğini öne sürerken Gülen Hareketi tam tersine aşağıdan yukarı değişimi savunmaktadır.
Sekizincisi Müslüman Kardeşler İslam’ın klasik yorumlarını ön planda tutarken, diğer din ve mezheplerden olanlara şüphe ile bakılırken Gülen Hareketi için ‘herkesi olduğu gibi kabul etmek’ öncelikli stratejilerdendir. Yani Müslüman Kardeşleri İslami/İslamcı bir hareket olarak tanımlamak mümkünken aynı durumu Gülen Hareketi için söylemek çok da gerçekçi değildir. Evet bu hareket İslami bir harekettir ancak daha çok barışı ve diyalogu ön planda tutan insani bir hareket olarak değerlendirmek bence daha yerli yerinde olur.
Bu maddeler daha da artırılabilir…
Kuru’nun ‘İki grubun benzer sorunlarını üç başlık altında inceleyeceğim: Ütopik İslam anlayışı, otoriter devlet ve yanlış ittifaklar.’ çıkarsaması da problemli.
Kuru’ya göre Gülen Hareketi, siyasal parti kurmadığı için kendisini Müslüman Kardeşlerden ayrı görüyordu, oysa ki Erdoğan’la ittifak kurarak aslında kendisiyle çelişti.
Cemaatin Erdoğan’la ittifak kurduğu sözü bazı yönlerden doğru görülse de temelde çok yanlış bir ifade. Çünkü cemaatin Erdoğan’la ittifak kurduğunun söylendiği dönemlerde medeni ve modern Batı da Erdoğan’la ittifak halindeydi. Erdoğan sadece Avrupa ve ABD’de değil, aynı zamanda izlediği ılımlı İslam modeliyle Arap dünyasında da yıldızdı.
Söylemleri, çıkarmaya çalıştığı kanunlar, diğer görüşlere olan saygısı ile (ya da o izlenimi veriyordu) istisnasız herkesin beğenisini kazanıyordu.
Bu dönemde herkese eşit fırsat verilince eğitime en büyük yatırımı yapan Gülen Hareketi’nin okullarından, dersanelerinden mezun olanlar ordudan, emniyete, yargıdan bürokrasiye her tarafta hızla görünür olmaya başladılar. Bu insanlar buralara gelirken kimsenin haklarını çiğnemediler. Zaten bir yerde usulsüzlük ve hukuksuzlukların kökleşmesi için 6-7 yıl (Kuru’ya göre cemaatin ittifakı 7 yıl kadar sürdü) yeterli bir süre de değildir. Gülen Hareketi de bu kadar bir süre boyunca eğer Erdoğan tarafından eğer kollandıysa, günümüzde yapılan saldırıları hak ettikleri anlamına mı geliyor?
Cemaat ayrıca bu süre boyunca seçim zamanları stratejik davrandı ve AKP’yi destekledi, daha sonraki süreçlerde CHP’den MHP’ye hatta HDP’ye herhangi bir partiyi desteklediği gibi.
Zaten bir partiyi desteklemek onu siyasi bir partiye dönüştürmez. Bir demokratik ülkede oy kullanmak en temel haklardan biridir.
Kuru’nun ‘Her iki grup için de İslam sosyopolitik sorunların çözümlerini içermektedir… Gündelik dildeki deyişle İslam “tuvalete girmekten, devlet yönetimine kadar” her konuda rehber olan bir dindir.’
İslam, eğer Hz. Muhammed’in hadislerini de içeriyorsa tuvalet adabından, yemek yemeye, sosyal ilişkilerden uhrevi konulara birtakım düzenlemeler getirmektedir.
Sayın Gülen, görebildiğim kadarıyla, Hz. Muhammed’i kendine rehber edinerek sevenlerini yönlendirmeye çalışıyor. Bunu yaparken de haksızlıklara, hırsızlıklara, yolsuzluklara, zulümlere karşı çıkıyor. Hiçbir zaman ‘devleti ele geçirerek başkalarına yaşam hakkı vermeyin’ demedi. Belki birileri onun mesajlarını yanlış algılayarak bu tür kirli işlere girmiş olabilir ama Gülen Hareketi eğer Gülen’in öğretileriyle değerlendirilecekse, ‘Her iki grup da ilk görünüşte klasik İslam düşüncesinin devamı gibi görünen bu ütopik anlayıştan yola çıkarak hayatın her alanına hakim olmayı ve tüm alanları kendilerince yeniden düzenlemeyi hedeflediler. Bunu yaparken de sosyal bilimler ve felsefe konusundaki bilgisizliklerine hiç önem vermediler ve bu boşluklarını fıkıh ve hadis bilgisi ile dolduracaklarını zannettiler.’ demek çok haksız ve yersiz bir eleştiri olur.
Ayrıca devlete egemen olma düşüncesi Avrupa’da, ABD’de, Japonya’da her tarafta söz konusu. Bugün ABD’de en etkin güç Evanjelikler denmiyor mu? Ya da bugün Almanya’da Katolik ve Evanjelikler sağlıktan, eğitime pek çok alanda söz sahibi değiller mi? Buralarda demokrasi oturduğu için belki bu gruplar emniyet, istihbarat ya da orduda çok etkin olmak istemeyebilirler, ancak şartlar değişik olsaydı buraları da kontrol etmek isteyebilirlerdi. Belki de etkinler biz bilmiyoruz. Dolayısıyla devlete egemen olmaya çalışmak bir suç ya da gayri meşru bir olay değildir. Eğer fırsat eşitliği engellenmiyorsa, devlette söz sahibi olmak herkesin hakkıdır.
Kuru’nun ‘Türkiye ve Mısır’da her alana hakim olma çabasının sonucu olarak da Cemaat ve Müslüman Kardeşler hemen her kesiminden düşmanlar kazandılar. Seküler kesimlerde toplumu İslamlaştırma çabasına karşı oluşan bu düşmanlık, muhafazakar kesimlerde ise “kendilerine pastadan az pay verildiği” gibi düşüncelerden kaynaklandı.’ sözünün cemaati kapsamadığını düşünüyorum.
Cemaatin toplumu İslamlaştırmak gibi bir hedefi olmadı. Evet insanlara İslam anlatıldı ama hiçbir zaman radikal bir İslam insanların önüne konmadı.
Bugün Batı’da da kiliseler pek çok organizasyon yoluyla vatandaşlarına Hıristiyanlığı anlatmaya çalışıyor ve bu yasak değil. Cemaat de insanlara İslam’ı anlatabilir ama bu bir Kemalistin Kemalizmi, laikin laikliği anlatması ölçüsünde oldu.
Ayrıca bugün cemaate düşman olan gruplara bakıldığında kimleri görüyoruz: En az İslamcılar kadar katı ve yobaz olan Kemalistleri, mensupları çok rahatlıkla İŞİD’vari insanlara dönüşebilecek Menzilciler, Cübbeli Ahmetçiler, Adnan Hocacılar, Sedat Peker gibi mafyavari örgütler, ülkeyi ele geçiren Ergenekoncular vs. Bunlara bakarak eğer ‘bakın kimse cemaati sevmiyor’ denecekse bu yanlış bir sonuç olur. Halkın cemaat düşmanlığının ise dönemsel olduğunu söylemeye dahi gerek yok. Toplum bugün taş attığını yarın güllerle alkışlar, çünkü propagandaya göre yön alırlar.
‘Hem Cemaat hem de Müslüman Kardeşler kuruluşlarından bu yana devlet ile ilişkilerinde devamlı bir baskı korkusu altında yaşamışlardır. Bu korkunun bir ele geçirme saplantısına dönüşmesi her iki grup için de söz konusudur.’ sözünün de çok fazla eleştirilir tarafı bulunuyor.
Ortadoğu’da devletler tarih boyunca her zaman baskıcı ve zalim olmuşlardır. Şu anda da pek çok ülkede bu zalim yönetimler iktidarda.
Cemaatin nasıl bir devlet terörüyle karşı karşıya kaldığı ta 2004’te ortaya çıkan belgelerle tescillenmişti. Bunun verdiği refleksle devlet içindeki bu mafyavari yuvalanmaların temizlenebilmesi için mücadeleye girişti. Mücadele ederken tabi ki bazı hatalar yapılmış olabilir ama mücadele edilmesi gerekiyordu. Başka türlü bu yapılanmalar nasıl ortaya çıkarılacaktı ya da bunların sergileyecekleri vahşete nasıl engel olunabilecekti?
Belki de cemaat bu mihrakların üzerine gitmeseydi, şu anda sergiledikleri zulümleri yıllar önce gerçekleştireceklerdi.
Bu arada Kuru sosyal ve dini hareketleri nasıl yorumluyor bilmiyorum ama bana göre cemaat dini olmaktan çok insani ve sosyal bir harekettir ve sosyal hareketler her türlü zulüm, yolsuzluk ve haksızlıkla mücadele etmelidirler. Mücadele ederken de zulmün ana kaynağını teşkil eden devlete karşı ne yapılmalı? Mücadele sadece insanlara ‘iyi insanlar olun, şunu yapın, bunu yapmayın’ demekle mi olur?
Kuru’nun ‘Cemaat ve Müslüman Kardeşler’in maruz kaldıkları devlet baskısında eski müttefikleri onlara destek olmamış, hatta genelde bu baskıların öncülüğünü yapmışlardır. Bu iki grubun müttefik seçimindeki yanlışları hızlı düşüşlerinde önemli bir faktördür.’ çıkarmasamasının da altı boştur.
Kuru yazısının devamında ‘Özellikle 2006 Danıştay suikastı ve bir sene sonraki e-muhtıra girişimi ardından AKP ile güçlü bir ittifak kurdu. Bu koalisyon Erdoğan’ın Kemalist elitler karşısında ayakta kalabilmesini, hatta bu elitleri marjinalize edebilmesini sağladı.’ ifadelerini kullanıyor.
Kuru bu sözleri söylerken cemaatin kimlerle ittifak kurması gerektiğini de belirtmiyor ve zaten geliştirdiği mantığın yanlış olduğunu, ‘Erdoğan daha önceki üç müttefiki olan liberaller, Kürt hareketi ve Cemaat’e karşı harekete geçti.’ sözleriyle deşifre ediyor. Yani burada yanlış müttefik seçen sadece cemaat edğil, aynı zamanda liberaller ve Kürtler de olmuş.
Peki başka ittifak alternatifleri nelerdi Sayın Kuru?
Sadece Kuru değil, cemaat içinden çıkmış pek çok entelektüel de cemaatten kızdıkları bazı şahsiyetlerden dolayı temelsiz pek çok iddiayı dile getirebilmektedir.
Ben şunu söylüyorum; bu cemaatteki insanlar da nihayetinde El Nusra’nın, İŞİD’in, Hizbullah’ın, PKK’nın, El Kaide’nin cirit attığı bir coğrafyadan geliyorlar. Eğitim düzeyleri, kültürleri, tecrübeleri neticede Türkiye’deki insanlarla kıyaslanıyor. Rakipleri Batılı ülkeler olmadı.
Belki de bu insanların pek çoğu cemaat olmasaydı ismini zikrettiğim radikal gruplara ya da bu süreçte Erdoğan’ı destekleyen, onun için hayat iksiri haline gelen cemaat ya da tarikatlara üye olacaklardı.
İnsan kalitemiz ortada. Dolayısıyla cemaati eleştirirken ya da bir yerlerle kıyaslarken realiteleri göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Cemaat hata yapabilir, yanlış bir strateji izleyebilir. Milyonlarca insandan oluşan bir kitle söz konusu. Birileri suç da işleyebilir. Ancak yaşananlar cemaatin yaptığı hataların ya da cemaat içinden birilerinin işlediği suçların sonucu değildir.
Yaşananlar Erdoğan ve onu yaşatan Kemalist, Ergenekon, mafya, cemaat-tarikatların ortak operasyonudur.
Kuru’nun çıkarsamaları niyeti öyle olmasa bile Batı’da cemaati itibarsızlaştırmak için kullanılabilecek nitelikte. Müslüman Kardeşlerle kıyaslayarak yaptığı değerlendirme için son sözüm:
Evet cemaat, günümüzde de, geçmişte de pek çok sosyal ve dini hareketin başına gelen felaketlerden birine maruz kalmıştır. Ancak bu felaketi anlatmak için neden Müslüman Kardeşleri örnek gösteriyorsunuz da 1940’larda Nazi katliamına maruz kalan Yahudilerle kıyaslamıyorsunuz?
Yahudiler de dini bir gruptu, devlette etkiliydiler ve de eğitimliydiler. Ama Hitler denen bir diktatör çıktı ve bu insanları biçti. Gerçekten Yahudiler ne gibi bir suç işlemişlerdi de bu kadar büyük bir kıyıma maruz kaldılar?