Siyasetten basına, sanattan kültüre, spordan eğitime kadar neredeyse her alanda devletin kuşatması altında bulunan muhalefet, tüm baskılara karşı kendinden beklenen duruşu hakkıyla sergileyemeyince inisiyatif alan bir kısım “rapçi”ler “Susamam” adlı parçalarıyla ciddi bir muhalefet sergilediler.
Aslına bakarsanız tüm muhalif düşüncelerin bir şekilde cezalandırıldığı Türkiye’de böyle bir sesin “cesurca” ortaya çıkışı bile alkışlanmaya değer bir tutum.
Sansürün her alanda kanıksandığı ülkemizde, insanlar hapse girmekten veya en azından işinden olmaktan o kadar korkar hale geldi ki artık yazarlar kendilerine otosansür uygulamaya başladılar.
“Sansür” aslında Latince “censor”dan gelen bir sözcük. Nüfus sayım memuru ve ahlak zabıtası gibi anlamlar taşıyor. Kraldan fazla kralcı bazı tipler kendi ahlaksızlıklarının koruyucu zabıtası kimliğine bürününce de sansür kaçınılmaz oluyor.
Kitapları “Bombadan daha tesirli bir silah” gibi gören bazı dar kafalar tarih boyunca fikirlere pranga vurma adına pek çok çaba gösterse de asla bilginin dolaşımını engelleyememişlerdir. Hele günümüzdeki her türlü teknolojik imkana rağmen hala “yasakçı” zihniyet taşıyanların çabaları yel değirmenleriyle savaşmaya benziyor.
Amerikan Kütüphaneler Birliği tarafından Eylül ayının son haftası “Yasak Kitaplar Haftası” olarak ilan edilmiş. Tarihe şöyle bir bakıldığında günümüzde “klasik” diye isimlendirdiğimiz öyle kitaplar var ki basıldıkları yıllarda yasaklanmış ve yazarları zindanlara düşmüş.
Örneğin “Don Kişot” 17. yüzyılda ilk yayınlandığında İspanyol Engizisyonu tarafından bazı bölümleri sansürlenip çıkarılmıştı. Kitabın tam nüshası ancak 19. yy’da yayınlanabilmişti.
Tolstoy’un meşhur eseri “Suç ve Ceza” ise uzun yıllar Rusya’da “gerici”, Polonya’da ise “kötümser” olduğu gerekçesiyle yasaktı.
1960 Pulitzer Ödüllü Harper Lee’nin “Bülbülü Öldürmek” romanı ise ırkçılığı eleştirdiği için uzun yıllar Amerika’nın güney eyaletlerinde yasaklı kalmıştı.
Bir başka Pulitzer sahibi roman olan Steinbeck’in “Gazap Üzümleri” ise tarım şirketlerinin baskısıyla Kaliforniya’da 1990’a kadar kütüphanelerde yasaktı. Eserin filmi ise 1940’ta Stalin tarafından “Fakir Amerikalıların bile arabası olduğu” gerekçesiyle Rusya’da yasaklanmıştı.
Elbette Türk Edebiyatı da bu yasaklardan nasibini almıştı. Belki de edebiyatımızın politikadan en uzak duran yazarlarından biri olan Sait Faik’in “Medar-ı Maişet Motoru” romanı kahramanlarından birinin eski bir asker kaputu giydiği gerekçesiyle toplanıp yakılmış ve eser yasaklanmıştı. Yine yazar “Çelme” adlı hikayesinde bir askere bir kadının çelme takıp düşürmesi ve halkın buna gülmesi yüzünden “Halkı askerlikten soğutmak” suçlamasıyla yargılanmış ve eser toplatılmıştı.
Sabahattin Ali’nin adeta bugünün tiranlarının nasıl yıkılması gerektiğini anlatan “Sırça Köşk” adlı hikayesi “Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Kurulursa da yıkılmaz sanmayınız. En heybetlisini yıkmak için 3-5 kelle yeter.” cümleleri yüzünden yasaklanmış, yazar ise mahkeme yollarını aşındırmak zorunda kalmıştı.
Fakir Baykurt “Yılanların Öcü” romanı yüzünden öğretmenlikten atılmış ve kitap da yasaklanmıştı. Adalet Ağaoğlu’nun 12 Mart darbesini anlattığı “Fikrimin İnce Gülü” romanı ise “Askeri aşağılamak” suçlamasıyla toplatılmış, 2 yıl süren dava sonunda ise yazar beraat etmişti.
Nazım Hikmet, yasaklanan 4 kitap yüzünden 12 yıl hapis yatmış, Necip Fazıl ise 1968’de yazdığı “Vahdettin” kitabı yüzünden 1983’te hapse girmişti. Kitap 1968, 1977 ve 1980’de toplatılmış, ünlü şair bu kitabın davası devam ederken vefat etmişti.
Liste uzayıp gidiyor ama değişmeyen bir şey var ki o da muktedirler ne kadar yasak koyarsa koysun “fikirler” daima özgür kalıp insanlara ulaşmanın bir yolunu buluyor ve hak ettikleri değeri daima kazanıyorlar.
Fahrenheit 451 romanında da işlendiği gibi tüm kitapları yakıp yok etseler bile son çare onları ezberleyip “kitap insan”a dönüşen birileri yine de o fikirleri yaşatmaya daima devam edeceklerdir. “Yasaklı Kitaplar Haftası”nda bu kitaplarla tekrar buluşup bir kere de bu gözle onları okumak dileğiyle…
fsemih.yilmaz@gmail.com