Meric’in sularına
Yada Ege’nin bağrına
Sevdâ tohumları atsam
Boy verir mi,
Ümit olarak ?
Bilmem, bilemem.
Ama yinede,
Sen,
Meriç gibi
Ege gibi
Çağla içimde
Kanlı gözyaşım.
Sessiz, sedâsız
Bir duâ, bir recâ olarak.
Kardeşlerime yanık
Bir ağıt, bir türkü
Bir sevdâ olarak.
Gecenin bir yarısı, dilimden bu sözler döküldü.
İçimiz yanıyor ve bir yangın bitmeden yeni bir yangın başlıyor, hangisine yanalım bilemiyoruz.
Kadrimiz büküldü, hergün künde üstüne künde devriliyoruz.
Civelek ailesi mi, Dalga ailesine mi, Görmez ailesi mi, yoksa Kara ailesine mi ?
Kanser tedâvisi görürken babaya hasret kalan minik çocuklara mı, Ege’de zulümden kaçarken ölen mâsum akademisyenlere mi, ismini bilmediğimiz mâsum, mağdûr, mazlûm, mehcûr canlara, cânânlara mı ?
Yoksa o meş’um Temmuz gecesinde boğazı kesilen, köprüden atılan yâhut iktidâr uğruna sahte bir darbeye kurbân edilen yüzlerce Harbiyeli gence mi ?
Yoksa o gece niye öldüğünü yada öldürdüğünü bilmeyenlere mi ?
Hangisine yanalım ?
Eğer kadere imânımız olmasa, dertten, kederden ölmemiz işten değil.
Nitekim yıllar oldu saâdetin zerresini görmedik.
KALPLER PARAM PARÇA VE VİCDANIN SESİ GERGERLİOĞLU
En katı kalpler dahi bölük-pörçük, param- parça, pâre-pâre olmuş durumda.
Hangisine yanalım ?
Meriç bir yandan, Ege bir yandan, trafik bir yandan, hastalıklar bir yandan, zulüm giderek artan baskısıyla canlarımızı alıyor, canlarımızı yakıyor.
Zâlim Diktatör ise pişkin, pişkin “zulüm altında ölen her candan sorumlusunuz” diye BM küsüsünden höykürüyor, sûret-i haktan görünerek, münâfıkça.
Ve yine facia, yine ölümler.
Vicdânın sesi Ömer Fâruk Gergerlioğlu inliyor ;
“Yine Ege, yine fâcia !
Beş çocuk, iki kadın vatandaşımız bindikleri botun, kayalıklara çarpması sonucu vefât etmiş.
Ülkedeki adâletsizlikten kaçan onlarca kişi hayâtını kaybetti.
Tespitim son üç yılda yirmi çocuk, on yetişkin T.C. vatandaşı Ege ve Meriç’te boğuldu.
Kaçılmak istenen hukuksuz bir ülkeyiz.!”
Ve fâciayı Yunan medyası ilk haber olarak görüp ;
“Erdoğan’dan kaçan melekler Ege’de can verdi” başlığı atarken, ölü taklidi yapan Türk Medyası yalan üzerine yalan sıralıyor.
Yunan ne, Türk ne, insanlık nedir, zulüm nedir ?
Düşmân bildiklerimiz bizlere insanlık dersi veriyor.
Ne ifritten bir dönemde yaşıyoruz.
Devlet-i Âliye artığı bir devlet, Devlet-i Suflî’ye dönüştürüldü, mazlûmların hâmisi, dayanağı olan bir millet kendi evlâtlarının katili, celladı oldu.
Doymak bilmiyor, zâlim bir Diktatör’ün elinde terör estiriyor.
Bizim hatâlarımızın sonucu ;
Peki nasıl bu hale geldik ?
Rabbimiz Kitâbımız’da (Sûre-i Ra’d 11) ilân ediyor “Ben herhangi bir kavmi değiştirmem, onlar kandilerini, nefislerini-hallerini değiştirmedikçe”
“Başımıza gelenleri kendimizden bilmeliyiz” İslâmî temel disiplin bunu gerektiriyor.
“Aleyküm enfüsekum” kendimize bakmalıyız.
Yıllar içinde değişip, başkalaştık mı ? Safvetimizi, samîmiyetimizi mi kaybettik ?
Ben Büyüğümüz’ün Mülânee’sini tersten okuyarak kendime bakıyorum ve çok korkuyorum.
Receb Ağabey ne güzel haykırıyor “Aman Allâhım, içte ki derin devlet, nefs-i emmâremiz. Zulmün kaynağı içteki Tirân, nefs-i emmaremizdir ! Aman Dikkat !”
Gelen musibetlerin sebebi Ehl-i Hakk’ın vazifesini tam yapamaması, gerekli tamamiyeti sağlayamaması ve netîcesinde Ehl-i Dalâlet’e mağlup olmasıdır.
17 Ağustos Depremi sonrası Büyüğümüz’ün beyânı bu yöndeydi.
Rabbimiz şefkatle bizi uyarıyor, temizliyor ve yeni bir döneme, yeni bir dünyâya hazırlıyor.
Her musîbet cezâ değildir.
Nasıl yaşarsanız öyle yönetilirsiniz ;
Bununla beraber mes’ele sâdece cemaâtimiz değil milletimizin umum durumu.
Evet, temel problemimiz devleti yönetenlerin durumu değil, esâsen bizim hal ve tavrımız neticesinde onların. üzerimizde toplanıp, başımıza musallat olmasıdır.
Çünkü Efendimiz (sav) buyuruyor ki “Nasıl yaşarsanız öyle yönetilirsiniz”
Fakat bu durum siyâsileri mâsum kılmaz, hırsız her zamân hırsız, zâlim her zamân zâlimdir.
Ehl-i siyâset ;
Üstâdımız “Şeytan ve siyâsetin şerrinden Allâh’a sığınırım. Menfaât üzerine dönen siyâset, canavardır“ der.
Yine Üstâdımız’a göre insana ” Gaflet verecek, dünyâya boğduracak, hakîki vazife-i insâniyeti ve âhireti unutturacak olan en tehlikeli dâire siyâset dairesidir ” hem “Siyasetçi ekserce tam müttakî, dindâr olmaz, tam müttakî dindâr ise siyâsetçi olamaz”
Bismarck ne güzel ifâde eder “Siyâset cambazlığına giren bir adam, irâdesine dikkat etmelidir çünkü siyâset karakteri bozar.”
Gerçektende “Bâzı insanlar prensipleri için partilerini değiştirir, bâzıları partileri için prensiplerini değiştirir.” (Churchill)
Genellikle siyasetci tam bir münâfık tiplemesidir, zıp orada, zıp burada rüzgar gülü gibi döner durur.
Hele hele Siyasal İslâmcılar İslâm’ın evrensel ve kuşatıcı mesajını âdeta bir rejim projesine indirgemiş, devleti ele geçirme ve kafalarında oluşturdukları muhayyel bir kısım kurgulara göre insanları idâre etme adına, dini suiistimâl etmiş, araçsallaştırmış ve bir ideolojiye çevirmişlerdir. (Y. Çayıroğlu)
Aslında kısaca dine ihânet etmişlerdir.
Fenâ ve fâni bir adam Arınç “Siyâsetcinin işi ütmektir” derken siyâsinin niyetini açık eder.
Siyâsetçi ve Devlet Adamı ;
Pompidou’ya göre “Kendini ulusuna hizmet etmeye adayan siyâsetçiye devlet adamı denir. Ulusun kendisine hizmet etmesi gerektiğini düşünen devlet adamına ise siyâsetçi.”
Maalesef ehl-i siyâset sâdece kendini, rant ve menfaâtini düşünür.
Talihsiz devlet ;
İşte bu siyâsilerin eline düşen devlet talihsizdir, tam bir canavar, tam bir zulüm aracıdır.
Büyük dehâ Hz. Ali Efendimiz’e (ra) göre “Bir devletin devâm ve bekâsı adâletle mümkün olur. Adâlet için en büyük tâlihsizlik ise, devleti idâre edenlerin zâlimliğidir.”
Zâlim siyâsilerin elinde devlet bir suç şebekesidir ;
Bilhassa son zamanlarda “yoğun bir şekilde” çığrından çıkarılan devlet aygıtının gayr-i nizâmi muamelelerine mâruz kalıyoruz.
Menfaâti için “bütün dini, hukûki, ahlâkî kâideleri hiçe sayan siyâsiler” ve “yıllardır cenderesinden kurtulamadığımız derin yapılar” aynı zihniyetin ürünüdür.
Hak hakikat tanımayan bu iki ifrit ortaktırlar.
Bir sağdan, bir soldan asarlar.
Nasıl bir anlayışla yönetildiğimizi ve siyâsilerin milletimizi, devletimizi nasıl derin yapıların kucağına ittiğini, ortaklıklarını hemen hatırlayacağınız birkaç örnekle vermek istiyorum ;
Ogün Samast denilen kâtil ile Rezâ Zarrap denilen soytarıya ay-yıldızlı bayrağımız önünde poz verdiren, fotoğraf çektiren aynı zihniyettir.
Halkını tokatlayan Cumhurbaşkanı ile tekmeleyen Danışmanı ve “milletin a…. k…….z” diyen yandaş işadamı aynı zihniyetin ürünüdür.
Yolsuzluğa “sıfırla oğlum, sıfırla” diyerek ve kendilerini aklayarak zirve yaptırdılar, bugün Sayıştay Raporları ile memleketin her tarafının yolsuzluktan battığını görüyoruz.
Devletin malı deniz değil ummân. Yiyenler ise domuz değil, gerçek değil, dîni kendisine âlet eden “yalandan müslümân.”
Adâletimiz “Makaracı Egemen” ve diğerlerinin kendileriyle alakalı araştırma önergesinin reddine dair oylarını alayla sallarken, poz verdikleri gün yıkıldı.
Aynı zihniyet, silik bir adamı fakülteden beri tâkip ederek bir gazetenin sabahta, şafakta genel yayın yönetmeni yapar, Ergenekoncular’a tam destek verdirir.
Bir astsubayı hınçla yetiştirip, generallerin önüne koyar, koca bir devletin entelijansiyasını teslim ettirir.
Kahkahayla “sallatırım iki füze” der.
Öyle bir zihniyet ki Apo’ya örgüt örgüt kurdurur, sonra en önde gelen bir Mit’çinin kızını Apo’ya eş yapar.
Asacağız diye getirip, Bahçeli’ye ip attırır, İmralı’yı Apo’ya mesken kılar, ayağına kadın getirir.
Velioğlu isimli câniyi önce lider yapar, sonra kurşuna dizer.
İşine gelince “tek yol şeriât” işine gelince “kahrosun şeraiât” dedirtir.
Bugün faşist, yarın komünist fakat her dem ateisttir.
Önce yargıya adamlarını yerleştirir, sonra da ağababaları Perinçek’e “yargı siyâsetin köpeğidir” dedittirir.
Evlâdı dağa kaçan anaları siyâseten bir partinin önüne dizer, evlâdına zulmettiği mâsum anaları gözaltına aldırır, hemde anaların gözyaşı üzerinden prim yaparak.
Beyaz Toroslar, asit kuyuları, işkence, Siyah Transporter’lar, say sayabildiğin kadar.
Suçun ve zulmün bini bir para.
Evet derin, hem de çok derin devlet var ve işte bu devlet siyâsilerle ortaktır.
Bütün bunların tesadüf olduğuna mı inanıyorsunuz ? Ben kainatta tesadüf olmadığına inanıyorum.
“Bir devleti kurmak için bin sene ister. Yıkmak için bir saat yeter” der Byron.
Ne yazık ki bin yılların anlı-şanlı devleti gümbür gümbür yıkılıyor.
Ve acıdır ki milletimiz haydutlara yahşi çekerek alkışlıyor…
Ve yârın ;
“Bu din garip başladı garip bitecek” diyen Efendimize (sav) itimadımız tam, O (sav) “gariplere müjdeler olsun” buyuruyor, gariplere müjdeler olsun !
Biraz sabır.
Bebeklere musallat olmuş bir devlet baki kalabilir mi ? Hayır.
Nizamülmülk ne güzel söyler
“Küfr ile belki amma, zulm ile payidâr kalmaz memleket”
GEMİYİ TAŞIYAN SUDUR AMA DEVİREN DE…
Bir incide Konfüçyüs’tan “Devlet gemiye halk da suya benzer. Gemiyi taşıyan sudur ama gemiyi deviren de sudur.“
Gümbür, gümbür devrileceksiniz !
Yazık olan memleketimize oluyor.
İçeri attığınız, boğmaya çalıştığınız Çocuk Mûsâ’lara (as) gelince, onlar zulmü görerek büyüyorlar unutmayacaklar, hukuk geri dönünce hakla-hukukla hesap soracaklar.
(İnşaAllâh)
Bizler görsekte görmesekte geleceğin dünyâsını çocuk Mûsâ’lar kuracaklar.
Bizlerse, dünümüze muhâsebe, tevbe ve istiğfarla,
bu günümüze gayret, tezekkür ve tefekkürle,
yârınımıza plan-proğram, duâ, azîm ve ümitle bakarak vazifemizi yapmaya devâm edeceğiz.
Evet, herşeye rağmen unutmayınız !
“Yarın elbet bizim elbet bizimdir,
Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir”
Ve hep beraber haykıralım, zalimler için yaşasın cehennem !
mansurturgutk@gmail.com