Son bahar rüzgârlarının darbeleri ile yere düşen her bir yaprak, hazan halısını nakış nakış, ilmek ilmek dokuyor.Hazan halısı üzerinde son muhacirle yürüyoruz.
Üzerinde mütevazı bir elbise, orta boylu, yüzü; hasadı yeni kaldırılmış kıraç bir arazi gibi hüznün harman yeri, ağır yük taşımak için yaratılmışçasına omuzları geniş bir yiğit…
Genç görünmesine rağmen kavruk yüzünde oluşmuş çizgiler, hiçbir tebessümün gizleyemediği derin acıların işaretçisi.
Geçen gün birlikte çalıştığı birinin onun için, “rol model bir insan, örnek alınacak bir kardeş” sözleri karşısında, “sadece böyle güzel insanları tanımak için bile bu gurbet diyarlarına gelinir” diye düşündüm.
Bir müddet sonra pek çokları gibi o da buralardan gidecek. Geride en güzel hatıralar bırakarak bir bir gidenler gibi.
Önden gidenler gibi onunla da rüyalarda buluşacağız.
Artık ışık sızdırmayacak pencereler,
Yoldan geçmeyecek kimseler,
“Çay var mı?” diye sormayacak
Dost canlısı sesler.
Yüreğimize oturacak yine derin bir sızı
Geceler karanlık, gündüzler kan kırmızı
Kim sorar hatırımızı
Yine bir istasyon bin ayrılık…
Önce bir ıslık, sonra yavaş yavaş dönmeye başlayan tekerlekler
Yanaklara süzülen yaşlar, sallanan yorgun eller
Bir mendil gibi havada asılı kalan kederler,
Hâlbuki ne sevdalarımız vardı.
Neyse…
İki kafadar rüzgâra karşı yürümeyi sevsek de sonbahar rüzgârlarına efelenmenin doğru olmadığını biliyoruz.
Üst-başımız kavi.
Büyülü gölün kıyısında, her bir rüzgar darbesiyle sağanaklaşan sarı konfeti yağmurları altında bir müddet daha öylece yürüyoruz.
Elbiselerinden soyunmuş üryan ağaçlar, sonbahar güneşinin solgun ışıklarında ısınmaya çalışıyor.
Son muhacir, “bu gün telefonuma bir hikâye düştü, çok dokunaklı size de okumak istiyorum’’ diyor.
Önce yine bir kardeşimizin yaşadığı acılar diye düşünüyorum. Yine taş duvarlardan ya da soğuk sulardan yükselen bir ağıt var sanıyorum. Çünkü onlarla oturuyor onlarla kalkıyoruz.
Yüreğimiz o acılarla o kadar yorgun ki…
Ama değilmiş…
Başladı okumaya…
“Okulun ilk gününde 5. sınıfın önünde dururken, öğretmen çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Ancak bu imkânsızdı, çünkü ön sırada oturduğu yerde bir yana kaykılmış ismi Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuk vardı. Mediha Öğretmen bir yıl önce Mustafa’yı izlemişti ve diğer çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu ve sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemişti. Ayrıca Mustafa tatsız olabiliyordu. Bu öyle bir noktaya geldi ki, Mediha Öğretmen onun kâğıtlarını büyük bir kırmızı kalemle işaretlemekten, kalın çarpılar yapmaktan ve kâğıdın üstüne kırmızı işaretler koymaktan zevk alır oldu.
Mediha Öğretmenin okulunda, her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Mustafa’nın kayıtlarını en sona bıraktı. Ancak, onun hayatını gözden geçirdiğinde, bir sürpriz ile karşılaştı.
Mustafa’nın birinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:
Mustafa gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli?
İkinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:
Mustafa mükemmel bir öğrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesinin ölümcül bir hastalığı olduğu için sıkıntı içinde ve evdeki yaşamı mücadele içinde geçiyor?
Üçüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:
Mustafa’nın annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası ona ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evdeki yaşamı yakında onu etkileyecek.
Mustafa’nın dördüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:
Mustafa içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor.
Bunları okuyunca, Mediha Öğretmen problemi kavradı ve kendinden utandı.
Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kâğıtlara sarılmış hediyeleri getirdiğinde bile çok kötü hissediyordu. Mustafa’nın hediyesini alıncaya kadar bu böyle devam etti.
Mustafa’nın hediyesi bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kâğıdı ile beceriksizce sarılmıştı.
Mediha Öğretmen onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu. Taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşlı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesini paketten çıkarınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı. Ama o bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında çocukların gülmesi kesildi. Bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü. Mustafa, o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için kaldı:
“Öğretmenim bugün aynı annem gibi kokuyorsunuz”
Çocuklar gittikten sonra, Mediha Öğretmen en az bir saat ağladı. O günden sonra, okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine, çocukları eğitmeye başladı. Mediha Öğretmen, Mustafa’ya özel ilgi gösterdi. Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşvik ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu. Yılın sonuna kadar Mustafa sınıftaki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı derecede sevdiğini söylemesine rağmen, Mustafa onun gözdelerinden biri idi.
Bir sene sonra, Mediha Öğretmenin kapısının altında Mustafa’dan bir not buldu, ona hala tüm yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu.
Altı yıl sonra Mustafa’dan bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı.
Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını, sebatla çalışmaya devam ettiğini ve yakında kolejden en yüksek derece ile mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Mediha Öğretmenin tüm yaşamındaki en iyi ve en favori öğretmen olduğunu yazmıştı.
Sonra dört yıl daha geçti ve başka bir mektup geldi. Bu kez fakülte diplomasını aldıktan sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Mektup onun hala karşılaştığı en iyi ve en favori öğretmen olduğunu açıklıyordu. Ama şimdi ismi biraz daha uzundu.
Mektup şöyle imzalanmıştı,
Prof. Dr. Mustafa Yılmaz ( Tıp Doktoru)
Öykü burada bitmiyor.
Görüyorsunuz, ortaya çıkan başka bir mektup var.
Mustafa yakında evleneceğini yazıyordu. Babasının birkaç hafta önce vefat ettiğini, evlenme töreninde öğretmeninin damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu.
Mediha Öğretmen bunu kabul etti.
Düğün günü Mediha Öğretmeni’ni karşısında gören Prof. Mustafa Yılmaz çok sevindi. Elini öperken öğretmeninin kolundaki taşları düşmüş olan bileziği fark etti. Dahası, öğretmeni yine tıpkı annesi gibi kokuyordu. Çünkü Mustafa’nın hediye ettiği parfümden sürünmüştü.
Birbirlerini kucaklarken Prof. Mustafa, Mediha Öğretmenin kulağına şöyle fısıldadı:
“Bana inandığınız için teşekkür ederim, öğretmenim.”
haruntokak@gmail.com