ENES CANSEVER-HAFTANIN YAZISI
Sırrı Süreyya Önder’e yapılan hukuksuzluğa, Anayasa Mahkemesi “dur” diyerek, “hak ihlali” olduğuna hükmetti.
Kocaeli Kandıra Cezaevi’nden tahliye oldu.
İçi boşaltılan “Adalet” ifadesinin yer aldığı cezaevi tabelasının gölgesinde kızına sarılışı, vicdanlı yürekleri yakmıştır.
Şimdi hayatından çalınan 10 ayın hesabını kim verecek?
Önder’in şahsında cezaevinde hayatı çürütülen on binlerce masumun, bebekli annenin, yaşlı ve hastanın, o zindanın kapısından çıkış gününü, eş ve evlatlarına sarılış anını hasretle bekliyoruz.
Adalet bir gün, binlerce insan için “pardon” diyeceğine şüphemiz yok.
Bu kesin.
Peki, hukukun ırzına geçen bir avuç sözüm ona yargıcın, hayatını çaldığı suçsuz binlerce insanın hakkının hesabını kim verecek?
MERİÇ VE EGE’DEN GEÇENLERİN DE BİR YANI HEP İÇERDE
Sırrı Süreyya, bir açıdan tüm tutsakları kuşatıp kucaklayan şu ifadeyi kullandı, yine o “Adalet” yazılı levhanın asılı olduğu cezaevi çıkış kapısında:
“Bir yanımız hep içerde…” dedi.
Çok haklısın Sayın Sırrı Süreyya, sadece bir yanımız değil, dört bir yanımız hep içerde…
Yurdun dört bir yanında.
Hem tutsakların, hem de mazlumların, tüm sevenlerinin bir yanı içerde…
Meriç’ten geçenlerin de geçemeyenlerin de…
Ege’de şehit olanların da sağ salim “düşman Yunan adalarına” ulaşanların da bir yanı içerde…
Atina’ya varanların da, Viyana kapılarına kadar aileleri paramparça dağılanların da bir yanı hep içerde…
Devletin eliyle Adalet’in kolu kanadı budandı.
Onun için Adaletin de hukukun da hakkın da vicdanın da hep bir yanı içerde!
Ne yazık ki milyonlarca masumun hep bir yanı, sayısız anne ve babanın kolu kanadı içerde!
Hepsi hâlâ kara zindanlarda, tek kişilik hücrelerde ve rengi solmuş beton binaların içinde.
Hapishaneler lebalep dolu.
Var mıdır dünyada böylesi haşin bir iktidar anlayışı veya devlet kafası?
Öyle bir devlet ki, sermayesi olan gençlerini, aydın beyinleri, yetişmiş insanını, sevgiden mahrum bir bahçıvan edasıyla, elinde testere, durmadan buduyor.
“Hain” deyip buduyor, bir yanı…
“Terörist” deyip asıyor, bir yanı…
“Düşman” deyip boğuyor, bir yanı…
“Darbeci” deyip canlı canlı boğazlıyor, masum binlerce vatan evladını.
ZULME UĞRAYAN HEMEN HEMEN HERKESİMİN YANINDA YER ALDI, OKKALI BİR SÖZÜ VEYA EYLEMİ OLDU!
Kabul etmeliyiz ki hukuk diyerek, adalet diyerek hep tribünlere oynayan bu ‘eli kanlı devlet ’tin zulmünden, her dönem en fazla etkilenen kesimlerin başında, samimi sosyalistler gelir.
Altan Kardeşler ilk akla gelenlerdir.
Tabi ki daha niceleri gibi…
Aslında ön yargının esiri olmazsak, Sırrı Süreyya Önder gibi; bazı portreler, Türkiye’nin hem mozaiğini yansıtıyor.
Her motiften ve desenden renk bulunulabilir.
Adıyaman’da sosyalist aileden birinin çocuğu olarak dünyaya geldi.
Babası, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Adıyaman örgütünün kurucularındandı.
Dayısı ise; Bediuzzaman’ın talebesiydi.
8 yaşındayken babası öldüğünde Risale-i Nur derslerine gitti.
Bediüzzaman’dan alıntılar yapan bir sosyalist.
Herkes onu Kürt olarak bilir ama Türkmen bir ailenin kırık şiveli Türkçe konuşan bir mensubu aslında.
Kürt problemine empati için sonradan Kürtçeyi öğrendi.
Hayatının bir bölümünde kamyon şoförlüğü yapmış bir önemli Sinemacı ve Yazar.
Önder, siyasi kimliğinin ötesinde hiciv sanatı ve kaliteli esprileriyle, hazır cevaplarıyla da her daim haksızlığın karşısında durdu, her dönemde…
TBMM Genel Kurulu gibi ciddi ortamlarda esprileriyle rakiplerine tebessüm ettirme kabiliyetine sahip.
Tıpkı Osman Bölükbaşı gibi parlamentonun renkli bir ismiydi.
MAMAK CEZAEVİNDE HER TÜRLÜ İŞKENCEYLE YÜZ YÜZE KALDI
Sırrı Süreya’lar, Ahmet Altan’lar gibi ‘zulmü alkışlamayan, zalime de dönüp asla bakmayanlar,’ aynı zamanda, yıllar yılı ‘devletin kara vicdanına’ hep karşı durdular.
Devlet’in, her türlü tacizine ve acımasızlığına her anlamda maruz kalan somut simalarıdır, bugün de…
1978’de Lisede öğrenciyken Maraş Katliamı’nı protesto için düzenlenen gösteriye katıldığı için tutuklandı,Sırrı Süreyya.
Henüz 19 yaşındayken bundan 39 yıl önce cezaevi ile tanıştı.
Mamak Cezaevi’ne gönderildi.
İşkence gördü.
7 yıl hapis yattı.
12 Eylül’de Mamak Cezaevi’ni yöneten işkencesi emekli Albay Raci Tetik ile 32 yıl sonra yüzleşti, TBMM çatısı altında.
Darbeleri Araştırma Komisyonu tarafından 20 Ekim 2012’de dinlenildi, aralarında Önder’in de bulunduğu Komisyon Üyeleri, işkenceci Tetik’i.
Önder, yediği haltları inkâr etmeye çalışan Albay Tetik’e, o dönemde bizzat işkence emrini verip, sonra da oturup nasıl keyifle izlediğini tek tek yüzüne bir şamar gibi patlattı.
Esas duruşa geçmediği için, nasıl bir işkenceye maruz kaldığını, Albay’ın gözünün içine soka soka Komisyona anlattı.
Tabutluk’ tabir edilen zeminin altındaki yerleri çukurları tek tek sırladı.
Sorguladı…
Hesap sordu…
Onun için, Sırrı Süreyya Önder gibi sol görüşlü insanlar, bugünün Siyasal İslamcıları gibi; hiçbir zaman “Kendine Müslüman” olmadılar.
‘Beni başörtülü bir hekime emanet ediniz’ diye yüreklice bir makale yazdı, yıllar önce Sırrı Süreyya Önder.
Sosyalist bir aileden gelmesine rağmen, başörtülülere yapılan baskıya isyan etmişti.
Önder’in, o dönem için yazdığı ama bugünlere de bir isyanın terennümü gibi kalan makalesinden bazı satırlar şöyle:
“Siz başlıktaki ‘hekim’i hâkim olarak da okuyabilirsiniz.
Bu tercihimde hiçbir ironi yoktur.
Modern zamanlar, vicdan dediğimiz şeye bir vidanjör işlevi gördü.
Siz, ötekinin varoluşuna verdiği mananın, dünyaya ilişkin tavrının, siyasi duruşunun, kültürel tutumunun, bir ‘simgesi’ olan başörtüsü ile ilgili başta saygı olmak üzere ancak belli sınırlar içinde konuşabilirsiniz”
Günümüzde başörtülülere yapılan gaddarlığı çoktan geride bırakan 28 Şubat’ın “simge ismi Prof. Dr. Nur Serter için ise;
“Nur Serter’in öğretmen olduğu bir okulda rektör olmaktansa, İhsan Eliaçık’ın hademesi olmak için epeyi çırpınırım.
Tercih etmediklerime hakaret ya da aşağılama kastım yok.
Benim penceremden görünen vicdan manzaraları arasındaki farkı anlatmaya çalışıyorum.” dedi.
O dönem için bu ifadeler çok önemli ve kıymetliydi destek açısından.
Ders vericiydi.
Tıpkı bugün cezaevinde doğum yapan yada sokakta coplanan ‘Başörtülü Anneler’ in çektiği dram karşısında dilsiz şeytan gibi lal kesilen yada alkışlayan Siyasal İslamcılar açısından.
Evet, çok utanç verici bir tablo değil mi?
Mağdurlara kol kanat geren Sayın Ömer Faruk Gergerlioğlu yada Sol görüşlü Sayın Sezgin Tanrıkulu’nun yiğit duruşları bu açıdan çok kıymetli…
Onun için bugünün Siyasal İslamcıları, her dönemde zulme direnen Sosyalistlerin eline ‘abdest suyunu’ bile dökemezler.
Teşekkür borçlu her vicdan sahibi bu iki Milletvekili.
TBMM’deki 600 parlamenterin şeref ve haysiyetini kurtarıyor bu Kürt Kökenli iki Aktivist Milletvekili.
Görüldüğü gibi sosyalistler, hiçbir renk, inanç, etnik ve farklılığı ayırmaksızın, her dönemin diktatörlerine kalkan olmuşlar.
Köşkteki bir resepsiyon sırasında Emine Erdoğan’ın; “Siz nerelisiniz?” sorusuna Sırrı Süreyya Önder, “Adıyamanlıyım, Çok affedersiniz Türküm” diyerek, Erdoğan’ın; “Affedersiniz Ermeni” ifadesine ironi ve espriyle karışık bir üslupla gerekli tepkiyi vermişti.
Gezi Parkı eylemlerinde, parktaki eylemler içinde ilk yer alan Milletvekiliydi Önder.
Gezi olayları sırasında, kepçenin önüne yatan ilk siyasetçidir.
Diğer göstericilerle biber gazına maruz kaldı.
Omzuna biber gazı kapsülü isabet edip hastaneye kaldırıldı.
Kendini, Gezi Parka giren kepçelerin önüne atmış, görevlilerle tartışmaya girerek; “Ben ağaçların da Milletvekiliyim” diyerek, yeşilliği AVM’lere kurban edenlere bedenini siper etti.
“Çözüm sürecinin” önemli aktörlerinden biri, Sırrı Süreyya Önder.
40 yıldan beri, memleketin evlatları kör bir savaş nedeniyle, canından oluyor.
Türk’ün de, Kürt’ün de, Zaza’nın da, Alevi’nin de Sünni’nin de…
Devlet-Kandil ve Öcalan üçgenindeki görüşlerde, (Dolmabahçe Mutabakatında) yer alan heyetteydi.
AKP’nin samimi olmayan “çözüm sürecinde” önemli rol üstlenen Önder, “terör propagandası yapmak “la suçlandı.
Ve 10 ay önce girdiği cezaevinden geçen günlerde çıktı.
Albay Raci Tetik
SAĞCILARIN KAVGISI, BİR AYAKKABI TEKİ SULHLE SONUÇLANDIRDI
Sırrı Süreyya, 12 Eylül 1980’de, cezaevinde yaşanan kavgayı yine sulhla çözmüş bir solcu olarak, olayı da biraz da mizah katarak şöyle anlatıyor:
“12 Eylül’de, Mamak Askeri Cezaevi’nde sağcı ve solcu tutuklular bir arada tutulmaya çalışılıyordu.
Sağcılar arasında nizaa oldu.
Sağcılar “Fikrimiz iktidarda kendimiz damda” travmasından kurtulabilmek için Allah’a sığınmaktan başka yol bulamadılar.
Bir zaman sonra namaz kılmaya başladılar.
Dışarıdan ‘Namaz Hocası’ kitapları getirtildi.
Şaka değil, birçoğunun alnı o güne kadarki yoğun mesailerinden dolayı secde yüzü görmemişti.
16 kişiye göre yapılan koğuşlarda 100 kişi kalınıyordu.
Namaz kılınabilecek alanın darlığını hesap edebilirsiniz.
Koğuşun ortasındaki 3-5 kişilik boşluk sürekli namaz kılan insanlarla dolu olunca kavgalar başladı.
Seccadenin önünden geçilince ibadetlerinin sakata geldiğini düşünüyorlardı.
Küçüklüğünde medreseye gitmiş birisi olarak, seccadenin önüne bir ayakkabı teki konulursa önünden geçilmelerin bir sorun teşkil etmeyeceğini söyledim.
Büyüklerine danıştılar, ikna oldular.
Kibrimizden ve zihnimizin ambargolarından sıyrılırsak, çözüm bazen bir ayakkabı teki kadar basittir.
Onlar ibadetlerini yaptı, biz de voltamızı attık.
Kavgalarımız yine devam etti ama ibadet üzerinden değil.
Bir ayakkabı teki de insanlık tarihinde en az Bush’a fırlatılmak kadar hayırlı bir işlev daha görmüş oldu.”
YILLAR GEÇSE, İKTİDARLAR DEĞİŞSE DE, BU CEBERRUT ANLAYIŞ DEĞİŞMİYOR
Yıllar geçse de, iktidarların yerleri de değişse, gelişen dünya çok farklı bir konuma gelse de, ne yazık ki Türkiye’deki Siyasetçi-Devlet ilişkisi ve anlayışı hiç değişmiyor.
Önden gidene arkadan tekmeyi sallayan, arkadan gelene de çelme takarak, düşürmeye çalışarak devletleşen bir iktidar ve yönetimle bugün imtihan oluyor memleket.
Vatandaşıyla sürekli kavga eden, didişen, dişleyen ve dışlayan bir ‘Devlet ve Siyaset’ anlayışı…
Osman Bölükbaşı yarım asır önce o günler ama bugünlere ışık tutan şu sözüyle noktalayayım yazımı:
“Koltuğunun altında haç taşıyan, fakat hacı görünmeye çalışan, gavur diye öldürüp, şehit diye namaz kıldıran siyasetçiden sakınmalıdır”
El hak doğru.
Türk siyasetinin adeta anjiyografisini yansıtan anlamlı bir cümle.
Böyle siyasetçiler, Sırrı Süreyya’nın, bir ayakkabı teki kadar uzlaşıya katkı sağlamıyor maalesef. e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au
.