Şimdilik ama elinde tutabilecek mi bundan sonra buna tanık olacağız. Erdoğan ve temsil ettiği rejiminden kurtulmadığı sürece Türkiye kaybetmeye devam edeceği için Erdoğan’ın kazandığı her durum Türkiye için kayıptır. Herkes bunun farkında olmasa da böyle. Erdoğan’ın da demokrasiymiş, insan haklarıymış, ülkede huzurmuş gibi dertleri olmadığından bunun değişme ihtimali de yok. Bunlar olmadan da refah, ekonomik gelişme, barış ve özgürlük mümkün olmadığı somut örnekleri ile defalarca ispatlanmış bir gerçek. Ülkenin gençlerinin ve imkanı olan herkesin yurtdışına gitmeyi düşündüğü bir yerde zaten bunlardan bahsedilemeyeceğini yaşayarak görüyoruz.
Partisi içindeki tartışmaların önünü kesmişe benziyor. Bütün gündemin savaşa kitlendiği ülkede yeni parti kuracakların da seslerini çıkarması mümkün değil. Ordu savaşırken çıkıp da “Bu bizim savaşımız değil!” diyemeyeceklerini tahmin etmek zor değildi. Hele hamasi sözlerle epey beyin ütüleyen küçük eniştenin, Suriye konusunda artık tek söyleyebildiği “Ne yapıldıysa birlikte yapıldı”. En kritik zamanlarda susmayı şiar edinmiş korkak ve konjonktür manyağı diğer grubunda farklı davranması beklenmiyordu.
Millet İttifakı’nın dağılması yani esasen milliyetçi dalgayla İYİ Parti’nin ambale edilmesi, CHP’nin HDP’ye selam bile veremeyecek hale gelmesi, CHP’ye selam verirse İYİ partinin biz yokuz diyecek olması… CHP’nin içindeki modern görünümlü bol laik soslu tam faşistlerle az laik soslu konjonktür faşistleri arasında elektrik meydana gelmesi…
Bu operasyonu yerel seçimler öncesi yapamamış olmaktan dolayı ABD’ye kızgınlığı daha da katlanmıştır. Kârlı çıkıp çıkmadığını test etmek için çok basit bir tahmin yürütelim. İstanbul seçimleri bugün olsaydı ne olurdu? Tartışmasız AKP’nin adayı kazanırdı. Binali Yıldırım demiyorum herhangi bir adayı bile. HDP’lilerin çok önemli bir kısmı “Erdoğan kaybederse kazanmış sayılırız” bile demeyecek kadar öfkeli olarak, savaşa destek veren CHP’ye oy vermeyecekti. Zaten CHP’nin adayı da o şartlarda HDP’ye karşı dikkatli dil kullanmakta zorlanacaktı. AKP’lilerden küskünler tekrar eski partilerine oy verecekti. Milliyetçiliğin ve hamasetin zirve yaptığı bir ortamda MHP ve milliyetçi kesimler de fire vermeyecekti.
Kürt düşmanlığı üzerine kurulu Türkçü ve İslamcı propaganda çok etkili bir propagandadır. Ve yığınlar üzerindeki etkisi tahmin edilenden oldukça fazladır. Farklı argümanlarla, ülkenin seçim sonuçlarına göre yüzde 90’ına hitap eder. Muhalefetin ülkedeki mevcut şartlar paralelinde bunun önüne geçmesi pek mümkün değil. En basit iktidar politik dilin ve muhalefetin her eyleminin “din düşmanı”, “Türk düşmanı”, “devlet düşmanı” ve “terörist” olduğu zaman iktidarın çizdiği çemberden başka bir oyun alanı kalmaz. Bunu bugünkü muhalefette görüyoruz. Erdoğan’ın mağduriyet, savaş, vesayet, darbe yaşanmadan yaptığı kutuplaşmanın etkisinin fazla olmadığı sandıkta görüldü.
Tamamen propagandaya dayalı medya gücü ile sosyal medyayla haşır neşir gençler dışında büyük bir kitleyi etkilemek mümkün. O zaman Türk düşmanı değiliz bakın İYİ Parti burada, din düşmanı değiliz bakın Saadet burada gibi argümanların pek de değeri kalmıyor. Hiçbir şey yapmadan MHP’nin oy arttırdığı bir sonuç doğuruyor. Meclisin bir anlamının kalmadığı cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tek belirleyici olduğu yeni sistemde devletin bekası her zaman kazandırır.
Tek istisnası ekonomi…
Ben bazı yorumcuların söylediği artık ekonomik parametrelerinin de hükümeti değiştirmek için etkili olmadığı, ekonominin seçimlerdeki etki gücünün bahsedildiği kadar olmadığına katılmıyorum. Bu tezi desteklemek için verilen ülkelerin ekonomik ve demografik yapıları ve tarihi tecrübeleri Türkiye’den çok farklı. Ekonomi yani cebe giren para ve hayatta kalma Türkiye seçmeninde her zaman her kutsaldan daha belirleyicidir.
Gelelim işin o kısmına.
Sınır ötesi operasyonun bugün için gelinen noktasında nereye doğru evrileceği meçhul. Yurt içinde başarı diye sunulan şeylerin her birisi aslında ülkenin aleyhine gelişmeler.
YPG’nin yenildiğini, Amerikalıların satışına geldiğini ve mecburen Esed rejimi ile işbirliği yapmış olduğunu görüyoruz. Askeri olarak hava gücüne sahip ve ağır silahlar kullanan bir ordu ile hafif silahlarla baş etmesi zaten mümkün değildi. Onlar da ağır kayıplar vermektense en basiti seçtiler halihazırda kendilerini koruyacak güç ile işbirliği yaptılar. Zamanında Salih Müslim’i Ankara’da misafir eden aklın geldiği noktayı göstermesi açısından manidar. Şimdi ABD korumasında olduğu bilinen yapı Rus-İran destekli koalisyonun korumasında. Suriye’deki karar verici Rusya, Türkiye’ye mıntıka temizliği yaptırdıktan sonra bütün yabancı güçler ülkeden çıksın Türkiye’de sınırın kendi tarafına geçsin, bak zaten hava sahasını da kapattım dediğinde ne olacak?
Kimsenin inanmadığı zaten makyaj için söylenen 30 km güvenlik bölgesine Suriyelileri geri döndürme tamamen imkansız hale geldi. Rejimden kaçmış bu insanlar rejimin etrafını çevirdiği yerlere döner mi hiç? Kaldı ki ülkeden def ettiği için Esed’in memnun olduğu bu kalabalıkların ülkeye geri dönmesine Rusya-İran-Rejim koalisyonun yeşil ışık yakacağını düşünmek de abes.
Ülkeyi bekleyen en büyük tehlike bugün sınır içinde düşük yoğunluklu yaşanan PKK şiddet eylemlerinin bundan sonra artan bir ivme göstermesidir. Türkiye asla sınırlarını güven altın alamadığı gibi bu kez asimetrik ve gerilla taktiği çatışmaların daha fazla yaşanacağı bir sürece girmiştir. Suriye’nin kuzeydoğusunda yer alan Türkiye’ye karşı eylem içinde olmayan bir yapıyla anlaşmak ve politikalara etki etmek varken şimdi onu kuzeyden ve güneyden sıkıştırmanın sonuçları elbette olacak. PKK eylemleri ile etnik ayrışma hızlanacak ve Türkiye 90’lı yıllardan çok daha fazla bölünme ihtimali ile karşı karşı kalacak. Kürtler, Türkiye’nin ayrılıkçı savaş ve bölünme ihtimali yüzünden baskı altında tuttuğu ve haklarını tanımadığı bir milletten, Türkiye’nin nerede olursa olsun gidip saldırdığı bir millet olarak tescil edilmiştir. Kürtler, Afrika’da bir ülke kursa Türkiye savaş ilan eder tezi artık espri olmaktan çıkmıştır. Bütün dünyada psikolojik üstünlük sahada satışa uğrasa da Kürtlere geçmiştir. Bundan sonra AB ülkelerinde Türkiye’nin rahatsız olduğu ve engellemede çoğu zaman başarılı olduğu gelişmelere etkisi azalmıştır.
Bütün dünyada nefret objesi olmayı çok önemsemiyorlar. Türkiye’nin uluslararası arenada bütün tartışmalı konularda yalnız kalması demek değil sadece. Volkswagen örneğinde görüldüğü gibi yabancı yatırımcının bırakın gelmeyi mevcutların da çıkmayı hızlandıracakları bir sürece girdik. Yabancı sermaye gelmeyeceği gibi bankalarda boşalacak. Ambargolarla sıkıntı daha da artacak. Seneye turist olarak kim gelecek merak konusu. Sabah açık büfeden bütün günün yemeğini zulalayan turistleri bile mumla arayabiliriz. Türkiye’ye gitmenin savaşa, Kürtlerin öldürülmesine ve Erdoğan’a destek olacağı argümanını nasıl hızla yayıldığını görmek için internette kısa bir gezinti yeterli.
Elindeki göçmen kozu ile çok defa AB’nin sert tutum almasının önüne geçtiği bir gerçek. AB için yeni bir mülteci akını olmadığı sürece Suriye’de kim kimi öldürmüş pek önemli değil ancak IŞİD terörünün farkındalar. Göçmen kozunu elinden almanın daha az maliyetli olduğu noktaya doğru adım adım itiyor. Devamlı tehdit ede ede en sonunda Türkiye sınırına İsrail gibi duvar ördürecek, Ege’de de her ülkeden 10 tane gemiyle nöbet tutacak.
Siyaseten ilan edilmeyen ama pratikte uygulanacak ateşkesle ABD’ye ve batıya hala masada anlaşabiliyoruz mesajı vermeye çalışacak. İç kamuoyunda aldığı yeni ivmenin devam etmesi için kamuoyunu diri tutması gerekiyor. Bunu diri tutmak da en az oluşturmak kadar zor. Bu yüzden erken seçim dahil birçok şeyi deneyebilir. Hele hele ekonomi tepki vermeye ve yeni çatışmalar başlamadan.