Bugünlerde ortalıkta Hocaefendi ve liderlik, liderliği olgusu tartışılıyor, tartışılmaya çalışılıyor, belkide (!) kasıtlı olarak gündeme getiriliyor…
Hocaefendi’nin şahsı, konumu “hafifçe” tartışmaya açılıyor ve bu tartışmanın asla tarafı olmadığı-olmayacağı bilinerek…
Kapıları-sınırları zorlayan, sihirli-mâsum cümle belli “bırakın herkes konuşsun, eleştiriye açık olmak lâzım”
Samimiyetle “Evet”,
Ama nereye kadar?
Ne mi oluyor ?
“İmtihân sessizce derinleşiyor“
Herkes kendi açısından yazıyor, çiziyor, fakat çoğunun Hocaefendi’nin ne düşündüğünü-istediğini merâk ettiği yok…
Bilenlerde susmayı tercih ediyor.
Meseleye bir de Hocaefendi cihetinden bakmak lâzım…
Şunu açıklıkla belirtmek gerekmektedir ki, Hocaefendi’nin şahsı adına asla bir “liderlik” beklentisi yahut sevenlerine liderlik veyâ makâm tavsiyesi bahis mevzuu olmamıştır, hayatını inceleyenler, kendisini tanıyanlar bunu gayet “net” bir şekilde bilirler…
İnsâflı-vicdânlı herkes bilir…
Evet,
- lider olma
- bir lider gibi etrafında kitleleri toplama
- onları sevk ve idârenin
Aksine, ortalıkta görünmekten, etrafında çokça insanın bulunmasından, aşırı saygıdan, kendisine herhangi bir makâmın atfedilmesinden dahi sıkılır, rahatsız olur…
Bu şekilde davranan insanlara rahatsızlığını belirttiği, hatta bazılarını yanından uzaklaştırdığı vâkidir…
Ve bunu samimiyetle yapar, sûnî değildir, samimiyetini gözlerinizle görürsünüz, kalbiniz varsa, ön yargılı değilseniz hisseder, bilirsiniz, anlarsınız….
Düşmanları bile bu yönünü bilir ve takdir ederler…
Adanmışlık, beklentisizlik ve tevazuu herkes tarafından bilinmekte, kabûl ve takdîr edilmektedir…
Şunlar kendi ifâdeleridir…
- Bana dünyâdaki en önemli, en büyük makâmı verseler dönüp göz ucu ile bakarsam dâvâmıza ihânet olur
- Abdulkâdir Geylâni makâmında olmaktansa sâde bir kul olmayı tercih ederim.
- İsmime eklenen “ci-cu” eki ile söylenen şey, bana, anneme sövmek gibi geliyor…
- Zat-ı âliniz değil, zâti suflîniz.
- Aranızda bulunmak, sizlerle, sıradan bir insan olmak benim için en büyük şereftir,
- Ama olsam olsam içinizde bir “Kıtmîr” olabilirim.
Eserleri, sesli ve görüntülü sohbetlerinde bunlardan binlerce bulabilirsiniz…
Yıllar evvel yapılan bir gazete söyleşisinde “Bana mehdî diyen ahmaktır” demişti, daha ne demeli acaba ?
Gençlik zamanlarında kendisine milletvekilliği ve benzerlerinin teklif edildiğini ve aslâ kabûl etmediğini biliyoruz…
Arzu etseydi, çoktaaan ülkemizin, milletimizin başındaki en önemli makamlara rahatça sahip olabilirdi…
Milletimiz de muhabbetle peşinden yürürdü..
Nitekim ;
- 17-25 aralık,
- tiyatro darbe,
- şeytâni algı canbazlıkları
- ve benzerleri
evvelinde akp’nin yaptırdığı ankette Türk halkının Hizmet Hareketi’ne müsbet bakış oranı % 80’leri bulmuştur….
Yapılan istek ve baskılara rağmen Hocaefendi ve “Hizmet Hareketi” sâliklari asla siyâsî bir parti yâhut renk düşüncesine girmemişlerdir…
Hatta “enteresan şekilde” cemaât içinde bu gibi şeylere talep belirten, tâlîb olan bir-iki şahsın etrâfı bir anda boşalmış, yapayalız kalıp, unutulup gitmişlerdir…
Hizmet insanları bunu “bozulma” olarak görür ve katiyyen tasvîb etmezler…
Dünya kadar eseri, sesli-görüntülü sohbetleri ve dost meclislerindeki konuşulanlarda dahil liderlik yâhut makâm, şan şöhret istediğine dâir tek bir emmâre görülemez, ihsâsı bile bahis mevzuu değildir…
İncelenebilir…
O halde,
Hocaefendi’nin talebi nedir ?
Bence, O’nun başlıca, tâlib olduğu, istediği şeyler şunlardır;
- Rabbimize kul olmak,
- Rabbimizin dinini îlâ,
- Efendiler Efendisi’nin (sav) ismini her yere taşımak-tanıtmak,
- İslam’ın güzelliklerini, dırahşân çehresini herkese anlatmak ve paylaşmak,
- eğitim ve öğretimi yaygınlaştırarak İslam’ı ve insanlığı içine düşülen zilletten çıkarmak-kutarmak,
- bütün dünyaya gücü yettiği ölçüde İslamiyeti “insaniyet” ve “ahlâk” boyutuyla anlatmak,
- insanlığa doğruları, evrensel insânî ve islâmî değerleri göstermek, anlatmak,
- İnsanlara sâdece dünyâ için değil, ahiret hayâtı için de rehberlik yapmak,
- İnsân-ı Kâmil olma yolunu açmak,
- Bütün bu güzellikleri tavsiye etmek,
- Ve Rabbimizin rızâsını kazanmak,
- Kazanılmasına vesîle olmak
belirtmek gerekir ki bunlar sadece Hocaefendi’nin değil bütün müslümanların öncelikli vazifesidir, kaldı ki Hocaefendi bir din adamı, bir vâizdir…
Tarihen de biliyoruz ki hiçbir “gerçek din adamı” makâm, mansıp, mevkiye tâlip olmaz, olmamıştır…
Hocaefendi bu geleneğin günümüzde yaşayan en önemli temsilcisidir…
Sadece kendisi için değil, tâkipçilerinden de isteği şudur; ” benim vefâtımdan sonra dahi, siyâsete, makâma, mansîba tâlip olursanız iki elim iki yakanızdadır, biz Rabbimizin rızâsına tâlibiz” işâreti-hedefi sevdiklerine-sevenlerine en önemli öğütlerindendir…
Yaşı sekseni bulmuş, dünyâya gençliğinde bile dönüp bakmamış, böyle bir insanın “liderlik beklentisi” olduğundan, nasıl bahsedilebilir?
Hocaefendi, liderliği yolda bir yitik olarak bulsa, elini bile değdirmeden derhâl orayı terk eder, kesinlikle emîn olabilirsiniz…
Fakat !
Fakat, insanlar yıllarca kahvehanelerden tutun, kır sohbetlerine, oradan câmi kürsülerine, başka zaman geniş çaplı konferans ve benzerlerine kadar, heryerde dinledikleri, neredeyse hayatının her alan ve anını tarassut edip, sözleri ile fiilleri arasında en ufak bir tenâkuz görmedikleri aydın, nûrlu, dertli insanı kendilerine lider seçtiler…
Evet seçtiler ve,
Söz ve fiillerini mâkul bulup ardına takıldılar, tavsiyelerine uydular, dünyânın yüzyetmiş ülkesine O’nun dert ve ülküsü ile gittiler, yanılmadıklarını gördüler…
Müsbet hareket dâiresinin bir milim dışına çıkmadılar…
Bütün tasallût, tahakküm ve zulme rağmen hâlâ peşinden ayrılmıyorlar ve ayrılmamaya kararlılar…
Hocaefendi ;
- Talip olan değil, tâlîb olunan,
- İsteyen değil, istenen-seçilen
büyük bir liderdir…
Milyonlar bütün baskılara rağmen, sevgileri-sayıları katlanarak kendisini tâkip etmektedir…
Peki problem nedir ?
Evet, gel gör ki, bu mübarek zatlar, makâm, mansıb ve şöhretten ne kadar kaçarlarsa kaçsınlar, inadına sevmedikleri bu şeyler onların peşinden koşuyor, herhalde imtihân olsa gerek…
Ve illâki, idâreye-devlete tâlip, siyasete müdâhil olmak gibi asılsız “mevhûm bühtânlarla” suçlanmışlar, ve suçlamalar dâima,
- Devrin siyâsileri,
- İdârenin tâliplileri
- Üzerlerinden pirim yapmak isteyen “kelepir avcısı” kişiler
tarafından yapılmıştır, herkes kâinâta kendi âyinesi ile bakıyor, herkesi kendileri gibi görmek istiyor…
Netice ;
Hiçbir şekilde önderlik sevdâsı ile meydana çıkmamış insanları, art niyetle,
- siyâseten, yarın bize rakip olurlar mı ? korkusu,
- nefsen, bizede bir kelepir düşer mi ? düşüncesi,
ile tân edenler, eğer probleminiz Allâh ve dîn düşmanlığı değilse korkmayın, eğer öyle ise Allâh’tan korkun !
Hocaefendi ve sevenleri hâlâ aynı yerde, dünyânıza tâlîb değiller.
“Dünyâ sizin olsun” diyorlar.
Değişmedi, değişmeyecekler.
Hocaefendi’nin, sizin arzulayıp istediğinizi, istemesini istiyorsunuz ama O, sizin deliler gibi arkasından koştuğunuz, arzuladığınız, istediğiniz şeyi (makâm, mevkî, idâre, para-pul,dünyâ, şan-şöhret vb) istemiyor… O dünyevî haz ve zevklerin değil, mâneviyâtın-uhreviyyâtın, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsının peşinde…
İnşâAllâh, sevenleride öyle…
Biliyor ve fakat bilmezden-görmezden geliyorsunuz…
Ve malesef bu paranoyanızın ilacı kimsede yok…
Çözüm ;
Sizinki devâsız bir dert,
Cenâb-ı Hakk derdinize devâ versin, ıslâh etsin…
Ve illâ ! Olmazsa, kendi bilir…
( Kardeşlerimize husûsi not: Derdim kimsenin ağzına kilit vurmak değil “zaten ne haddim, nede gücüm var” fakat şu dönem dahildeki ufak-lüzûmsuz meseleleri tartışmaya değil, hariçteki devâsa problemleri çözmeye koşmamız lâzım, bir itfâiyeci gibi )mansurturgutk@gmail.com