Özkan hemşehrim sohbet sırasında Azerbaycan hatıralarını anlatırken bir Selman Amcadan bahsetmişti.
Bu güzel hatırayı siz okuyucularımın da bilmesini istediğim için yazıp göndermesini rica ettim. Arzediyorum:
1995 yılının ilk aylarıydı. Genel müdürlükte çalışan iki arkadaşımızla birlikte Bakü’den Lenkeran’daki okulumuzu ziyaret için gittik. Şoförümüz Selman Emmiydi. Selman Emmi 59 yaşında, Sovyet rejimi döneminde karayollarında uzun yıllar şoförlük yapmış ve yakın zamanda emekli olmuştu. İş ararken arkadaşlarımıza rastlamıştı. Sonrasında Lada marka arabasını kiralamış, kendisini de şoför olarak işe almıştık. O güya şoförümüzdü ama hakikatte bize yol ve sohbet arkadaşı, Azerbaycan’ı ve insanını daha iyi tanımamızı sağlayan hoşsohbet bir aksakaldı. Güya şoförümüzdü, çünkü yedi farklı şehirdeki okullarımızı mutad ziyaretlerimizde şoförlüğü çoğunlukla biz yapardık.
Lenkeran’daki okulumuzun açılışının henüz ikinci yılıydı. Şehir merkezinde uygun bina bulup kiralayamamış, gelecekte imkan bulduğumuzda taşımak üzere okulu şimdilik Vel köyünde açmıştık. Nitekim ileriki yıllarda okulu merkeze taşımak nasip olmuştu.
Vel köyünde okulu bakımsız, çok eski, küçük bir binayı kısmen restore ederek açtık. Fiziki imkanları yetersizdi, ücra, şehir hayatına alışık insanların yaşamaya tahammül etmesi zor bir yerdeydi. Türkiye’den gelmiş birkaç öğretmen okulun hemen bitişiğinde, güneş ışığı görmeyen, demir ranzalarla tefriş edilmiş, dam gibi bir odada hayatını sürdürüyordu. Onların evi burasıydı.
Biraz ileride okulun pansiyonu vardı. Onun da fiziki imkanları yetersiz, ısıtılması zor, suları çamurlu akar, foseptiği sık sık taşardı.
Şartlar bu kadar ağır olmasına rağmen öğretmen arkadaşlar şikayet etmeyi bırakın her ziyaretimizde yeni teklifler sunar, hizmet etmenin hazzı, duygu, düşüncelerini paylaşabilecekleri öğrenci, veli, dostlar ve kardeşler bulmanın onlarda hasıl ettiği inşirah duygusuyla hayatlarından çok memnundular. Onların okulu, öğrencilerini anlatımlarını duyunca cennet bahçesi gibi bir yerde yaşadıklarını düşünürdünüz. Şartların ağırlığına hiç takılmaz, büyük bir gayret, fedakarlık ve adanmışlık duygusuyla sadece hizmetlerine odaklanırlardı. Bununla tatmin ve mutlu olurlardı.
Bu ziyaretimizin diğerlerinden farklı bir yönü vardı. Dönüşte Serdar öğretmeni oradan alacak ve üniversite stajını tamamlamak üzere Türkiye’ye gönderecektik. Ziyaretlerimizi, görüşmelerimizi tamamladık ve ertesi gün öğle tatili sırasında yola çıkmaya hazırlandık. Öğrenciler yemeğini yemiş bahçede geziniyor, biz de arabamıza biniyorduk. Serdar öğretmen üzüntüsünden öğrencilerine ayrılacağını söyleyememiş, veda edememişti. Sürekli ağlıyordu. Onun ağladığını gören çocuklar yavaş yavaş arabanın etrafına toplanmaya başladılar. Durumu anlamaya çalışıyorlardı. Serdar Beyin çantası da bagaja konulunca ters bir şeyler olduğunu anladılar. Tamamı arabanın etrafını sardılar. Arabanın gitmesine izin vermiyor, kapıyı açıp Serdar beye dokunmaya çalışıyorlardı. Hepsi ağlıyordu. Serdar Bey arabada neredeyse baygınlık geçiriyordu. Biz ise kiminle ilgileneceğimizi şaşırmıştık. Çocuklara çok dil döktük, yolu açsınlar diye. Hepimizin gözleri yaşlı, Selman Emmi’nin de. Manzarayı seyrediyor, bir mana vermeye çalışıyordu.
Öğrencileri ikna edemedik. Biraz da zorlayarak okulun bahçesinden çıkıp yola koyulduk. Arka koltuktaki Serdar öğretmenin ağlamalarına bu defa şoförümüz Selman Emmi katıldı. Ağlamaları gittikçe şiddetlenmeye başladı. Lenkeran çıkışında artık arabayı süremez hale geldi ve kenara çekti. Yaşlı adam hıçkıra hıçkıra, omuzları sarsıla sarsıla ağlıyordu. Bir süre bekledik. Selman Emmi biraz sakinleşince ‘Hocam’ dedi. ‘Ben çok ağlayan insan gördüm. Fakat anasının arkasından bile böyle ağlayanını görmedim. Bu muallim dört aydır buradadır. Dört ayda bu çocuklara ne yaptı ki, onu bu kadar seviyor, gitmesini istemiyor, ardınca böyle ağlıyorlar.’ Bir cevap veremedik. Bu bir sırdı. Cevabını biz de bilmiyorduk. Ama sık sık benzeri olaylarla karşılaşıyor, hayret ve hayranlıkla seyrediyor, sadece Elhamdülillah diyebiliyorduk.
Sonraki zamanlarda Selman Emminin soruları arttı. Çok okumaya başladı. Kur’an okumayı öğrendi. Uzun süre hizmet etti. Kalp krizi geçirdiği esnada ölümü dert etmeyip ‘Bu da bizim arkadaşımızdı diye ötede şehadet eder misiniz’ diye söz almaya çalıştığını orada olanlar anlattı. Serdar Beyle 24 yıl sonra karşılaştık. Bu hadiseyi de konuştuk. Ben hiç bir şey hatırlamıyorum, kendimde değildim dedi. Allahım! Bizi adanmışlardan cüda eyleme.
Özkan Beye teşekkür eder, işte bu ruhun kıyamete kadar kardeşlerimizde devamını niyaz ederim.