“Mü’minler ancak kardeştir, siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin.” (Hucurat, 10)
“Sen kötülüğü en güzel şekilde sav! O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost oluvermiştir.” (Fussilet, 34)
“Öfkelerini yutar ve insanları affederler. Allah da güzel davrananları sever.” (Âl-i İmran, 134)
Mü’minler hayât-ı beşeriyeyi, içtimâ-i hayatı ve aile hayatını, en önemlisi İslam kardeşliğini sarsan, tahrip eden, gayz, kin, nefret, adavet, nifak ve şikak gibi tarafgirliğe ve hasede sevkeden şeylerden uzak olmalıdırlar.
Bir vücutta bulunan iman, Kâbe hürmetinde; İslâmiyet de cebel-i Uhud azametindedir. Muhabbet ve ittifâkı isterler. Adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. Biri hakiki ise, diğeri mecâzidir, acıma sûretine inkilab eder. Anne babanın evlâdına olan muhabbeti hakikidir. Kızması ve öfkesi, onun ıslahı içindir.
Çakıl taşları hükmünde olan basit kusurlar yüzünden mü’mine gayz kin ve adavet beslemek büyük bir zulümdür. Mü’min kardeşini sever ve sevmeli. Fenâlığı için sadece acır, lütufla ıslahına çalışır. Onun için Peygamber Efendimiz (sav), üç günden fazla küsmeyi men ediyor. (Buhari, Müslim)
Tevhid-i imanî, tevhid-i kulûbu ister. Vahdet-i itkât, vahdet-i rûhiye ve içtimâiyeyi gerektirir. Hâlıkımız bir, Mâlikimiz bir, Mâbudumuz bir. Peygamberimiz bir, dinimiz bir, kıblemiz bir, vs. Bu kadar birler vahdet, uhuvvet ve muhabbeti iktizayı gerektir. “Hiçbir kimse başkasının günahını yüklenemez.” (Fatır, 18)
Mü’min kendi mesleğini, meşrebini sevebilir, benimki daha güzel diyebilir. Zaten öyle olmasa, kendi mesleğini icrâ edemez. Fakat, başkalarına çirkin dememeli, tenkit etmemeli. O da güzel demeli ve duâ etmelidir.
Hz.Üstad’ın ifâdeleriyle; ‘Mesleğim haktır, daha güzeldir demeye hakkın var. Fakat yalnız hak benim mesleğimdir demeye hakkın yoktur.’ (Mektûbat)
‘Rızâ gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise, çirkinlikleri gösterir.’ Mü’minin her sözü hak ve doğru olmalı ama, her hakkı ve doğruyu söylemek doğru değildir. İllâ hakkı söylemek istiyorum dersen, damara dokundurur, huzursuzluk çıkarırsın.
İllâ düşmanlık yapmak, ayıp araştırmak istiyorsan, kalbindeki adâveteadâvet et!Nefs-i emmâreneadâvet et! Onun ıslahına çalış! O nankör nefsin hatırına mü’min kardeşine adâvet etme! Mutlaka adâvet edeceksen; Allah, peygamber, din ve iman düşmanlarına adâvet et!
Hasmını mağlup etmek istersen fenalığına karşı iyilikle mukâbele et. Fenâlıkla mukâbele etmek istersen husumet ziyadeleşir. İyilikle mukâbele etsen, nedâmet eder, pişman olur, sana dost olur.
“Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek ordan geçip giderler.” (Furkan, 72)
“Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir. (Tegabün, 14)
Mü’mine kin ve adâvet duyan kişi en büyük kötülüğü kendine yapar. Azâb-ı elem içinde kalır, nefsine zulmeder. Eğer adâvet duygusu hasedden geliyorsa, o evvelâ hâsidi yakar. Allah inadı, Hakta sebat için vermiştir. İhlâs ve adâlet, husumet ve adâvetle yok olur.
Dünya; fâni, geçici olduğundan kıymetsizdir. “Allah indinde dünyanın sinek kanadı kadar bir kıymeti olsaydı, kâfirlere bir yudum su vermezdi.” (Tirmizi, İbn-i Mâce)
İhtilâf ikiye ayrılır; müsbet ve menfi ihtilâf. Müsbet ihtilâfda kişi; başkasının tahribi için değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Menfi ihtilâf ise kişiye, meleği şeytan, şeytanı melek gösterir.
‘Eğer denilse: “Hadîste,”Ümmetimin ihtilâfı rahmettir.”denilmiş? (el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr)
Elcevap: Hadîsteki ihtilâf ise, müsbet ihtilâftır. Yani, herbiri kendi mesleğinin tâmir ve revâcına sa’y eder. Başkasının tahrip ve iptaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfi ihtilâf ise, -ki garazkârâne, adâvetkârâne birbirinin tahribine çalışmaktır- hadîsin nazarında merduttur. Çünkü birbiriyle boğuşanlar müsbet hareket edemezler.”
Câ-yı teessüf bir hâlet-i içtimâiye ve kalb-i İslâmı ağlatacak müthiş bir maraz-ı hayât-ı içtimâî: ‘Hâricî düşmanların zuhur vetehâcümünde dâhilî adâvetleri unutmak ve bırakmak’ olan bir maslahat-ı içtimâiyeyi, en bedevî kavimler dahî takdir edip yaptıkları halde, şu cemâat-i İslâmiye’ye hizmet dâvâ edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehâcüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adâvetleri unutmayıp düşmanların hücûmuna zemin hazır ediyorlar? Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir, hayât-ı içtimâiye-i İslâmiye’ye bir hıyânettir.’ (Mektûbat)
Peygamber Efendimiz (sav), ‘Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan bina gibidir.’ (Buhari, Müslim) buyurmuşlardır. Şekâvet ve sefâletten kurtulma, bir yönüyle buna bağlıdır.
Uhuvvetin zirvesi, i’sâr hasletidir. İ’sâr, insanın başkalarını kendi nefsine tercih etmesine denir. Toplumun menfaat ve çıkarlarını, şahsî çıkarlarından önce düşünür. Yaşamadan daha çok yaşatmayı esas alır.
İ’sâr’ın karşıtı, cimriliktir. İnsanı Hak’tan, halktan ve Cennet’ten uzaklaştırır. İ’sâr ruhundan, cömertlik, semâhat ve civanmertlik doğmuştur. İnfak ruhu vardır. Cûd, insanın sahip olduğu imkânların bir kısmını infak etmesidir. Sehâ, başkalarını düşünmeyi önde götürme; ihsan da, kendi ihtiyacı olduğu halde başkalarını kendine tercih etmedir.
“Onlar, mü’minlere verilen şeylerden nefislerinde herhangi bir kaygı duymaz ve muhtaç olsalar bile, onları kendilerine tercih ederler.” (Haşir, 9)
‘Cûd ve Sehâ hasletlerinde seviye ve derece şöyle sıralanır:
a)Hak yolunda, iman ve iman ehli uğrunda candan geçmedir ki, civanmertliğin zirvesidir.
b)Riyâset ve makam mevzuunda fedakârlık
c)Maddî refah ve mutlulukta başkalarını düşünme
d)İlim ve fikir mevzuunda karşılık beklememe
e)Sa’yin semeresini infak ki, zekât ve sadaka verme.
f)Güleryüz, tatlı dil ve diğer hayırlara vesile olma.
Bütün bunlar seviyesine göre i’sâr hasletinin derinlikleridir. İ’sâr, başkalarını yedirip içirip, kendini aç-susuz bırakma hali, kul hakkına girmeme kaydıyla, insanı (en yüksek) evc-i kemâlata yükseltir.
İ’sâr, sadece Allah’ın rızâsını düşünerek bezletmek (bol bol verme) ve sonra da onu düşünmemektir. Ücret ve huzûzat anında, sadece Allah’ı Onun rızasını düşünüpherşeyi unutmaktır. Bu yol ‘akrabü’l mukarrabîn’ yoludur. Zirvesinde Peygamber Efendimiz (sav) vardır. O (sav) gökler ötesi âlemleri, Cennet’i bırakıp, insanların arasına dönmüştür.’ (Kalbin Zümrüt Tepeleri)
Yermuk muhârebesinde Sahabe Efendilerimiz’in (Hz.İkrime, Hz.İyaş, Hz.Haris bin Hişam -r.anhüm-) canlarını vermek üzereyken bir damla su istemeleri, tam su içecekleri an bir başka yaralı kardeşinin su isteğini duyunca, içmeyip ona götürmesini istemeleri Allah’a yakın olanların mertebesidir. Sahabeleri mümtaz ve erişilmez yapan bir özellik de birbirlerine karşı ifrât-ı muhabbetleridir.
Aynı maksat ve aynı hizmet içinde bulunan kardeşler birbirlerini samimi bir muhabbet ve samimi bir fedâkarlık ile karşılar ve öyle severler ise, bu “birbirinde fâni olmak” anlamına gelir.
Mü’min, konuşurken ne getirip ne götürüyor diye sözün neticesine bakmalı.. Kendine hiç birşey kazandırmayan, etrafı yakıp yıkan sözlerden ve davranışlardan uzak durmalıdır. Ağızdan giren ve çıkana çok dikkat etmelidir.
Mümin, başkalarının kendisinden emin olduğu, bakıldığı zaman Allah ve Resûlullah’ı (sav) hatırlatan bir insan olmalıdır.